Sosyal Medya

Dücane Cündioğlu: Kendimizin cahili olmak

Adalet Hanım günlüğüne şu satırları karalar: Batı''nın da bir aynası var ve onun ''her şey'' olmadığını asıl bu aynadan yansıyanlardan gördüm ben. Bu arada Cemil Meriç cahili olmaktan ise yeniden yeniden utanmaktayım.” (Damla Damla Günler III, s. 73)



— “17 Aralık 1979

Kar. Sessizlik. En sevdiğim zaman. Bir de kaloriferler doğru dürüst yansa... Battaniyeye sarılıp Hisar dergisinin temmuz sayısında yayımlanmış Cemil Meriç yazısını yeniden okudum. Temmuz sıcağından sonra aralık soğuğunda okursam, belki yüzüm daha az kızarır diyebilmek istiyorum.

Yazarlığı, düşünceleri bizden kaçırılmış, buna da bizlerin, en yakınından benim, kendimin dangalakça boyun eğdiğim Cemil Meriç. Çevrem de öyle dar ki biri çıkıp beni vaktiyle “hişt, hişşt”lemeliymiş! Görmez gözleriyle romanımı kızına okutmuş; yetmemiş Ankara''daki bir tanıdığı vasıtasıyla bana üç cilt kitabını göndermiş sayın Meriç: Mağaradakiler, Bu Ülke, Umrandan Uygarlığa. Utanç içindeyim. Kitaplarını okudukça utancım artmakta...

“Bir Düğün Gecesi” romanım üstüne “Yeni Bir Satyricon” başlığıyla yazdıkları yazıyı yeniden okuyor, ülkenin bir aydını üstüne cehaletimden dolayı büsbütün yerin dibine geçiyorum. Ben geçmişi bilmiyorum, geçmiş ise, onca çalkantılardan geçe geçe, yaşamın tanıklığında beni biliyor.

Cemil Meriç.

Kör. Yanında kızı. Ümit. Okuyor, yazıyor.

İşte. Kış gecesi. Evin içi buz. Yanaklarım utançtan yanıp tutuşuyor.

Yazısından bir alıntı yapsan şuraya? Sevinçten mi, kendini teselli ihtiyacından mı? “Yeni Bir Satyricon”. (...)

Ahh bilge Cemil Meriç, gençlik nerede, elli yaşındayım. Bunlar olsa olsa ''olgunluk'' ürünlerim ve hep cepten harcamaktayım. Keşke sizler kadar birikimim olsa!” (Adalet Ağaoğlu, Damla Damla Günler I-II, s. 356-357)

Burada ve şimdi, Cemil Meriç''in Adalet Ağaoğlu''yla ilgili yazdıklarını hatırlamanın tam sırası:

— “Düğün Gecesini okurken Satyricon''u hatırlıyorum. Adalet Ağaoğlu da Petronius, ama daha nezih, daha içli, daha usta. İnsan ilimleri ülkemizde ilim haysiyeti kazanamadı henüz. Sosyoloji kekeliyor, psikoloji güdük ve dilsiz, tarih resmî klişeleri tekrarlayan ihtiyar bir bunak. Roman, onların görevini yüklenmek zorunda. Adalet Ağaoğlu, yaptığı işin sorumluluğunu çok iyi anlamış. Düğün Gecesi Türk edebiyatının yüz aklarından. Dosto, “Her mukayese küçültür” der. Ben öyle düşünmüyorum. Genç romancı, bin yıl önce yaşayan bir Murazaki''yle, Bir George Sand''la, bir Madame de Staël''le boy ölçüşebilecek bir kabiliyet.”

Meriç, Meşale dergisine yaptığı açıklamada da benzer ifadeler kullanır:

— “Nihayet genç bir romancıdır, istikbali vardır. Bir nevi teşvik mahiyetindeydi o yazı.”

Adalet Hanım, bu nedenle, “Ahh bilge Cemil Meriç, gençlik nerede, elli yaşındayım” diye not düşmüş günlüğüne.

Oysa başka bir romancı, Sevinç Çokum, o tarihlerde şöyle yazıyordu:

— “Romana, “vakit öldürmeye yarayan bir parazit” gözüyle bakan Cemil Meriç, bir yandan bu fikirleri ortaya atıyor, bir yandan da Hisar dergisinde Adalet Ağaoğlu''nun Bir Düğün Gecesi adlı romanını göklere çıkarıyordu. Sohbetteki düşüncelerine ters düşen bu yazı hayretimizin bir kat daha artmasına sebep oldu. Romanın geçmişi ve geleceği hususunda çeşitli münakaşalar yapılabilir. Ancak “romancının, eserini hiçbir ideolojiye alet etmemesi temenniye şayandır” diyen Cemil Meriç''in, Hisar''daki yazısında, ideolojik bir romanı methetmesinin sebebi ne olabilirdi? Ona göre roman ciddiye alınamaz, “Peyami Safa hariç, okunan birçok romancının üslûbu son derece kıytırık, üslûp sıfatına bile lâyık değildir.” Ama buna karşılık millî değerlerimizi, “bilimsel düşünceye, özgür düşünceye” engel gören solcu yazarlardan Adalet Ağaoğlu''nun romanı Cemil Meriç''in ifadesiyle “Türk edebiyatının yüz aklarındandır?”

Bir kaç yıl sonra Adalet Hanım günlüğüne şu satırları karalar:

— “6 Haziran 1984

(...) Batı''nın da bir aynası var ve onun ''her şey'' olmadığını asıl bu aynadan yansıyanlardan gördüm ben. Bu arada Cemil Meriç cahili olmaktan ise yeniden yeniden utanmaktayım.” (Damla Damla Günler III, s. 73)

Cemil Meriç ise, ne gariptir ki 1 Temmuz 1977''de bir sohbet sırasında şöyle demiş:

— “Sevinç Çokum ile aynı yerlerde bulunduk ama tanışmadık. O da, ben de çekindik. Ne garip, biz Şarklılar tanışmaktan çekiniriz.”

Sadece ''tanışmaktan'' mı, adam gibi tanımaktan da, tanıtmaktan da aynı derecede çekiniriz.

Acaba sebep ne ola: kibir mi, tevazu mu?

Kimbilir, belki de asıl kendimizin cahili olmaktan çekinmediğimiz için...

 

10 Haziran 2007 / Yenişafak-Arşiv

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.