Sosyal Medya

Taha Kılınç: Kalbin selametini tatmak

Demek ki, kalb-i selîm sahibi olmak, makbul bir imana sahip olmakla eş değerdir. Kalb-i selîm için çalışmak, bir insan için olmazsa olmazdır. Hem dünyadaki huzuru hem de âhiretteki necâtı buna bağlıdır.



​“Kalb-i selîm” tamlamasını duymayanımız yoktur. Kelime manası ile açıklayacak olursak, “sükûn ve selamet üzere bir kalp” demek bu. Allah’la iliÅŸkileri yoluna koymuÅŸ, dengeyi ve kıvamı bulmuÅŸ, kullarla arasındaki mesafeyi uygun biçimde ayarlamış, dünyanın ve âhiretin sorumluluklarını yeterince özümsemiÅŸ, dışarıdan herhangi bir müdahaleyle sapmayacak kadar saÄŸlam bir gidiÅŸat tutturmuÅŸ, sükûneti ve selâmeti giyinmiÅŸ bir kalp… Ve Rabbimizin huzuruna çıkaracağımız bütün salih amellerimizin garantisi olan bir kalp…
 
​“Kalb-i selîm” ifadesi, Kur’ân-ı Kerîm’de iki ayette geçer: ​
 
“Ä°brahim de onun [Nûh’un] yolunu izleyenlerdendi. O, Rabbine kalb-i selîm ile gelmiÅŸti...” (Sâffât.83-84)
 
​“[Ä°brahim ÅŸöyle dua etti:] Rabbim, bana hikmet ver ve beni sâlihler arasına kat. Bana, sonrakiler arasında dosdoÄŸru biçimde anılmayı nasip et. Beni, nâim cennetinin varislerinden kıl. Babamı da bağışla, çünkü o sapkınlardandır. [Ä°nsanların] diriltilecekleri gün, beni mahcup etme. O gün, mal da evlat da fayda vermez. Ancak Allah’a kalb-i selîm ile gelenler [kurtulabilir].” (Åžuarâ.83-89)
 
​Her ikisi de Hz. Ä°brahim’in dilinde ifadesini bulan kalb-i selîm tanımlamaları, açık bir ÅŸekilde, Allah’ın huzurunda bir insanın cezadan kurtularak mükafâtı hak edebilmesinin ÅŸartı olarak zikredilmiÅŸtir. Demek ki, kalb-i selîm sahibi olmak, makbul bir imana sahip olmakla eÅŸ deÄŸerdir. Kalb-i selîm için çalışmak, bir insan için olmazsa olmazdır. Hem dünyadaki huzuru hem de âhiretteki necâtı buna baÄŸlıdır.
 
​Kur’ân’da Hz. Ä°brahim’in kalb-i selîm ile Rabbine geldiÄŸi vurgulandıktan sonra, yine onun dilinden bir kalb-i selîm hatırlatmasının daha yapılması, bu büyük peygamberin ÅŸahsiyetine ayrı bir ÅŸekilde odaklanmayı ve onu doÄŸru biçimde anlamayı gerektirmektedir. Ana baÅŸlıklar halinde, Hz. Ä°brahim’den almamız gereken baÅŸlıca dersleri ÅŸöyle sıralamamız mümkün: ​
 
- Evvela, saÄŸlam ve sarsılmaz bir iman ile, Âlemlerin Rabbi Allah’a baÄŸlanmak,
 
- Teslimiyet ve tevekkülde, tamamen kendini Allah’a bırakmak, ​
 
- Tek başına bile kalsa, imanında sebattan ayrılmamak, ​​
 
- En yakınlarından gelecek itirazlara rağmen,
 
- Allah’a kulluktan vazgeçmemek, ​​
 
- Allah’ın kullarına karşı merhameti ve ÅŸefkati elden bırakmamak, ​
 
- Allah’ın kullarına karşı merhamet ve ÅŸefkat gösterirken,
 
- Allah’ın hududunun aşılması ​tehlikesi ortaya çıkarsa,
 
- Allah’ı seçmek, ​
 
- Kullara izzet-u ikrâmı bol tutmak, elini sürekli açmak ve Allah’ın verdiklerini dağıtmak, ​​
 
- YumuÅŸak yürekli, âh ve enîn sahibi olmak, gözlerinden yaşı eksik etmemek, ​
 
- Evlad-u iyâlini iman, namaz ve tevekkül üzere terbiye etmek, ​
 
Kur’ân-ı Kerîm’de “babamız” olarak tanıtılan Hz. Ä°brahim’in bu mükemmel örnekliÄŸi, Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’de çok çeÅŸitli biçimleriyle somutlaÅŸmış, mücessem hale gelmiÅŸ ve sahih kaynaklar aracılığıyla bize ulaÅŸmıştır. Efendimizin sünnetindeki incelikler ve güzellikler, bize kalb-i selîm sahibi olmanın anahtarını sunan muhteÅŸem bir yol haritasıdır.
 
​Sünnet-i seniyyenin krokisini çıkarsak ve önümüze sersek, kalb-i selîm kıvamına ulaÅŸabilmenin en önemli yönteminin ÅŸu sırda gizli olduÄŸunu fark ederiz: Kendimizi kontrol. Ä°rfan geleneÄŸimizde “murâkabe” olarak özetlenen bu hal, insanı kalb-i selîm derecesine çıkaran ana formüldür. Hastalıkta-saÄŸlıkla, iyi günde-kötü günde, öfkede-sevinçte, darlıkta-varlıkta, bollukta-yoklukta, gençlikte-ihtiyarlıkta… Kısacası hayatın her alanında ve her döneminde, insan kendisini sürekli kontrol altında tutmalı, başı boÅŸ bırakılmadığını bilmeli, ipleri gevÅŸettiÄŸi anda kalbinin ilmeklerinin de gevÅŸediÄŸini farkında olmalıdır. ​
 
Rasûlullah Efendimiz’in, “Bana öyle bir nasihatte bulun ki, beni cennete ulaÅŸtırsın. Ama çok da uzun olmasın, aklımda tutamam” diyen sahabîye, “Öfkelenme!” deyiÅŸi, o zat birkaç defa sorusunu tekrarladığında, her seferinde yeniden “Öfkelenme!” diye vurgulayışı (Buhârî, Edeb, 76), kendimizi nasıl kontrol edeceÄŸimizin de baÅŸlangıç noktasıdır. Öfkelenmemek, sinirini zapt etmek, insanları affetmek, öfkesini yutmak… Bunlar, aynı zamanda Kur’ân’da da övülen özelliklerdir (Âl-i Ä°mrân.134, Åžûrâ.37). ​
 
Peki, Ä°slâm, bizden hiçbir ÅŸeye sinirlenmeyen, hiçbir ÅŸeye öfkelenmeyen, gidiÅŸata dair herhangi bir konuda öfke ve kızgınlık duymayan, çevresindeki hadiselere tepki göstermeyen, sürekli başı önünde, refleksleri tamamen yok olmuÅŸ, kendisine dayatılan her ÅŸeye boyun eÄŸen insanlar olmamızı mı bekliyor? Elbette hayır. Günlük muamemelerimizde ve insanlarla rutin iliÅŸkilerimizde öfkelenmemeyi ve affetmeyi bir fazilet olarak zikreden Kitâbımız, kâfirlere karşı gayzımızı ve kinimizi her daim diri tutmamızı da emrediyor bize (Tevbe. 73, Tahrîm.9). Allah’ın sevdiÄŸi ve Allah’ı seven Müslüman bir toplumu “kâfirlere karşı zorlu ve izzetli” olarak tanımlayan (Mâide.54) Kur’ân, Müslümanların “birbirlerine karşı muhabbetli ve müÅŸfik”, kâfirlere karşı ise “ÅŸiddetli ve dik baÅŸlı” olduklarını vurguluyor (Feth.29). ​
 
Öfke ve öfkeyi dizginleme konusunda yine Kur’ân’dan öÄŸrendiÄŸimiz ve Efendimiz’in tatbikatında yakından gördüÄŸümüz pratik ölçüler de var: ​
 
- Ä°slâm’a fiilî bir saldırı olduÄŸunda, ona misliyle karşılık vermek bir görevdir. Ancak bunu ​yaparken muhataplarımızın putlarına sövmemiz (En’âm.108), onlar Allah’ın ayetlerini ​yalanlarken veya alaya alırken onlarla birlikte oturmaya / sohbete devam etmemiz ​(En’âm.68, Nisâ.140), Allah ve Rasulünün yalanlanmasına neden olacak ÅŸekilde onlara ​malzeme vermemiz (Bakara.104), haddi aÅŸmamız ve ileri gitmemiz (Bakara.190, Nahl. ​126) yasaktır. ​
 
- Günahkâra deÄŸil, günaha öfke duymak ana hedeftir. Günahkâr kardeÅŸimizi öfkemizle ​ezmek yerine, o günahtan kurtulabilmesi için ÅŸefkatle yanımıza çekmeye çalışmak, en ​doÄŸru davranıştır. ​
 
- Yanlışlara sadece öfkelenmek ve sinirlenmek, o yanlışların düzeltilmesi için yetmez. ​“Emr- i bi’l-ma’rûf neyh-i ani’l-munker” hassasiyetiyle, bir kötülük görüldüÄŸünde önce elle ​müdahale edilmesi gerekir. Elle müdahale, o kötülüÄŸün ortaya çıkmasına yol açan bütün ​vesile ve vasıtaların yok edilmesi için çalışmaktır. Bu ameliye, yerde görülen müstehcen ​bir kağıt parçasını baÅŸkalarının günahına neden olmasın diye yırtıp çöpe atmaktan ​İslâm nizamının tam olarak tatbik edildiÄŸi siyasal bir yapı oluÅŸturmaya kadar, gayretler ​silsilesinin tamamını kapsar. Elle müdahale aÅŸamasından hemen ve hızlı sonuç​ alınamıyorsa veya elle müdahale o anda mümkün deÄŸilse, o kötülüÄŸün ortaya çıkmasının ​ve yayılmasının dille (günümüzde yazarak belki?) önlenmesi aÅŸamasına geçilir. Bu da ​imkân dahilinde deÄŸilse, o zaman ​kalben buÄŸz edilir. Ki, Efendimiz’in tanımıyla, kalben ​buÄŸz etme hali, “imanın asgarî noktası”dır. Hadisin açık ​iÅŸaretine göre, bir kötülüÄŸe, en ​azından kalbiyle direniÅŸ göstermeyen bir insanın, imanında sıkıntı olmasından korkulur.
 
​Tüm bu ölçüleri hülasa edecek olursak, ÅŸöyle bir davranış kalıbını önümüze koyabiliriz: ​
 
Mü’min, hayatındaki her ÅŸey gibi, öfkesini de kontrol altında tutabilen kiÅŸidir. Müslüman kardeÅŸlerine ve Allah’ın yarattığı mahlûkata karşı ÅŸefkat, teennî ve merhamet esastır. Sükûnet ve sekînet, mü’minin ana karakteridir. Ancak bu, onun kafasına vurulup ekmeÄŸi elinden alınacak bir koyun olduÄŸu anlamına da gelmez. Mü’minin sakinliÄŸi, Allah’ın hududu ihlal edildiÄŸinde ve kendisine düÅŸmanlık yapıldığında sona erer. O noktadan sonra sakinlik ve sükûnet, zillet ve zulmettir çünkü. Fakat mü’min, göstereceÄŸi tepkinin zamanlaması, biçimi ve boyutu konusunda da başı boÅŸ deÄŸildir. Orada da kendisine Rasûlullah rehberlik eder. Sünnet-i seniyyedeki kutlu ve ÅŸaÅŸmaz ölçüler, bir müslümanın “Allah için” sergileyeceÄŸi öfkenin sınırlarını da belirler. Bu, aynı zamanda, bir mü’minin, sünnete ne kadar ittiba ettiÄŸinin de imtihanı ve ölçüsüdür. ​
 
Tatbiki, kâğıt üzerinde yazılıverdiÄŸinden çok daha zor olan bu davranış kalıbı ise, ihlasla ve samimiyetle, Allah için uygulamaya konulduÄŸundan, kiÅŸiyi kalb-i selîm sahibi yapar. Kalb-i selîm ise onu ebedî huzura ve cennete ulaÅŸtırır.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.