Sosyal Medya

Güncel

Cahit Zarifoğlu'nun günlüklerindeki Fethi Gemuhluoğlu

Cahit Zarifoğlu günlüklerinde Fethi Gemuhluoğlu'nun vefatının ardından şöyle diyor: "Fethi Ağabey gitti. Hepimize bir kalbimiz bulunduğunu, gözü yaşlı olmak gerektiğini anlatarak gitti."



ANKARA 1975, 18 KASIM. Hava yolları terminalinde beÅŸ on dakika kadar Fethi AÄŸabey’i gördük.

24 KASIM. Necatibey Caddesi’ndeki GebeloÄŸullarına ait büroda Fethi AÄŸabey’le oturduk geç vakitlere kadar. KonuÅŸması boyunca iki üç kere halet-i ruhiye deÄŸiÅŸtirdi. Tek tek sevdiÄŸimiz ÅŸairleri sordu. Necip FazılÅžeyh GalipSezai Karakoç

 
 

6 ARALIK. BeÅŸ altı arkadaÅŸ aramızda, Fethi AÄŸabey’in TRT Genel Müdürü olması düÅŸüncesini konuÅŸtuk.

15 ARALIK. Fethi AÄŸabey beni Ä°stanbul’da Kültür Bakanlığı’na baÄŸlı olarak kurulmak üzere olan Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’na genel sekreter olarak aldırmak istiyor.

Ä°STANBUL 1976. Babıâli’de Sabah gazetesinde teknik sekreterliÄŸe baÅŸladım. Sezai AÄŸabey aynı gazetede günlük fıkralar yazıyor. Ä°ÅŸe baÅŸlayalı bir hafta kadar oldu. Kendimi burada yadırgıyorum. Gururlu, kibirli ve kapalıyım; durmadan çay ve sigara içiyor, sıkılıyor, çalışmayı sevmiyorum. Serbest bir böcek olmak, kırlarda diÄŸer böceklerle gezinirken doymak, barınmak ve giyinmek istiyorum.

Ä°stanbul’a Odalar BirliÄŸi’nin yeni kurulan basın bürosunun müdürü olarak geldiÄŸini, bürosunun Tepebaşı’nda falan adreste olduÄŸunu ve beni istettiÄŸini söylediler Fethi AÄŸabey’in. Onu daha önce bir kere, o beni tanımadan ve ben onun o olduÄŸunu tahmin ederek bir dakika kadar görmüÅŸtüm. Bir iki gün gidemedim. Bir haber daha geldi ve ben yine gitmedim. Aradan beÅŸ on gün geçti. Ankara’ya gidip gelmiÅŸ, duydum ve artık ayıp oluyor diye gittim. O zamanlar onun âdeta tek başına bir okul olduÄŸunu bilmiyordum. Merdivenden kısa boylu, fötr ÅŸapkalı, renksiz giysili, hiç dikkati çekmeyen biriyle birlikte çıktık. Birinci katta karşılaÅŸtığımız kapıcıya Fethi AÄŸabey’in bürosunu sordu.

Eski yapı muhkem binanın ilk kattaki geniÅŸ ve yüksek, kalın tahta kapısından birlikte girdik. LoÅŸ bir holden soldaki geniÅŸ odaya geçtik. Fethi AÄŸabey, Beyazsaray’daki bir kitapçıda gördüÄŸüm gibi dinamik, başını eÄŸip, gözlüÄŸünün üstünden bakan, araÅŸtırıcı ve yakalayıcı, hâkim tavırlı deÄŸildi. SinmiÅŸti âdeta. Ä°ki büklüm, âdeta koÅŸarak, telâÅŸlı, neredeyse beceriksizce o beyin elini öptü, ÅŸapkasını aldı. Bana yer gösterirken, benim de o beyin elini öpmem için, seri, unutamayacağım bir iÅŸaret yaptı. Bu iÅŸarete göre, dediÄŸini yapmazsam bu bina yıkılacak, Ä°stanbul çökecek, her ÅŸey birbirine karışacaktı. Ben de elime verilirken beni hiç umursamayan bu eli tutup öptüm. AÄŸabey ayakta bekledi. Efendi “otur” deyince oturdu, ben de oturdum.

Efendi: “Ä°stanbul’a geldiÄŸini duydum. Bugün Fethi oÄŸlumu göreyim dedim. Adresini de bilmiyorum. Evden çıktım. Başımı eÄŸdim ve geldim” dedi. Gözlerini hafifçe kapayarak, başını kalbinin üzerine doÄŸru eÄŸdi bunu söylerken. AÄŸabeyin yüzüne kendisinin aÅŸinası olduÄŸu bir duygunun sessizce gelip, sonra da derisinin altına ağıyormuÅŸ gibi çekiliÅŸini gördüm. KonuÅŸuyorlar. Ankara’dan birkaç isim. Sait, Gülhane’den bir doçent, Kolej’deki bloklarda oturan bir avukat... Önemli olan bu isimler deÄŸil; fakat onlar anıldıkça, küçük aralarla susmaları, kendileri haberdar ediliyormuÅŸ kadar beklemeleri ve bilmediÄŸim bir ÅŸeyin ağır ağır tadını alışları…

Bunları eve gelince düÅŸündüm. Sonra da sık sık aklıma geldi. Oysa o anda bir an önce Fethi AÄŸabey’in ne söyleyeceÄŸini merak ediyor ve gideyim istiyordum. Nihayet Efendi beni sordu: “Bu kim?” “Edebiyat Fakültesi’nde Alman Filolojisi’nde okuyor” dedi AÄŸabey. “Bazı ailevî zorlukları var okuyabilmek için. Yanıma almak istiyorum.” Efendi bana pek bakmadan ve ilgisizce pat diye benim kimselere söylemediÄŸim kalbimin gizli sırrını söyleyiverdi: “Baban hakkında kötü düÅŸünme. Babaların hareketlerinde oÄŸulların bilmediÄŸi hayırlar vardır” deyiverdi. Durdu. O duygusuz görünüÅŸü içinde, kendisinin dahli olmadan dudaklarıyla diÅŸleri arasında peydahlanıp dışa kıvrılarak yere kayıyormuÅŸ gibi ÅŸöyle devam etti: “Ä°yi olur. Telefona bakarsın burada. Åžuraları siler süpürürsün. Toz alırsın.” Beni ne zannediyor acaba diye geçirirken içimden, O, AÄŸabeye baktı. AÄŸabey, “Emredersiniz efendim” dedi.

Bu Efendi bir süre sonra gitti. “Yanımda çalışmanı istiyorum” diye baÅŸladı Fethi AÄŸabey. Ben o zamanlar onun, bir sarsıcı, bir mektep olduÄŸunu bilmiyordum. “Åžu anda bir yerde çalışıyor musun?” diye sordu ardından. Anlattım.

“Arkada bir oda daha var. Orası sana ait olacak, yatar kalkarsın. BoÅŸ zamanlarında odana kapanıp durmadan yazmanı istiyorum. Ä°ÅŸ yoÄŸun deÄŸil. Arada bir basın bültenlerimiz olacak, onları gazetelere dağıtırsın. Åžimdilik buranın iki kiÅŸilik kadrosu var. Biri ben, öteki ise hademe kadrosu. Bir ay içerisinde memur kadrosu da verilecek, seni o zaman oraya alırım.”

“Gazeteye yeni baÅŸladım, izin verin orada kalayım, mühim gazete bizim için.” Sanırım benim bu cevabımı çok ÅŸuurlu bir ÅŸekilde söylenmiÅŸ zannetti. Oysa benim gözüm avare böceklikteydi. “Gazete önemli elbette. Ä°leride hepimizin toplanacağı gazetelerimiz olacak. Bize esas o zaman görev düÅŸecektir. Buralarda bir ÅŸey yapılamaz, senin için ÅŸimdi önemli olan okulun ve her ÅŸeyden önce olgunlaÅŸman, anlaman ve yazmandır.” Ancak ben yine de gazetede kaldım.

ANKARA 1977 EKÄ°M. Ramazan ayı içinde tam Kadir gecesi tamamladığım bir hatimim vardı. Bağışlamak veya bir camide bağışlatmak için nedense vakit olmadı. MeÄŸer sahibini bekliyormuÅŸ.

Fethi AÄŸabey gitti. Hepimize bir kalbimiz bulunduÄŸunu, gözü yaÅŸlı olmak gerektiÄŸini anlatarak gitti.

Ä°ki üç saat süren sohbetlerinden sonra, bizi gafletimizin derinliklerinden çıkarıp, kalbimizin ve omuzlarımızın üzerine koyduÄŸu sorumluluÄŸumuzun tahammül edilmez ağırlığı ve hüznü içerisinde evlerimize dağılırdık. Bir mahalleye imam olmuÅŸsak, kısa süre sonra o mahallenin bakkalı, manavı terazi hakkını korumaya baÅŸlıyor muydu, baÅŸlamıyor muydu? Bir yere memur olmuÅŸsak, o memuriyetin ehli miydik, deÄŸil miydik? Mesai arkadaÅŸlarımız bir süre sonra, dillerinden küfürleri bırakıyor, kadın, içki, kumar kelimelerini yanımızda ağızlarına almaya korkuyorlar mıydı, korkmuyorlar mıydı? Bunlardı mesele. Girdikleri her yerde, ahlâksızlığı, çürümeyi, yabancılaÅŸtırmayı, kalp katılığını zapt altına alabilecek insanları, bu ÅŸahsiyet noktasına getirebilecek yegâne unsur olan Ä°slâm’ın, bizden uzak, yaÅŸamadığımız, kabuÄŸun altındaki o büyüleyici parıltılarını birbiri ardına önümüze boÅŸaltıyor, içimizin bilmediÄŸimiz o kederli açlığını ayaklandırıyor, birkaç gün çöllere düÅŸmüÅŸ gibi yalnızlık çekiyorduk.

Fethi AÄŸabey’le birlikte, zamanımızda ve yaÅŸadığımız düzen içerisinde, zaten havuzuna giremediÄŸimiz derviÅŸliÄŸin, sohbete, birilerinin önünde diz çökmeye baÄŸlı büyük medeniyetin büyük fırsatlarından biri daha gitti.

 
 

ANKARA 1975, 26 KASIM. Fethi AÄŸabey’le Rasimlerdeydik (Özdenören) bütün gece. Uzun uzun neÅŸeli konuÅŸuyor, daha çok arkadaÅŸların çocuklarının isimleri üzerinde duruyor. Ä°smail kıpkırmızı oturuyor. Fethi AÄŸabey bu gece kendi içinde kapılıp daldığı bir meÅŸguliyeti seyrediyor gibi, bizi kendi dışındaki bir Fethi ile oyalıyor âdeta. Harmanlamıyor. Biraz tutup bırakıveriyor. Gülüyor. Hatta iÄŸneleyerek takılıyor. Ve birden, hiçbirimize saatin bir hayli ilerlediÄŸini çaÄŸrıştırmayan, fakat yalnız ölümü ve O’nun ölümünü çaÄŸrıştıran cümlesini söylüyor: “Vakit daraldı çocuklar.”

(Cahit ZarifoğluMavera Dergisi, Kasım 1977)

 

Yavuz Selim GüneÅŸ aldı

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.