Sosyal Medya

Güncel

İlmi Kelamda İçtihad ve Tecdid

İstanbul Şehir Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi’nden neşet eden İslami İlimler Kulübü (İSİF), daha 2 hafta öncesine kadar varlığından haberdar olduğum bir oluşum değildi.



Åžehir Ãœniversitesi’nin bir mensubu olmasam da yıllardır buraya sıkça uÄŸrayan biri olarak Ä°SÄ°F’i hiç duymamış olmam açıkçası beni ÅŸaşırtacak bir durumdu. Nihayet, 2 hafta önce sosyal medyada gördüğüm bir afiÅŸ ise Ä°SÄ°F’ten haberdar olmamı saÄŸladı: “Ä°lmi Kelamda İçtihad ve Tecdid

Benim gibi “arayışta” olanlar ÅŸu iki kelimenin yarattığı heyecanı bilirler: İçtihad ve tecdid.

Anlama kapasitemiz yetsin yetmesin, bir kitabın adında bu kelimeler varsa o kitap alınır; bir etkinlik bu kelimeler çevresinde oluÅŸturulmuÅŸsa o etkinliÄŸe gidilir; velhasıl, gökten üç elma düşse bizim payımıza düşen “tecdid” olsun istenir. Pek tabii, bunun arkasında yatan hikâye, modern hayatın getirdiÄŸi ikilemlerde boÄŸulmama çabasıdır. Ancak konuyu daha da dağıtmayalım. Asıl mevzu, gördüğüm afiÅŸin benim ilgimi cezbetmesiydi.

Öte yandan, etkinliÄŸin baÅŸlığı, beni heyecanlandıran ve etkinliÄŸi ajandama not almamı saÄŸlayan tek etken deÄŸildi. En az baÅŸlık kadar ilgi çekici olan unsur, konuÅŸmacının ta kendisiydi: Talha Hakan Alp Hoca. Son dönemlerde katlanarak büyüyen bir ilgiyle takip ettiÄŸim –ve kesinlikle bu hususta yalnız olmadığım- bir isim, en ilgi çekici ve aynı zamanda en hassas konulardan biri hakkında, o cesur üslubuyla konuÅŸacaksa orada olmam gerekiyordu. Nitekim oldum da.

Tecdid nedir?

Bu yazının etkinliÄŸin “ÅŸunu konuÅŸtu, bunu dedi” kısmını sırayla aktaran türden bir etkinlik yazısı olmasını istemiyorum. Zaten girizgâhı da fazlasıyla öznel bir anlatımla yaptım bu sebeple. Benim bu yazının amacı olsun istediÄŸim ÅŸey, buz gibi 13 Aralık akÅŸamında Åžehir Ãœniversitesi Güney Kampüsü’nün bodrum katındaki bir oditoryumda toplanan gençlerin kulak kesildiÄŸi “dert yanışı” kısa ve öz ÅŸekilde aktarmak.

Peki, nedir bu “dert yanış”, nedir bu “dert”?

Hamasi laflar edecek yaÅŸa da birikime de sahip deÄŸilim ama günümüzün getirdikleri ile inancımızın getirdiklerinin yolları nerede kesiÅŸiyor da nerede ayrılıyor meselesi bizim neslin en büyük problemi, en büyük sorgusu desem abartmış olmam diye düşünüyorum. Arada düşünüyorum, Ä°slam tarihinde bunca iç ayrışma, bunca “itikadi” düzlemli çatışma var; acaba çok mu büyütüyorum içine düştüğümüz müphemlik sarmalını diye. Ancak farklı okumalar yaptıkça Sanayi Devrimi sonrası dünyanın, akabinde de postmodern dünyanın nesillerinin –yani bizlerin- farklı bir kırılma noktasında olduÄŸuna ikna olur gibi oluyorum. Ä°ÅŸte bu noktada “tecdid” kavramı, keÅŸfe çıkılacak ve cevaplar bulunacak bir ufuk olarak önümüzde beliriyor. Ancak o ufku seçebilmek için de o ufka eriÅŸmek için de atlatılması gereken nice zorluk mevcut. Talha Hakan Alp Hoca’nın tüm konuÅŸmasının özeti de bu zorluklardı esasında.

Her ÅŸeyden önce “tecdid” nedir? TürkçeleÅŸtirirken yenileme diyoruz fakat neyi yenileme?

Gördüğümüz kadarıyla, yenileme kelimesi elde taşınan bir bomba gibi, tutanın elinde patlıyor. Talha Hoca da bahse buradan girdi. Tecdidin eskiyi yeniden tahkim etme, ona taze kan verme anlamında bir yenilemeyi mi yoksa toptan bir yenilik getirme anlamında bir yenilemeyi mi ifade ettiÄŸi sorusunu ele aldı. Kelimenin kökeninden yola çıkarak ikincisinin anlaşılması gerektiÄŸini belirtti. Burada kelimenin kökeninden yola çıkıp sunduÄŸu budama misali önemliydi. AÄŸacın vaktiyle meyve vermiÅŸ ve fakat daha fazla büyümesi için budanması gereken dallarına iÅŸaret ediyordu o misal. Bu misalin ötesinde lafa da gerek yoktu zaten hocanın neyi kastettiÄŸini anlamak için. Kevseri gibi âlimlerin yaptığı tecdid tanımının, yani iki tanımın ilkinin bir kenarda bırakılması gerektiÄŸiydi ana fikir. Ben böyle anladım.

Kadim “tecdid kavgası”

Hani demiÅŸtim tecdid, yani yenileme kavramı elde tutulan bir bomba gibi, tutanın elinde patlıyor. Talha Hakan Hoca hem bu duruma itirazını cesur cümlelerle dile getirdi hem de bu hassas durumun tarihini güzel örneklerle anlattı. Zaten benim gibiler nezdinde Talha Hoca’nın zatını ilgi çekici kılan iki ÅŸeyin samimi arayışı ve cesur sorgulayışı (tabi ki üçüncü olarak da tüm bunları derin ilmi birikiminin süzgecinden geçirerek yapması) olduÄŸu göz önünde tutulursa, biz dinleyicilerin beklediÄŸi ÅŸeyler de bu örneklerdi.

Tecdid meselesine karşı yaklaşımların tarihte de ne tip “sıkışmalara”, ne tip ikilemlere yol açtığını görmek düşündürücüydü. KonuÅŸmanın kelam ilmi ile yolunun kesiÅŸmesi de bu örnekleri sıralarken oldu zaten. Kelam ilmini doÄŸuran arka plan doÄŸrudan o “sıkışmalardan” doÄŸmuÅŸtu. Tecdide karşı duralım diyenler dahi çeliÅŸkili denklemler kurmuÅŸtu. Sünnet denen birçok ÅŸeye karşı katı bir tavırla “bid’at” diyen sufi akımlar ve Allah’ın arÅŸa istiva ettiÄŸini bildiren ayetlere yönelik yorumlar ve irade kavramının yarattığı paradigma kırılmaları… Tevile karşı tavır alanların yaptığı teviller gerçeÄŸi… Her bir örnek, bu denklemin farklı bir yerini teÅŸkil ediyordu. Bir yandan da tecdid ihtiyacının yahut en azından tartışmasının kadim bir mesele olduÄŸunu anımsatırcasına, ilk dönem kelamcıların akıl-vahiy dengesini kurma konusunda ortaya koyduÄŸu zihinsel faaliyetin seviyesinin ne kadar yüksek olduÄŸuna iÅŸaret ediyordu.

Fakat Talha Hoca’nın da dediÄŸi gibi, bugün dahi o zamanki seviye yakalanamıyor. Bunu da –yine oldukça- cesur bir-iki cümleyle gerekçelendiriyor kendisi: “Samimi çaba gösteren insanları nas diye pataklıyoruz. Âlimler geçmiÅŸte de neler çekti bu mesele yüzünden, bid’atçı yaftası yapıştırmaya hazır güruhlar yüzünden… Selefiler gelenekçi denenleri, gelenekçiler modernist denenleri hep aynı sopayla pataklıyor. Biz problemlerimizle birbirimizle kavga etmeden yüzleÅŸsek bu sorunların üstesinden geliriz, inanıyorum ki belli esneklikler kazanıp birbirimizi yemeyiz…”

Ekliyor: “Nas denen meseleyi de konuÅŸmamız lazım.”

Ve yine ekliyor: “Tüm sorunlar salt Kur’an, Sünnet lafızları baÄŸlamında düşünülüyor. Sorunlar buraya havale ediliyor.”

Talha Hoca, o elde patlayan bombaya elini uzatırcasına bu cümleleri sarf ederken kendime ÅŸunu soruyorum ben de: Ä°leride bir gün hangi noktada olacağımı kestirmek güç –Allah doÄŸrusuna iletsin- ancak bu cümleler tam da baÅŸta beni bu etkinliÄŸe iten “dertleri” sıkıca kavramıyor mu? Aradığım bir ilhamı yüreÄŸime/aklıma sezdirmiyor veya müphemliÄŸin bulanık sularına bir ışık huzmesi gibi sızmıyor mu? Sanıyorum bunların cevabı “evet”. Evet; kavrıyor, sezdiriyor ve sızıyor. Bu cevabın yanında konuÅŸmadan kalan ÅŸu söz de zihnimde dolanıyor: “Din, sergilenen, statik bir ÅŸey deÄŸil; yaÅŸanan, dinamik, içselleÅŸtirilmesi gereken bir ÅŸey.

Peki nasıl?

 

Deniz Baran / Dünya Bizim

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.