Sosyal Medya

Makale

Düşüncenin Tekamülü

Kur’an, düÅŸünceyi ve düÅŸünmeyi ÅŸiddetle tavsiye eden bir üst kanunlar manzumesidir. DüÅŸünmek, zaten akıl sahibi insanı diÄŸer canlılardan ayıran en önemli ayırt edici özelliktir. Akıl varsa, düÅŸünmek de hem gereklidir hem de mümkündür. Zaten insan, düÅŸünme faaliyetiyle hayatı imar eder ve edebilir.

DüÅŸüncenin tekâmülü için kelime lazımdır. Beyin bir mutfak, akıl da o mutfakta aÅŸçıdır. AÅŸçının/aklın eline malzeme lazım ki imal mümkün olsun, mamul çıksın. Malzeme bilgidir, bilgiyi oluÅŸturan ise kelimelerdir. Kelimeler hayattır, hayat da kelimeler ve kelam üzerinden yürüyen, seyreden bir gerçekliktir. KiÅŸinin hayatı ve hayata baÄŸlı zenginliÄŸi, kelimeleri ve daÄŸarcığı kadardır. O açıdan hayatımızı, kelimeleri çoÄŸaltarak ve zenginleÅŸtirerek zenginleÅŸtirmeliyiz.

Kelam-ı İlahi (Kur’an) kelimeler üzerinden nazil olmuÅŸtur. Rabbimiz kelama ve kelimelere öyle bir bereket yüklemiÅŸtir ki insan, son ana kadar kendisini bu kelimeler üzerinden ifade edecek ve hayat da bu kelimeler üzerinden sürecektir. İnsanı imtihana tabi tutmayı murad eden Rabbimiz, kullarını sınav için birtakım dinamiklerle mücehhez kılmıştır; akıl da bunlardan önemli bir tanesidir. DiÄŸer dinamikleri saymak istersek; vahy, peygamber, irade, güç-kuvvet, beden-saÄŸlam duyular, zaman, mekan ve imtihan için peÅŸin verilen deÄŸerler olarak zikredilebilir.

Bu manada akıl, isim olarak deÄŸil fiil olarak gelir tüm ayetlerde. Aklı harekete geçirmenin, aktif etmenin gerektiÄŸine dair ilahi telkinler yapılır. 

“Allah’ın izni (akıl ve irade vermek suretiyle) olmasaydı, hiçbir insan imana eremezdi! O, aklını kullanmayanları pisliÄŸe (rezilliÄŸe) mahkûm eder.” (Yûnus, 100)

İmam Mâtürîdî, “akıl, aynı nitelikte olanları bir araya toplayan, ayrı nitelikte olanları ayıran ÅŸeydir” der.

Aklı kullanmak düÅŸünmeyi gerektirir. “DüÅŸünmek” kelimesi üzerinde düÅŸünüyorum. Belki de düÅŸünmek, düÅŸünceyi düÅŸürmek, aklı derine indirmek olabilir mi? Yani “düÅŸmek” kökünden türeyen “düÅŸürmek”, derine doÄŸru inmek, derunlara doÄŸru yol almak olabilir mi? İnerek, derinlerden deÄŸerli olanı çıkarma çabası mı? Aklımızı, verilmiÅŸ alet edevatı kullanarak kazı yaparak, gizlenmiÅŸ ve saklanmış deÄŸerli hazineyi açığa çıkarma cehdi ve gayreti mi? Allahu a’lem. 

Ama bir de düÅŸünceden ve düÅŸünmekten düÅŸmek, sâkıt olmak var ki bu, bir yok oluÅŸtur. Yani düÅŸünmemek, düÅŸünmeyi ıskat etmek, aklı israf etmek; bu durum, insanın kendisine yapabileceÄŸi en büyük kötülüktür.

Konumuzun baÅŸlığında mezkûr kavramlar, Kur’an’da geçen aklın bazı fakültelerini ele veriyor. Akıl da bir üniversite gibidir ve onun da fakülteleri vardır. Bu üniversiteye baÄŸlı tüm birimlerin yerli yerince, saÄŸlıklı, muharrik, uyumlu ve koordineli çalışması gerekir ki istenen sonuç (kulluk) elde edilebilsin. İnsan denen harikulade varlık, yeryüzünde sorumluluÄŸunu icra edebilsin.

İnsanı harikulade bir varlık olarak yaratan, ona bir mesuliyet yükleyen ve önemli bir vazifeyi ifa için görevlendiren Rabbimiz, bu muvazzaf varlık için gerekli olan her türlü cihazı, enstrümanı ve eÅŸyayı da var etmiÅŸ ve emrine amade kılmıştır.

Tezekkür, tedebbür, teakkul, tefakkuh, tefekkür… Tüm bu kelimeler Arapçada “tefe’ul” babından gelir. Dilbilgisinde tefe’ul babı, bir iÅŸi üstlenmek ve çaba göstermek anlamındadır. Yani bu kalıptan gelen kelimeler, kiÅŸiye bir ÅŸeyi elde etmek için zor kullanma, harekete geçme, elinden geleni yapma, cehd etme, gayrete gelme, elde etmek için çabalama manalarını içerir. Hülasa, tefe’ul babından gelen kelimeler muhatabına irade kullanımı ve sorumluluk yükler. 

Bu babdan daha birçok kelime zikredilebilir: teÅŸekkür, tenezzül, teneffüs, tebellür, tenevvür, teyakkuz, terennüm, tesellüm, temekkün, tevekkül, tealluk, tekerrür gibi. Saydığımız bu kelimelerin tamamı tefe’ul babından masdar kavramlardır. Mütalaa edeceÄŸimiz kavramların tamamı da aynı babdan gelmektedir: Tezekkür, tedebbür, teakkul, tefakkuh, tefekkür… Hepsi tefe’ul babındandır. 

Arapçada sülasi mücerred (kökü üç harfli) fiiller vardır. Bu fiiller, ziyade harflerle farklı kalıplara dökülerek ayrı ve çok zengin anlamlar kazanabilirler. 

Åžimdi bu önemli kavramları, içinde geçtikleri bazı örnek ayetlerle izah etmeye çalışalım.

Tezekkür

Akıl üniversitesinin fakültelerinden biridir. “Zikr”, bir ÅŸeyi hatırlamak, yâd etmek, anmak, hatıra getirmek manasına gelir. İbret almak, öÄŸüt almak, düÅŸünerek geçmiÅŸe ve maziye ait gerçeklikler hususunda kafa yormak ve pratik alana uyarlanacak, hayatı ÅŸekillendirecek eylemler ve ameller üretmektir. Tezekkür, öÄŸüt almak için bakmaktır, ders çıkarmak için yoÄŸunlaÅŸmaktır. Anılmaya deÄŸer biri deÄŸilken varlık alemine çıkarılan, sorumluluklar yüklenerek hayatı inÅŸa görevi verilen biri olmanın ehemmiyetini idrak etmektir. Her an Allah’ı hatırda tutmak, asla unutmamak, her iÅŸi bu bilinçle yapmaktır. Hayata ve hadiselere, adı “zikir” olan Kur’an penceresinden bakmaktır. Hz. Peygamber (a.s.) ÅŸöyle buyurur: “Her nerede olursan ol, Allah’a karşı sorumluluÄŸunun bilincinde ol (ittekıllahe haysuma kunt).” Tezekkür ve zikir ÅŸuuruna sahip olma hususunda bu nebevi tavsiye çok manidardır.

“Hiç Rabbinin katından sana indirilenin hak olduÄŸunu bilen kimse ile (hakka karşı) kör davranan kimse bir olabilir mi? Elbet ancak aktif akıl sahipleri öÄŸüt alırlar (yetezekkeru).” (Ra‘d, 19) 

“Fakat ona (Firavun’a) yumuÅŸak bir söz söyleyin; belki öÄŸüt alır (yetezekkeru) veya korkar.” (Tâhâ, 44) 

“Yoksa gece saatlerinde secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini uman kimse (o inkârcı gibi) midir? De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” DoÄŸrusu, ancak akıl sahipleri öÄŸüt alır (yetezekkeru).” (Zümer, 9)

Tedebbür

“Dübür”, bir ÅŸeyin sonu, arkası demektir. Burada bir sonralık, müstakbel, gelecek anlamı vardır. Tedbir almak da bu manada, bir ÅŸeye dair önlem almak, hassasiyet göstererek sonunu düÅŸünmek ve ona göre davranmak, eylem ortaya koymaktır. Tedebbür, aklın bir iÅŸlevidir. Akıl burada sonucu hesaba katarak hareket etmeli, geleceÄŸe dair tedbir almalıdır. Ahiret ve akıbet hususunda tedebbür etmemizi emreden Rabbimizin ahkâmına uymalıdır. Tedbir almak bir sorumluluktur. “Evvel tedbir, sonra tevekkül” iÅŸin sırrına vakıf olanların eylemidir. Kaldı ki tedbir tevekküle, tevekkül de tedbire mâni deÄŸildir. Çünkü “tedbirde kusur eden, takdire bühtan eder”. Güzel bir karşılık için, finalde mutlu ve mesut olmak için tedebbür ÅŸarttır.

“Onlar Kur’an’ı iyice düÅŸünmüyorlar mı (lâ yetedebberûne)? EÄŸer o, Allah’tan baÅŸkası tarafından (indirilmiÅŸ) olsaydı, mutlaka içinde birçok çeliÅŸki bulurlardı.” (Nisâ, 82) 

“Onlar Kur’an’ı düÅŸünmüyorlar mı (lâ yetedebberûne)? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitleri mi var?” (Muhammed, 24)

Teakkul

“Akıl”, baÄŸ kuran araçtır. Araplar devenin ön ve arka ayağını çapraz baÄŸlayan ipe de “ukl” derler. Akıl, insanı mutlaka bir yere baÄŸlamalıdır. Tercihini iyi yaparsa doÄŸru yere, kötü yaparsa yanlış yere baÄŸlar. Allah Teâlâ, insana aklı, saÄŸlıklı baÄŸlar kursun ve düÅŸünsün diye vermiÅŸtir. Bu manada akıl, insanı evvela Rabbine ve sonra var olan her ÅŸeye muhakeme ederek, irtibat kurarak baÄŸlamalıdır ki sonuca ulaÅŸabilsin. Bu manada saÄŸlıklı akıl, vahyin emrine giren akıldır. Teakkul, aklın makul olanı arama ve bulma çabasıdır. Kur’an, aklı kullanmaktan bahseden ayetlerde “efelâ”, “leallekum”, “in kuntum” ifadeleriyle; “hâlâ akıllanmayacak mısınız?”, “umulur ki akıllanırsınız”, “eÄŸer aklederseniz” gibi vurgularla dikkatlerimizi bir yere toplar. Konumuzla ilgili bazı ayetler:

“(Ey Yahudiler!) İnsanlara iyiliÄŸi emredip de kendinizi unutuyor musunuz? Hâlbuki kitabı (Tevrat’ı) okuyorsunuz. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz (lâ ta‘kılûn)?” (Bakara, 44) 

“Onlardan birçoÄŸu (yahudiler) (Allah’ın kelâmını) iÅŸitirlerdi de iyice anladıktan (akılları onayladıktan) sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi.” (Bakara, 75) 

“(Yahudi âlimleri) onlara: “Allah’ın size açtığını (Peygamber’in sıfatlarını) insanlara (müslümanlara) söylemeyin” dediler. Müslümanların aleyhinizde Rabbiniz katında bir delil getirmemeleri için mi? Siz aklınızı kullanmıyor musunuz (lâ ta‘kılûn)?” (Bakara, 76) 

“İşte Allah, aklınızı kullanırsınız diye (ta‘kılûn) size ayetlerini böyle açıklıyor.” (Bakara, 242) 

“De ki: Gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir ÅŸeyi ortak koÅŸmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik endiÅŸesiyle çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaÅŸmayın, haksız yere Allah’ın haram kıldığı cana kıymayın. İşte bunlar Allah’ın size emrettikleridir. Umulur ki aklınızı kullanırsınız (ta‘kılûn).” (En‘âm, 151)

Tefakkuh

Aklın, önce ve sonra arasında irtibat kurarak, kendini dinamik kılarak yaÅŸanan zamana ve ana dair düÅŸünce üretmesi, istinbat ve istidlal etmesidir. “Fıkh”, kiÅŸinin lehinde ve aleyhinde olan bilgiye sahip olmasıdır. Bu manada tefakkuh, hikmeti ve murad-ı ilahiyi elde etmek için aklî tüm dinamikleri devreye sokarak düÅŸünmektir. Mevcut ana kaynak (vahy, Kur’an) üzerinden yoÄŸun bir çaba ile en doÄŸru sonuca ulaÅŸma cehdi ve gayretidir. Hayata dair sorunlara somut sonuçlar için aklı tahrik etmektir. En sahih, kalıcı ve sabit deÄŸerleri ancak tefakkuh ederek elde edeceÄŸimizin ÅŸuurunda olmaktır. Çünkü vahy, bu varlık aleminde muazzam bir kompozisyon bütünlüÄŸü içinde her ÅŸeyi harikulade bir ÅŸekilde monte eden Yüce Otorite’nin bize tüm delilleri, hücceti ve burhanı sunduÄŸunu bildiriyor. Arayacağımız her ÅŸeyi bu deliller üzerinden aramamız gerektiÄŸini öÄŸretiyor. Tefakkuh, düÅŸünce üretmektir. İctihad aklın cihadı, cihad ise bedenin ictihadıdır. Var olan tüm imkanları seferber ederek sabit ve deÄŸiÅŸmez ilkelerle deÄŸiÅŸen hayatı ve ÅŸartları fıtrata uyarlamaktır.

“(Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbih eder. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir ÅŸey yoktur. Ne var ki siz onların tesbihini anlamazsınız (lâ tefkahûne). Åžüphesiz O, halîmdir, çok bağışlayandır.” (İsrâ, 44) 

“Mü’minlerin hepsinin toptan sefere çıkmaları doÄŸru deÄŸildir. Onların her kesiminden bir grubun dinde derinleÅŸmek (li yetefekkahû) ve (geri döndüklerinde) kavimlerini uyarmak için (Peygamber’in yanında kalmaları) gerekir. Umulur ki (kötülükten) sakınırlar.” (Tevbe, 122)

Tefekkür

“Fikir”in mekân bulması, yer tutması, fikirde derinlik kazanmak, derin düÅŸünmektir. Aslında “fikretmek” ile “tefekkür etmek” farklı ÅŸeylerdir. Zira sığ düÅŸünmek, fikretmek insanı hakikatten koparabilir. Ancak derinliÄŸine bakarak, fikre kaynaklık edecek temel dinamik ilahi öÄŸreti olursa, tefekkür etmek mutlaka hakikate baÄŸlar. Tefekkür, insanda kalıcı ve muhkem bir sonuç doÄŸurur. Sadece görünene deÄŸil, arka planına da bakma feraseti kazandırır. Vitrinin yanıltıcı olabileceÄŸini ikaz eder. Ancak tefekkürle kapsamlı ve kuÅŸatıcı bir bakış açısı yakalanacağını ihtar eder. Kur’an’da fikretmenin zararlı sonuçlara ulaÅŸtırabileceÄŸine dair misallerden biri ÅŸudur (ki bu da aklın çivisinin çıkması, verilen bu nimetin israf edilmesinden baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir):

 “Çünkü o (Veliaht Velid b. MuÄŸire) düÅŸündü (fekkere), ölçtü biçti (kaddere). Kahrolası, nasıl (bir yanlış) ölçtü biçti! Yine kahrolası, nasıl (bir yanlış) ölçtü biçti! Sonra baktı. Sonra kaÅŸlarını çattı, suratını astı. En sonunda sırtını dönüp büyüklük tasladı ve “Bu, olsa olsa nakledile gelen bir sihirdir” dedi. “Bu, insan sözünden baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir.” (Müddessir, 18-25)

O, fikretti (fekkere) ancak takdiri ve ölçmesi (kaddere) batıldan yana oldu. Batıla hükmetti. EÄŸer tefekkür (tefekkere) edebilseydi, hakkı onaylamaktan baÅŸka çıkar yolu olmayacaktı ve kazanacaktı; peÅŸinden gidenleri de hidayet yoluna sevk etme nimetine eriÅŸecekti. Mekkeli müÅŸrik Velîd b. MuÄŸîre hakkında indiÄŸi rivayet edilen bu ayetler, KureyÅŸ’in ileri gelenlerinden çok sayıda oÄŸlu ve mal varlığı bulunan bu negatif tipolojiyi tasvir ediyor. O, fikretti ama tefekkür edemedi. Allah’ın kendisine lütfettiÄŸi nimetlere ÅŸükredeceÄŸi yerde hem Allah’a hem de Peygamber’e karşı nankörlük etmiÅŸ, İslam’ı boÄŸmak isteyenlere öncülük edenlerden olmuÅŸtu. MüÅŸrikler, bu zavallı fikir babalarına Hz. Peygamber (a.s.) ve tebliÄŸ ettiÄŸi Kur’an’a karşı nasıl bir tavır takınmaları gerektiÄŸini sormuÅŸlar, o da düÅŸünüp taşındıktan sonra Hz. Peygamber’in bir sihirbaz, Kur’an’ın da önceki sihirbazlardan intikal eden bir sihir, bir beÅŸer sözü olduÄŸunu insanlar arasında yaymalarını tavsiye etmiÅŸtir. Burada tefekkür etmeyen, fikrini ÅŸirkten yana kullanan kötü bir örnek vardır.

“Dileseydik onu (ÅŸu anlatılan kötü örneÄŸi) bu ayetlerle yükseltirdik. Fakat o, dünyaya (tamahkârca) saplandı ve hevesinin peÅŸine düÅŸtü. Onun durumu, üstüne varsan da kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp soluyan köpeÄŸin durumuna benzer. İşte ayetlerimizi yalanlayanların durumu böyledir. (Bu) kıssayı anlat; belki düÅŸünürler (yetefekkerûn).” (A‘râf, 176) 

“Dünya hayatının misali ÅŸu gibidir: Gökten indirdiÄŸimiz su ile insanların ve hayvanların yediÄŸi bitkiler birbirine karışmıştır. Nihayet yeryüzü süslerini takınıp süslendiÄŸi ve sahipleri onun üzerinde tam bir hakimiyet saÄŸladıklarını sandıkları bir sırada, bir gece veya gündüz ona emrimiz (beklenmedik bir azap) geliverir. Biz onu, sanki dün yerinde yokmuÅŸ gibi kökünden biçilmiÅŸ bir hale getiririz. İşte Biz, düÅŸünen (yetefekkerûn) bir toplum için ayetleri böyle açıklıyoruz.” (Yûnus, 24) 

“(Biz onları) açık belgeler ve kitaplarla (gönderdik). Sana da bu zikri (Kur’an’ı) indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın ve onlar da düÅŸünsünler (yetefekkerûn) diye.” (Nahl, 44) 

“Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaÅŸtırdığı (yaylım) yollarına gir.” Onların karınlarından çeÅŸitli renklerde bir bal çıkar ki, onda insanlar için ÅŸifa vardır. Åžüphesiz bunda da düÅŸünen (yetefekkerûn) bir toplum için bir ayet vardır.” (Nahl, 69)

Sonuç olarak, düÅŸüncenin tekâmülü, kemale doÄŸru yol alması ve hamlıktan kurtulması için En Yüce Söz’e (Kelam-ı İlahi) kulak vermek gerekir. DüÅŸünmek deÄŸiÅŸmektir; her düÅŸünme faaliyeti deÄŸiÅŸimi celb eder. Hayatta deÄŸiÅŸmeyen tek gerçeklik deÄŸiÅŸimdir. İnsan sürekli hareket halinde olmalıdır; hareket, hayata dair Allah’ın koyduÄŸu deÄŸiÅŸmez bir yasadır. Tekâmül için de düÅŸünmek için de hareket ÅŸarttır. Ontolojik hakikat üzerinde tefekkür, tezekkür ve teakkul edenler, sadece varlıktaki hareketliliÄŸi Yaratıcı kudretin varlığına (Allah’a) delil saymışlardır ki, el-hak doÄŸrudur.

Her nimetin ÅŸükrü kendi cinsinden olmalıdır. Bu manada akıl nimetinin ÅŸükrü de tefekkür, tezekkür, tedebbür, teakkul ve tefakkuh’tur. Bu beÅŸ kavram birbirleriyle hem aynı hem ayrı anlamlara gelirler. Bu beÅŸ kavram, birbirlerini takviye ve tahkim ederek bir bütünü izahta hayati öneme sahip bir görev icra ederler. 

Hülasa, akıl vahye uymalı; akıl, bu fakülteleri aktif kılmalı ve koordinasyonunu muhakkak saÄŸlamalıdır. Vahye uyan akıl, temiz ve selim akıldır. Çünkü aklın emniyetini esas alan tek hak mesaj ve din İslam’dır. Akıl vahye uyarsa yol bulur, yol bilir, yol alır ve menzile ulaşır. Uymazsa yolda kaybolur, savrulur, kavrulur ve sonunda inkâr, pozitivizm veya rasyonalizm duvarına toslar, yamulur.

 

Yasin AydoÄŸan

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.