Sosyal Medya

Makale

Varoluşsal Sorunlar Karşısında İnsan

Varlık, var olan ve varoluÅŸ olarak kategorik bir ayrıma tabi tutulur.  Varlığın kendisi, üzerine tartışmalar yapılan bir olgu olarak öne çıkmaktadır. Teorik çerçeve içinde varlığa dair yeni yaklaşımlar geliÅŸtirilmektedir. Kadim kültür içinde varlık, tanrısal olanı da içerecek ve yaratılmış bütün varlığı kuÅŸatan bir anlam dünyasına sahiptir. Varlık öncelikli bir yaklaşım öne çıkarılmaktadır. Ama modern düÅŸünce baÄŸlamında varlık olan ile sınırlandırılmış bir anlama tekabül ettirilmektedir. O yüzden mevcut olan varlığın kendisi olarak tanımlanmaktadır. Varlığın ne olduÄŸunu ise özne/insan aklının doÄŸa/varlığı tasviri olarak betimlemektedir. VaroluÅŸ ise var olanın indirgenmiÅŸ halinin getirdiÄŸi sorunlara bir çözüm arayışı olarak öne çıkarılmaktadır. Özellikle psikolojik, sosyolojik süreç içinde var oluÅŸ meselesi bilgi meselesi ile iliÅŸkili olarak yorumlanmaktadır. Fenomenal yaklaşım üzerinden Husserl, yeni bir anlam kategorisi oluÅŸturmaktadır. Bilinç, bilinçaltı ve bilinç dışı veya üstü olarak kabul edilen tutumun düÅŸünce ve varoluÅŸa getirdiÄŸi anlam derinliÄŸi ayrıca tartışmaya açık bir yapı arz eder. Martin Heidegger ise varlığa geri dönerek anlamı yeniden tartışmaya açmıştır. Ontoloji ve epistemoloji arasındaki gerilim modern düÅŸünce açısından bir sorun alanı olarak durduÄŸu gibi kadim düÅŸünce diye kabul edilen modern öncesi düÅŸünce ile de bir sorunsal alan oluÅŸturmaktadır.

Åžimdi varoluÅŸsal sorunsal alan dediÄŸimizde ne kastettiÄŸimizi tam olarak iÅŸaret edecek bir açıklığa sahip olmamız gerektiÄŸi açıktır. O zaman mevcut düÅŸünce biçimleri ve teorik çerçeveleri bir tarafa bırakarak, insan olarak ‘varoluÅŸsal sorun olarak gördüÄŸümüz ÅŸey ne olmalıdır’ sorusunun peÅŸine düÅŸmeliyiz. Bu noktada ise insanın tanımı ve onun kapsama alanını da dikkate alan bir yaklaşım geliÅŸtirilmezse varoluÅŸsal sorun alanı muÄŸlâk kalacaktır. Çünkü varoluÅŸsal sorun insan ve diÄŸer varlık türleri arasında da farklılık arz edecektir. İnsan, irade ve özgürlük sahibi bir varlık olarak yeryüzünde yaÅŸamı ÅŸekillendiren ve etkileÅŸim içinde kendi varlığını sürdüren bir özellik taşır. Mesele ise, yaÅŸamın nirengi noktası olarak neyin kabul edileceÄŸi meselesidir. Salt insan ve yaÅŸamı dünya hayatı ile sınırlı bir zeminde kabul ederseniz, ortaya çıkacak varoluÅŸsal sorunlar farklı olacaktır. Dinin ifade ettiÄŸi gibi eÄŸer dünya hayatı geçici ve ahiret hayatı/ ebedi hayat vardır ve insan bu dünya hayatını bir imtihan olarak yaÅŸamak ile yükümlüdür diye bakıldığı zaman varoluÅŸsal sorunlar farklılaÅŸacaktır.

Bu noktada yaÅŸam ve insan arasındaki iliÅŸki kadar, yaÅŸamın dünya ve ötesi olarak tanımlanması bakımından da varoluÅŸsal sorunlar farklılık gösterecektir. Bu sadece varoluÅŸsal sorunlar açısından deÄŸil, bilakis, anlam, adalet ve birlikte barış içinde yaÅŸamak gibi temel meselelerde de farklılık arz edecektir. Modern bir bakış üzerinden meseleyi sadece olan ile sınırlandırarak bu konuda ortaya konan bütün düÅŸüncelere eÅŸit mesafede bir yaklaşım geliÅŸtirdiÄŸimizde ise varoluÅŸsal baÅŸka bir alana kaymakla karşı karşıya kalacaktır. Çünkü mesele, sözün söylenmesini yeterli görmeyi mümkün kılarak, her sözün vücuda getirdiÄŸi anlamı olumlayarak bakmayı zorunlu kılar.

Modern zihnin, insan, yaÅŸam, varoluÅŸ ve sorunları üzerine bir yaklaşım geliÅŸtirmeye çalıştığında, din dışında veya dine dayansa da farklı biliÅŸ süreçlerini devreye alan düÅŸünce biçimlerine dayandığı için varoluÅŸa ve varoluÅŸsal sorunlara yaklaşımları zaaf taşımaktadır. Anlam ve adalet duygusu da zedelenmektedir. Sabit ve deÄŸiÅŸken karşısındaki tutumları ise sorunlu olmaktadır. Din ise kuÅŸatıcı bir bakış geliÅŸtirmekte ve insanların sorunları yanında çözüm noktalarını da açığa çıkarmaktadır.

Modern düÅŸünce, insanı, varılan son nokta olarak ‘homo deus’ olarak betimleyerek onu ‘insan tanrı’ biçiminde temellendirmeye çalışmaktadır. Hariri bu ad ile bir kitap yayınladı ve bu kitap aynı zamanda nerede ise bütün kullanılan dillere tercüme edilerek büyük bir muhatap kitlesine ulaÅŸtırıldı. Farklı ülkelerde televizyonlarda söyleÅŸi konuÄŸu oldu. Farklı kitapları da Türkçede yayınlanmıştır. Kabaca, insan tanrı olan insanın yeryüzü macerasının bitmesi karşısında yeni önlemler alınması, uzay serüveni ve benzeri çözümler yanında nüfus azalmasına yönelmesi de tartışma konuları arasında yer almaktadır. Bir taraftan homo deus denirken, diÄŸer yandan bazı insanların yok edilmesi tartışılabilinmektedir. Zaten bu konuda filmler, bilim kurgu yapıları vesaire de sürekli gündemleÅŸtirilmektedir. Meseleyi böyle ele aldığınızda varoluÅŸsal sorunlarınız doÄŸal olarak farklılaÅŸmaktadır. Homo deus ise tıpkı aydınlanma felsefesinde sadece batılı olanların imtiyazı olarak kabulü ve diÄŸer batı dışı toplumların ise sadece aydınlanmaya yönelik bir istek üzerinden yine batılı rehberleri tarafından kabul edildiÄŸinde aydınlanabileceÄŸi gerçeÄŸi her zaman hissettirilmektedir.

O zaman eÅŸitliÄŸin ve adaletin tam olarak gerçekleÅŸmesi için yaÅŸam ve insan dışında kalan bir Güç tarafından ortaya konan bir anlam dizgesinin ÅŸart oluÅŸu belirginlik kazanmaktadır. DiÄŸer türlü eÅŸitlik ve adaletin ikamesi mümkün görünmemektedir. İnsanın kendisine ait olmayan ÅŸeyleri bir sorun alanı olarak kabul etmesi ve çözüm arayışı tam bir sorunsal alan olarak öne çıkmaktadır. Bir insanın diÄŸer insanlar hakkında karar verici olarak öne çıkması da aynı sorunu iÅŸaret eder. Adalet meselesi de benzer bir konumu ihtiva eder. Din aÅŸkın bir kudret eliyle ve aÅŸkınlık üzerinden indirilmiÅŸ bir bilgiye istinat ederek kendi varlık alanını imler. Nübüvvet ise aÅŸkın bir seçilmiÅŸliÄŸi temsil ettiÄŸi için kararı normal bir insan kararı olmaktan çıkmaktadır. Bu durum adalet ve eÅŸitlik baÄŸlamında bir sorun oluÅŸturmayı ortadan kaldırmaktadır. İnsanın aÅŸkınsal boyutu zaten aÅŸkın ile kurulacak bir iliÅŸkiyi normalleÅŸtirmektedir. Her insanın ilahi kudret ile aÅŸkınlık üzerinden baÄŸ kurma imkân ve ihtimali bulunmaktadır. İrfan bu çerçevenin varlığının meÅŸru zeminini inÅŸa etmektedir. İnsanın ruh ile taltif edilmesi, ilahi kudretin bu ruhu kendisine nispet etmesi ve onu yeryüzünün halifesi olarak ilan etmesi de farklı anlamlar ile birlikte insanın sahip olduÄŸu iradesinin neye tekabül ettiÄŸini göstermesi açısından önemi büyüktür.

İnsan, yaratılmış diÄŸer varlıklar gibi yaratılmış bir varlıktır. Ama insan aynı zamanda diÄŸer varlık türlerinde olmayan iki temel özelliÄŸe sahiptir: birincisi, irade, ikincisi ise özgürlüktür. Bu özgürlüÄŸü saÄŸlayan düÅŸünme yetisi de ayrıca dikkate ÅŸayan bir ÅŸekilde idrake konu edinilmelidir. DüÅŸünme yetisi aynı zamanda kendisine gönderilmiÅŸ bilgi ile doÄŸru bir iliÅŸki biçimi kurmasını saÄŸlamada ve bu bilginin yaÅŸama pratik izdüÅŸümlerini doÄŸru uygulamada kendisine öÄŸretilmiÅŸ biçimi üzerinden saÄŸlama imkânı sunmaktadır. Bu çerçeve içinde insanın dinamik bir yapıya sahip olması, çok katmanlı bir özelliÄŸi taşıması, çoÄŸul karaktere haiz özelliÄŸi ile ÅŸartları yeniden inÅŸa etme imtiyazını da taşıdığı gözlenmektedir. YaÅŸam dediÄŸimiz olgu da çok katmanlı, hiyerarÅŸik, dinamik, çoÄŸul karakteri ile de insanın müdahil oluÅŸuna zemin oluÅŸturduÄŸu gözlenmektedir. Evet, yaÅŸam, insanın dokunamadığı alanlara sahip olmaktadır. Ama bu dokunamadığı alanlardan sorumlu tutulmadığı da kendisine bildirilmektedir.

Bu noktada insanın iyi ve kötüyü kendi mecrasında tutması ve eÄŸilim olarak hem iyiye ve hem de kötüye aynı mesafede olması, insanın tutum ve davranışlarının sorumluluÄŸunun niteliÄŸini de göstermektedir. Bu çerçeve içinde insanın karşı karşıya kaldığı durum üzerinden sorumlu olmadığını, karşı karşıya kaldığı duruma yönelik geliÅŸtirdiÄŸi tepkiden hesaba çekileceÄŸi belirginlik kazanmaktadır.

O zaman varoluÅŸsal sorun alanı olarak Yaratıcı Kudret olan Gücü/Allah’ı razı edip etmemek temel bir sorunsal alan olarak iÅŸlevselleÅŸtirilebilir. Çünkü insanın varlığı, varoluÅŸu ve aÅŸkınlığı aynı yeti üzerinden yaÅŸaması, ilahi rızaya eriÅŸmesi ile kemal derecesine kavuÅŸabilir. Bu bilgi, insanın ilahi rızayı eksene alan bir yaklaşım ve anlam dünyası kurmasıyla kendi kurtuluÅŸu için gerekli olanı izah eder. İlahi rızaya eriÅŸmek için gereken ÅŸartlar ise ilahi rızaya taşıyan ÅŸartlar olarak teÅŸmil edilir. Böylece insan, neyi niçin yaparsa yapsın deÄŸil, neyi niçin yapacağının temel ilkesi ilahi rızadır, olacaktır.  İlahi rıza, hem yaÅŸamı, hem ilkeyi, hem insanı ve hem de geleceÄŸi belirleyen temel bir parametredir. İnsanın temel hedefi ise bu ilahi rızaya eriÅŸmek olacaktır.

İlahi rıza ise yaÅŸamın temel pratiÄŸinde anlamın varlığını ve adaletin ikamesini ÅŸart koÅŸar. Allah, insana göz, kalp ve duyma hassaları vererek anlamın ihtiva edeceÄŸi ÅŸartlarla mücehhez kılmaktadır. İdrak, akıl, deneyim ve duyuların bütünsel kavrayışı ile oluÅŸur. Anlam idrake dayalı olarak varlık kazanır. İdrak, hem somut ve hem soyut bir zemini ihtiva ederek, insanın bütünlüÄŸünü temsil eder. İşte anlam bu bütünlüÄŸün doÄŸru idrak edilmesi ile açığa çıkan bir olguyu iÅŸaret eder. Sahip olamadıklarımızdan hareketle bir baÅŸka Güç tarafından var edildiÄŸimiz gerçeÄŸi aÅŸikâr kılınabilir. Bu dünya ile sınırlı bir yaÅŸamı inanç haline dönüÅŸtürdüÄŸümüzde ise çok daha farklı ve derin sorunlar ile karşı karşıya kalırız. ÖrneÄŸin, hem anlamın ve hem de adaletin varlığı anlamını yitirir. Ölüm sonrası diye bir ÅŸey yok ise bu hiçliÄŸin çukurunda debelenmeyi zorunlu kılar. Bu yüzden insan, ölüm sonrasını kendisine bildirildiÄŸi gibi ve kendisine yüklenilen sorumluluÄŸu/imtihan ÅŸuurunu hakikatli olarak gerçekleÅŸtirdiÄŸinde vicdanı susar. Yoksa diÄŸer her zeminde vicdan ayaÄŸa kalkar ve sürekli insanı rahatsız eder. Bugün tıpkı Gazze’de meydana gelen katliam ve soykırım karşısında inanan ve inanmayan her vicdan sahibi insanın vicdanı tarafından rahatsız edilmesi gibi…

İşte bu noktada adalet meselesi yerli yerine oturur. Çünkü dünya sonrası ve hesap verme duygusu, dünyada meydana gelen zulümlerin ve kötülüklerin yapanlar tarafından güçlerine dayanarak bir karşılık bulamasalar da çok daha Güçlü olan Güç/Allah tarafından cezası kesilecektir. Adalet hakkı ile yerini bulacağı için insan vicdanı karşılaÅŸtığı ÅŸeyleri daha rahat bir vasat/psikoloji üzerinden karşılayarak kendi tutumlarını saÄŸlıklı bir zeminde ortaya koymaya haiz olabilir.

O zaman hem anlam ve hem adalet olgusu, aÅŸkınlığın taşıdığı sonsuzluÄŸun saÄŸladığı zemin üzerinden insanın ve yaÅŸamın taşıdığı dinamik ve çok katmanlı yapısını karşılarken, onun sahip olacağı idrak ve vicdani hassasiyetlerini de sahih ve sahici bir anlam üzerinden karşılayarak varlığını anlamlı kılabilir. Adalet ise, zaten kendi dışındaki bir anlam üzerinden verili olarak saÄŸlanması zorunlu olan bir olguyu teslimiyet üzerinden gerçekleÅŸtirme zemini kuvvetlendirilir. Böylece, kiÅŸi adalete büyük bir istek ile katılır ve gerçekleÅŸtirmenin imkânlarını devÅŸirir. Bu varoluÅŸsal sorunların çözümünü de kolaylaÅŸtırır.

Yeryüzüne bakıldığı zaman insanların kahır ekseriyetinin ÅŸikâyet ettiÄŸi mesele, adaletin ikamesinde yaÅŸanan sorunlardır. Adaletin ikamesi için gereken anlamın açığa çıkmasını saÄŸlayacak olan düÅŸünsel yapı da bir o kadar ehemmiyet kesbeder. Korkunun ecele faydası yoktur. Bu temel gerçeklik, yaÅŸadığımız hayatın birçok yönden bizim dışımızda gerçekleÅŸtiÄŸi gerçeÄŸi sarsıcıdır. Ama bu sarsıcılık insanın daha makul ve saÄŸlıklı bir düÅŸünme yetisine kavuÅŸması içinde elzemdir. Çünkü insan kendisini tanrı yerine ikame ederek her ÅŸeyi açıklayabileceÄŸini düÅŸündüÄŸünde ortaya çıkan tablo son iki yüzyıldır pek olumlu olmamaktadır. Hatta insanlık tarihi boyunca hep tanrıcılık oynayan insanların, büyük yıkımların sebebi oldukları tarih kitaplarında ve dini metinlerde ifade edilmektedir. Meselenin kökeninde insanın kendi sınırlarını bilmesi, tevazu sahibi olmasını ÅŸart koÅŸar. Sınırlar içinde sonsuzluÄŸu taşıyan insanın kendisine tevdi edilmiÅŸ emaneti bu sınırlılık içinde koruyarak sonsuzluÄŸun kapısını aralayacağını bildiÄŸinde ve bunu inanç olarak kabul ettiÄŸinde mesele çözüme kavuÅŸacaktır. Sınırlarını bilen baÅŸkasının özgürlük alanlarını da kabul ederek yaÅŸama katılır. Adalet bu sınırların korunması, baÅŸkalarının sınırlarının onlara saÄŸladığı hakların korunmasını zorunlu kıldığını idrak ederek baÅŸlar. Anlam ise kendi yaratılışı kadar, yaratılmış varlığın sonsuzluÄŸunu, kaotik zemindeki düzeni, her ÅŸeyin simetrik ve asimetrik olarak var olmasına raÄŸmen, müthiÅŸ bir denge üzerinden yürüdüÄŸünü gördüÄŸünde açığa çıkacaktır. O zaman hamd ile hayatını sürdürecektir. İlahi rıza ise Hamd etmeyi ve sınırları muhafaza etmeyi zorunlu kılar. İlahi inayet karşısında hamd, ilahi büyüklük karşısında ise tevazuu sahibi olma ilahi rızaya taşır.

Bu noktada hamd eden bir kul, her ÅŸeyin ilahi inayetin eseri olduÄŸunun ÅŸuuru üzerinden baÅŸkasına kul olmaktan özgürleÅŸir, kurtulur. Bu kurtuluÅŸ onun özgürlüÄŸünün teminatı olur. Çünkü temel ilke, baÅŸka ilahın varlığını yok kabul ederek sadece Allah’ın varlığını kabullenmektir. Bu özgürleÅŸmenin teminatıdır. Allah-u Ekber, baÅŸka ÅŸeyleri put haline getirerek ÅŸirk kurulmasını engeller. Allah’a ortak koÅŸmak en büyük kötülüktür. Ve insanın hüsrana uÄŸrayışının teminatıdır. Bu yüzden, yaÅŸamı, yaÅŸamın ortaya çıkardıklarını, insanı ve insanın ortaya çıkardıklarını Allah’a ortak koÅŸmak anlamın ve adaletin yok ediliÅŸini de beraberinde taşıdığı görülecektir. Tarih boyunca da böyle olmuÅŸtur. Bugün olan bitende bu durumdan baÅŸkası deÄŸildir. O zaman varoluÅŸsal sorunların başında Kudret sahibi olan Allah’a ortak koÅŸmak gelmektedir. VaroluÅŸu sorunsal alana dönüÅŸtüren bu durum kurtulması gereken bir olgu olarak insanlığın önünde kıyamete kadar duracaktır. Bu aynı zamanda imtihanın en çetin olanını iÅŸaret eder.

İnsanın, müslim/teslimiyeti, mümin/güven duygusunun coÅŸkusunu, muhsin/Allah’ın seni gördüÄŸünün bilinci ile hareket etmeyi, muhlis/dünyevi ve nefsi bütün hastalıklardan azade olarak tam bir arınmışlık ile ilahi rızaya açık olma halini kendi bütünlüÄŸü içinde yaÅŸadığı zaman, birbirini besleyen olgular olarak öne çıkar.  KiÅŸiyi kemale doÄŸru yolculuÄŸunda besleyerek onun anlam dünyasını zenginleÅŸtiren unsurlar olarak adalet sahibi biri olarak varlık kazanmasını mümkün kılar. İnsanlar ile barışık bir yaÅŸamın imkânına dönüÅŸür.

Bugün insanların yaÅŸadığı varoluÅŸsal sorunlarını koyulaÅŸtırarak çözümsüzlüÄŸe doÄŸru sürüklemelerinin temel sebebinin din ile sorunlu bir iliÅŸki kurmaları ve dini bilginin ve öÄŸretinin yetersizliÄŸini peÅŸinen kabulüdür. Habermas gibi filozoflar bile modern düÅŸüncenin din ile iliÅŸkisinin saÄŸlıksızlığı yüzünden anlam sorunu yaÅŸadığını ve ahlaki bir yapıyı inÅŸa etmede çaresiz kaldığını beyan etmektedir. Ama daha temel sorun ise; müslüman dünyanın entelektüel ve aydınlarının modern düÅŸüncenin etkisi altında bu varoluÅŸsal sorunlara çözüm arayacağım derken, çözüm olabilecek bir imkânı berhava etmeleri ve modernliÄŸin saÄŸladığı zihni yapı üzerinden din ile kurulan yanlış iliÅŸkiyi sürdürme çabalarının son iki yüzyıldır bir çözüm sunamadığını da idrak edememektir.

“Tanrı’ya inanmak, ‘hayatın anlamı’ nedir sorusunu anlamak demektir. Tanrı’ya inanmak, dünyanın olgularının, meselenin sonu olmadığını görmektir.  Tanrıya inanmak demek, hayatın bir anlamı olduÄŸunu görmek demektir. Dua etmek, hayatın anlamı üzerinde düÅŸünmektir.”

(Ludvig Wittgenstein- Notlar 1916) Bu tarz doÄŸru yaklaşımlar modern zihin tarafından ideolojik karakteri ve sermaye gücü tarafından hep dışlanmış ve hayatın mottosu olma imtiyazını elinden almıştır.

Modern düÅŸüncenin ürettiÄŸi varoluÅŸsal sorunların modern düÅŸünce tarafından çözüme kavuÅŸturulamayacağı yeni eÄŸilimlerinden belli olmaktadır. Trans hümanizm ve post hümanizm üzerinden yeni eÄŸilimlerini açık etmektedirler. Toplumsal cinsiyet meselesi de bu çerçeve içinde tanımlanabilir. O zaman yeniden iman ve dine dönüÅŸün saÄŸlanması, ama bu dönüÅŸü kendi otantik dinamik yapısı ve usulü üzerinden gerçekleÅŸtirmeyi zorunlu kılmaktadır. Sorunlar her zaman olacaktır. Burası ‘darul imtihan/imtihan dünyasıdır. Ama her zaman her sorunun bir çözümü de bizatihi yaÅŸamın sahibi olan Allah tarafından açık bir ÅŸekilde insanlara bildirilmiÅŸ ve öÄŸretilmiÅŸtir.

Not: bu yazı Ocak Nisan 2025  Cilt 7 sayı 1 toplumsal deÄŸiÅŸim dergisinde yayınlanmıştır.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.