Sosyal Medya

Makale

İnsanı Yormak

“Seni yoran kim?”

GüneÅŸin batmasıyla yer, gök karanlığa teslim oluyor. Karanlık, mekânları hatta dünyayı küçültüyor, kâbus olup insanın ruhunu esir alıyor. Beni tutsak alan karanlık mı yoksa baÅŸka bir ÅŸey mi? bilemiyorum. Lakin güneÅŸ battıktan sonra oturduÄŸum yerde duramıyorum. Evin duvarları üzerime geliyor. Yatıyorum uyku tutmuyor, oturuyorum öyle de yapamıyorum. Kalkıp yürüyorum evin içinde, bir odadan diÄŸerine gidip geliyorum, deÄŸiÅŸen bir ÅŸey olmuyor. Pencerenin önünde oturup dışarıyı izliyorum lakin afakanlar basıyor ruhumu. Ne yapsam olmuyor, zaman geçmek bilmiyor.

Uykusuz bir gecenin ardından, günün ilk ışıklarıyla ÅŸehrin köhne sokaklarına dalıyorum. Sabahın serinliÄŸi iyi geliyor, yürüyorum, durmadan yürüyorum. Yol boyunca, kaldırım kenarlarında dizili iki-üç katlı cumbalı evlerin önünden geçiyorum. Pencere önlerine konulmuÅŸ rengârenk çiçekleri seyrediyorum uzun uzadıya. Çiçekler gülümsüyor bana, içim açılıyor, biraz olsun ferahlıyorum. Yüzüme belli, belirsiz bir tebessüm yansıyor. Sevincimi kursağımda bırakıyorsun. Köşe başında yolumu kesmiÅŸ, bekliyorsun. Her zamanki gibi bir tutam huzuru reva görmüyorsun, yeniden hücuma geçiyorsun. Saldırılarına karşı duramıyorum, binaları saymaya baÅŸlıyorum, sonra kaldırım taÅŸlarını...

Ancak olmuyor; peşimi bırakman için şehrin geniş meydanına doğru ilerliyorum. Yüksek bir yerde durup, gelip geçenleri izliyorum. İnsan selini takip ederken aniden yanımdan bitiveriyorsun. Gözlerimi senden kaçırıp insanları saymaya başlıyorum. Cadde de sel misali akan insanları saymakla bitmeyeceğini biliyorum elbette ancak bir şeyler yapmam lazım. Yoksa seninle, bakışlarınla muhatap olmak beni ürkütüyor. İnsan seli durmak nedir bilmiyor, bir süre sonra bırakıyorum saymayı. Zira bu durum da beni yoruyor. Yorgunluğumu fırsat bilip önüme dikiliyorsun. Bir gayret deyip ayaklanıyorum ve insan akıp giden insanlara karışıyorum bende.

Hızlı yürüyen insanlara yetişmeye çalışıyorum. Caddeyi izlerken hep düşündüm, neden acelesi var bu insanların. Aynı yöne doğru yürüdüğüm insanların yüzüne bakıyorum tek tek. Nafile çabalıyorum zira hiçbir şey anlayamıyorum. Anladığım, herkesin yüzüne anlamsız bir telaşın yansımış olması. Acaba benim gibi, hepsi de sebepsiz yere mi koşar gibi yürüyorlar? Bu kadar insanın aynı anda nasıl böyle acelesi oluyor, diye düşünüyorum. Bana sataşmaların artınca bu yürüyüş de beni kesmiyor, şehrin dışına çıkan yola sapıyorum. Senden kurtulmak için koşarak uzaklaşıyorum, bu kontrolsüz kalabalıklardan.

GüneÅŸin altında saatlerce yürüyorum. Bu yürüyüşüm beni ucu bucağı görünmeyen bir ovaya götürüyor. Ova öylesine büyük ki gözümün görebildiÄŸi son nokta da yer ile gök birleÅŸiyor. Oraya varırsam başım gök kubbeye deÄŸecek hissi uyandırıyor bende. Bu duygu daha da hızlı yürümemi saÄŸlıyor.  Yolun sağında, solunda büyük tarlalar var. Tarlaları süsleyen ekinler sararmaya baÅŸlamış. Ekinleri toplamak için ırgatlar zamanla yarışıyor. AÄŸaç gölgesinde oturmuÅŸ işçileri takip eden ırgat çavuÅŸlarına selam veriyorum. SelamlaÅŸmanın ardından yanlarına davet ediyorlar. ÇavuÅŸlar sohbete meraklı, lakin benim duracak halim yok. GüneÅŸin yakıcılığına aldırmadan kan ter içinde çalışan ırgatları izliyorum bir süre. Ansızın tarlalarda görüyorum seni, ırgatların kavruk yüzlerinde beliriyorsun. AÄŸaçlara bakıyorum, dallarında endiÅŸe olmuÅŸ yaprak yaprak yeÅŸermiÅŸsin.

YüreÄŸim daralıyor, hüzün yaÄŸmurları düşüyor mahzun gönlüme. Her ÅŸeye raÄŸmen ırgatların alınlarında beliren bir tebessüm, kaygılarımı bastırarak göz kırpıyor bana. Biraz da olsa umutlanıyorum, sen yeniden söylenmeye baÅŸlıyorsun. Başıma musallat olduÄŸundan beri ruhumu kaygı, yüreÄŸimi endiÅŸe rehin almış. Tebessüm ve umutlarım firar etmiÅŸ, artık uzakları mekân tutmuÅŸlar.

Yeniden saldırıların baÅŸlıyor, bir süre konuÅŸmayı deniyorum, lakin nafile. Her zaman ki gibi bana rahat vermiyorsun. YaÅŸadığımız bu anlamsız kavgayı, durmadan konuÅŸmanı, sana laf yetiÅŸtirememiÅŸ olmanın acizliÄŸi yoruyor beni. Bir çıkış yolu bulamıyorum, bu sefer yokuÅŸa vuruyorum kendimi. DaÄŸ başına çıkıyorum, yukarıdan izliyorum ÅŸehirleri, kasabaları ve insanları. Nefis bir hava var, bitkilerin rayihası iyi geliyor. Hafif esen rüzgâr yüzümü okÅŸayıp geçiyor.

İçimi hafif bir sevinç sarıyor bu sırada omuzuma bir el dokunuyor, dönüp bakıyorum. Yüzünde hafif bir tebessüm kulağıma fısıldıyorsun “Aslında sen iyi birisin,” diye söze baÅŸlıyorsun. Umutlanıyorum, nihayet beni anladığını düşünüyorum.  Sonra bana övgüler diziyorsun peÅŸ peÅŸe.  Ã–vgülerinin dozu artınca kuÅŸkulanıyorum, bir tuzak kurduÄŸunu anlamam uzun sürmüyor.

Sırtımı daÄŸa yaslıyorum, bir türkü düşüyor dilime: “Åžu daÄŸlarda kar olsaydım. Bir asi rüzgâr olsaydım.” Kar deyince, aklıma geliyor, çocukken yaz sıcağında kar çıkarırdık bizim daÄŸda ki maÄŸaralardan. Hatta ova köylerinde satmaya götürürdük. Elektrik gelmemiÅŸti henüz bizim oralara. Ova köylerinin çeÅŸmelerinde akan sular bizimkiler gibi soÄŸuk deÄŸildi. Toprağı çatlatan güneÅŸin sıcaklığı ova da pınarları ya kurutuyor ya da sularını ısıtıyordu. Ramazan ayında katır sırtına yüklediÄŸimiz kar ile saatler süren yolculuktan sonra bir köyde konaklardık. Ä°ftara doÄŸru köylü kadınların ve çocukların getirdiÄŸi buÄŸday, arpa veya para karşılığında kar verirdik. Getirilen ürün veya paraya göre testere ile kar parçası kesip veriyorduk. Onlar da aldıkları karı suya ve ayrana katıp iftarını soÄŸuk içecekler ile açıyorlardı.

Bu daÄŸda da var mıdır acaba kar maÄŸaraları? Bir hevesle kalkıyorum, bir süre yürüyorum, tekrar yoluma sen çıkıyorsun: “Nereye gidiyorsun böyle? Yaşına ve cüssene bakmadan kar çıkarmaya gideceksin, öyle mi? O eskidendi, ÅŸimdi bir yerlerini mi sakatlamak istiyorsun?” diye azarlıyorsun. Ä°lk kez sana hak veriyorum. Ancak yine de canımı yakmış oluyorsun her zamanki gibi.

Anladım, bana rahat vermeyeceksin. Koca şehri, geniş ovaları bana dar ettiğin gibi şimdi de bu ihtişamlı dağda huzur vermiyorsun. Yeniden yola düşüyor, yokuş aşağı bırakıyorum kendimi. Biraz tedirgin oluyorum, dönüp etrafıma bakıyorum yoksun, yine kaybolmuşsun. Peşimi bıraktın diye umutlanıyorum. Oysa nafile umutlar biriktirdiğimi biliyorum...

Sesinin geldiÄŸi yöne bakıyorum. Yanılmamışım peÅŸime takılmış koÅŸuyorsun: “Bekle beni, yine yanlış anladın,” dedikten sonra çevremdeki insanları eleÅŸtirmeye baÅŸlıyorsun: “Seni en çok ben görüyor ve anlıyorum.” ile baÅŸlıyor, ne çok vefasızlık gördüğümü, hatta ihanetlere uÄŸradığımı anlatıyorsun. Anlıyorum ki bana tuzak kurmaktan vazgeçmeyeceksin.  Zira gecen yok, gündüzün yok, gölgem olmuÅŸ yanımdan ayrılmıyorsun. Nereye gitsem peÅŸimdesin, adım adım izliyorsun. Ne çok yordun beni sen.

Etrafında bu kadar insan varken, her biri seninle uğraşıyorken sen niye beni hedef seçiyorsun her seferinde. Biraz çevrene bak, hata yapan bunca insan varken, neden bana yükleniyorsun. Etrafında eleştirebileceğin insanlar dururken niye ben. Dost olmadın bana anladım, bari düşman olmasaydın. Bütün insanlar hata yapıyor, hem de büyük hatalarını görüyorken, niçin benim her adımımı izliyorsun? Her sözümü, her işimi mercek altına alıyorsun? Artık beni yorduğunu görmüyor musun? Hem de gereğinden fazla...

Geceleri uyutmuyorsun, başımda durmuş sürekli konuşuyorsun. Gün boyu yaptığım ne varsa her birinde mutlaka bir kusur buluyorsun. Hiç mi güzel bir işim olmadı. Biraz da güzel bak insana, hayata ve yapılan işlere. Eğer güzel bakmayı becerebilirsen belki beni de doğru anlarsın. İyi biri olduğumu, hatta yaptığım işlerin güzel taraflarını...

Oysa sen sadece kötülüğe odaklanmış kusur arıyorsun. Yoruldum ben artık, farkına var. Seni görmemek, sesini duymamak için saÄŸa yatıyorum, olmuyor, sola dönüyorum nafile. Ne yapsam kurtulamıyorum senden. Duvara dönüyorum, kafam ile duvarın arasına girmiÅŸsin. Anlamıyorum nasıl baÅŸarıyorsun bunu. Oysa alnımı duvara yapıştırıyorum, sen araya girmeyesin diye. Gözlerimi açıyorum karşımda seni görüyorum. Alaylı bakışların, kinayeli sözlerinle baÅŸlıyorsun söylenmeye, tâ ki sabah namazı vakti girene kadar. Geceleri uyanmaya korkuyorum. Kazara uyanacak olsam yeniden uyutmamak için engel olmayı vazife edinmiÅŸ, bekliyorsun başımda.

İnsanoğlu, dünyaya geldiğinde, hayata dair hiçbir bilgisi, tecrübesi yoktur. Önce anne kucağına sığınmayı, emmeyi, emeklemeyi öğreniyor. Zamanla ayağa kalkmayı, duvarlara tutunmayı sonra ayakta durabilmeyi deneyimliyor. Adım atmak sanırım en büyük keşiftir insanoğlu için. Yürümek, koşmak ve ipe dizer gibi kelimeleri sıralamak. Zamanı geldikçe her şeyi doğal olarak öğreniyoruz. Milyonlarca insan gündelik ihtiyaçlarını karşılayacak kadar az bir bilgiyle yetiniyor. Bu insanlar azıcık bilgi ile mutlu, mesut hayatlarını sonuna kadar devam ettirebiliyorlar.

Ancak toplum içinde az da olsa bunu yeterli görmeyenler oluyor. Okuyarak, araÅŸtırarak ve gezerek var olmanın gizemli kapılarını aralamak için çırpınıyorlar. Kâinata, insana ve yaratılışa dair sorularının peÅŸine düşüyorlar. Bu çok zorlu bir yolculuk, gece uyutmaz, gündüz huzur vermez. Okur, düşünürsün; tezlerini ve antitezlerini mukayese edersin. Tamam, “Nihayet bir karara varabildim.” derken yeni bir bilgi kırıntısı her ÅŸeyi alt üst etmeyi baÅŸarabiliyor. Yeniden baÅŸlamak için ne gücün kalmış oluyor ne de takatin. Ama pes edip vazgeçmekte bu insanların tercih edebileceÄŸi bir durum deÄŸil. Anlıyorum ki bu insanların huzursuzluÄŸu, arayışı ve zihinlerinden atamadığı, bendeki“sen” sin. Onlara da rahat vermeyen, zihinlerini esir alan bende ki “sen”    

Durmadan zihnimi bulandırmaya çalışman, düşüncelerime müdahale etmen. Olmadık ÅŸeylerle meÅŸgul etmen, beni benden bezdirdi. Yoruldum, emin ol yoruldum. Senin kadar hiç kimse yormadı beni böyle.  Bana saldıracak konu bulmakta zorlanmıyorsun. Hiçbir ÅŸey olmasa gün içinde ne yapmışsam baÅŸlıyorsun sayıp dökmeye:“Sabah neydi o telaşın? On dakika erken kalksaydın da bunca telaşı yaÅŸamasaydın.” diye baÅŸlıyorsun. Kıldığım namazın vaktine, tadili erkânına, sureleri okuma ÅŸeklime... EleÅŸtirilerin bitecek gibi deÄŸil, seni susturana aÅŸk olsun. YaÅŸadıklarıma, hayata yaklaşım tarzıma demediÄŸin kalmıyor. YediÄŸim yemeÄŸe içtiÄŸim suya dair söylediklerin beynimde zonkluyor.

Anladım ki sen bana rahat vermeyeceksin bu kısacık hayatta. Dünyayı zehredeceksin, belki de öldüreceksin beni “sen”, ey içimdeki “ben...”

                                                                                                                                     Musab Aydın

6 Yorum

  1. Adem Aydın.

    Aralık 13, 2024 Cuma 06:54

    Bir ben var ki benim içimde benden öte benden ziyade.

  2. Åževket menek

    Aralık 11, 2024 Çarşamba 20:53

    Selamun aleyküm Dayı,bahsi geçen dağlar da beraber kar çıkarmıştık, Emeğinize sağlık

  3. Mehmet Güneş

    Aralık 11, 2024 Çarşamba 20:42

    Kaleminize sağlık, daha nice yazılara...

  4. Nazmi Yılmaz

    Aralık 11, 2024 Çarşamba 15:24

    içimizdeki bizi Allah ıslah etsin

  5. Ekrem Aydın

    Aralık 11, 2024 Çarşamba 14:49

    Ben demeye hakkım yok dediğim ben, beni daha çok meşkul edeceğe benziyor. Nezaman ben demekten vazgeçersem belki peşimi bırakacak bu ben.

  6. Osman

    Aralık 11, 2024 Çarşamba 13:50

    Değerli Mushap abimiz yüreğine sağlık

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.