Sosyal Medya

Makale

Sözün Haysiyetini Gözetmeyen Terbiye

Ä°nsan öğrene öğrene büyür, zorlana zorlana yetiÅŸir. Zorlanmasının sebebi, konunun zor olması, zor gelmesi veya sanılması olabileceÄŸi gibi kendini ikna edememe etse bile kararında sebat gösterememe olabilir. Ä°zafi olan zorluk bizzat konudan kaynaklanmıyorsa, onun seviye üstü olmasından veya ilgilinin hazır olmamasından kaynaklanabilir. Mesela tutumlu olmaya kolay karar verilse de kararın gereÄŸini yapmak o kadar kolay deÄŸildir. Yine de çenesi düşük olanlar her zaman borç batağına düşenlerle kıyaslanamayacak kadar çok olur zira insan ayağını yorganına göre uzatmayı hızlı fakat dilini tutmayı yavaÅŸ öğrenir. Bu yüzden insanın konuÅŸmayı öğrenmesi için iki yıl, susmayı öğrenmesi için bir ömür gerekir, denilir. Ä°fade etme nimetini ihsan eden Yaradan’ı zikretmeyi bile dile havale eden âdemin zikirmatiÄŸe bel baÄŸlaması ÅŸaşırtıcı deÄŸildir zira dile getirmek kolay, dildekiyle hemhâl olmak ise zordur.

Sözün bir gücü olduğu ve ehlinin dilinde olmazları oldurduğu doğrudur. Hafızadan doğru kelimeleri seçip peş peşe dizerek anlamlı ve anlaşılır bir bütün oluşturmak mucizeye eş değer bir fiildir. İşte bu sadırdakini ifade etme ve ifadeleri anlama iştahının insana çektirdiklerinin haddi hesabı yoktur. Kemal yolcusunun çilesi, bir taraftan onun sayesinde noksanlarını görmesi, diğer taraftan onları tamamlamak için ona muhtaç olması nedeniyle çift taraflıdır. Bu yönüyle o, bir iletişim imkânı olmanın ötesinde anlam evrenine giriş anahtarıdır. Söz, abıhayat gibi bilgiden düşünceye, masaldan romana, oyundan tiyatroya, müzikten sinemaya pek çok ilim, edebiyat ve sanat türüne hayat verir.

Ayrıca sözün âlimin ilmini, cahilin cehlini ele vermesi, dertliyi rahatlatıp dertsizi rahatsız etmesi gibi pek çok işlevinden söz edilebilir. Dert babasının aksine dertliyi rahatlatması sebebiyle insan anlatmayı pek sevdiğinden hiçbir anlatma fırsatını kaçırmak istemez. Kabul etmek gerekir ki ihtiyaç duyulduğunda iyi bir kulak bulmak az nimet değildir. İçini dökecek birini bulamayan sirke küpüne döner. Bulan ise tanıdık tanımadık ayırmaz, ilgili ilgisiz demez, yerli yersiz düşünmez, dur durak bilmez anlatır. Dinlemenin modern bir iş kolu olmasının sebeplerinden biri dertlinin dinleyici bulmakta zorlanması olabilir. Bahalı ya da beleş, bir dinleyici bulamayan için kendi kendine konuşmak da bir yol fakat pek tercih edilmez. Yazmak, eli kalem tutanlara özel bir yoludur ve bu yüzden günlüklere dert defteri dense yeridir.

Anne babalardan öğretmenlere, imamlardan hatiplere, ustalardan sanatkârlara, akademisyenlerden üstatlara hiçbir hoca sözsüz edemez. Bunlardan söz ustası olan, onu yerli yerinde ve kararınca kullanır ve amacına kolay erer. Acemi olan, onu hor kullanan, diline gem vuramayan ise maksuda eremediği gibi boş boş konuşur. Buna rağmen hâlini bilmeyen fakat sözün gücüne iman eden, her sorunun onunla çözüleceğini, her engelin onunla aşılacağını sanan hem baş ağrıtır hem başına iş açar. Böyleleri sadece fikrindekine kilitlendiğinden ne bunlar umurunda olur ne de malzeme bitene kadar yaylım ateşine ara verir. Muhatabın hâlini, hazır olup olmadığını, sözün tesir edip etmediğini hesap etmez zira onun derdi hâlden anlamak değil fikir enjekte etmektir. Büyük bir aşk ve iştahla anlattığı sermayesi tek atımlık ise Allah dinlemek zorunda kalana yardım etsin! O, sihirli bir anahtar bulduğunu ve onun her kilide uyduğunu sanır fakat açmaya uğraştığı kapı açılsa da farkına varmaz sıkıca kilitlense de. O, kendisine biçtiği misyonu yerine getirme derdindedir, sanki ağzından çıkacak her kelime hasretle beklenmektedir.

Sözün israf edildiÄŸi yerlerden biri de öğüt seanslarıdır. Elbette insanın öğüde ihtiyacı vardır ve bu ihtiyacı gidermek tecrübeliye düşer. Tecrübenin önemini takdir edemeyenin ondan istifade etmeyeceÄŸi ve dolayısıyla kaybedeceÄŸi açıktır. Her deÄŸerli gibi ona da deÄŸer verilmeli lakin onun tesirini artırmanın da yok etmenin de pek çok faktörle birlikte aktarıcıya baÄŸlı olduÄŸu bilinmelidir. Ä°nsan ister pasif ister aktif olsun bilinci açık olduÄŸu her an bir ÅŸeyle meÅŸgul olur, bir baÅŸka deyiÅŸle onu tecrübe eder. Nerede, ne zaman, nasıl ve ne ÅŸekilde olursa olsun her yaÅŸantının sonuçlarından biri öğrenmedir. Bu, her öznenin kendi iÅŸini yapmaktan keyif almasından kaynaklanır ve dolayısıyla bizzat tecrübe etmek âdemoÄŸlunu mutlu eder. Bu yüzden mutluluk insanı baÅŸkasından yararlanmaktan daha çok bizzat tecrübe etmeye güdüler. Bu sayede adım adım tecrübeliler meclisine erer. Böyle olmasaydı ne tecrübe olurdu ne tecrübeliler. Burada sorun tecrübeyi aktarmak deÄŸil zaman, zemin, muhatap gözetmeden, iktisat etme ihtiyacı duymadan Allah ne verdiyse boca etmektir. Ayrıca öğüt verme makamında görülmeyen hiçbir kiÅŸiden ne tavsiye talep edilir ne de sözüne kulak verilir. Ehil görülenden talep edilmesi ise ona kalbin ısınmasına ya da mecbur kalınmasına baÄŸlıdır. EÄŸitimin her türünde sözden çok daha önemli olan gönül kapılarının birbirine açık olmasıdır. Ä°yi kötü, doÄŸru yanlış, güzel çirkin her türlü söz, “gönülden gönüle bir yol” olursa menzile ermekle kalmaz, hüsnü kabul de görür. Bu durumda deÄŸerli bir eÄŸitim imkânı olan gönül bağına yatırım yapan kazanır zira öncelik sıralamasında ikna edici söz ve üslup ehliyet ve liyakatten daha sonra gelir.

Elbette insan sözle öğrenir lakin anlayışlı olana bağlanır. Gevezeden kaçar, katı olandan tırsar, kaba olandan soğur, halim olanı sever. Kendisini dinleyene açılır, dinlemeyene kapıları kapatır. Lafın uzunundan sıkılır, kısasını sever; latif olanından hoşlanır, çirkin olanından iğrenir. Bunlar birazcık dikkat eden herkesin fark edeceği hususlardır. Durum bu olsa da acemi hoca ders vermeye doymaz. Talim ve tavsiye seanslarında fazladan edilen her laf israf çöplüğünü yükseltmekten başka işe yaramaz.

Muhatabın ruh hâlini dikkate almamak, anlam dünyasını hesaba katmamak, dikkat süresini aşmak bir konuşmanın dikkate alınma ve takip edilme ihtimalini düşürür. Bun yargıdan esprilerle süslü, eğlendirme amaçlı gösteriler (şovlar) istisna edilebilir. Yine de laf cambazlığının da bir marjı vardır zira bal yiyen baldan usanır. Bu yüzden tadında bırakmak, eğlendirenden çok terbiye etmeyi hedefleyene yakışır. Bütün bu zaaflardan hali ve üstelik gerekli ve faydalı bile olsa bir şey çok ise değeri az olur. Bu iyi bilinen husus, sözün de yüzün de eskitilmemesi gerektiğini yeterince izah eder. Yine bilinir ki merak etmeyen ilgilenmez, ilgilenmeyen de öğrenmez. Eğer nezaketen dinlerse kulağında kalmaz. Ayrıca ipin ucunu kaçırıp lüzumsuz şeyleri gündem yapmak gibi sakıncaları söz konusudur. Fuzuli yasakların sınır ihlal etmeyi alışkanlık hâline getirme gibi yan etkileri vakidir. Hele yasak, dinlemeyeceği bilinerek konulursa söz tutmama, karşı çıkma gibi istenmeyen davranışları kemikleştirmekten başka işe yaramaz.

Hülasa sağanak olup yağan söz tıpkı yağmur gibi verdiğinden fazlasını alır sele verir. Lafız güzel fakat ses sert, tat acı, ton itici, üslup kötü olursa sözün kulağa varmasıyla onu terk etmesi bir olur. Onu yere düşüren söze de kendisine de yazık eder zira birincisi etkisini ikincisi itibarını yitirir. Kelam, haysiyetini koruyanın haysiyetini korur. Eğitime itibarın had safhada olduğu bir dünyada terbiye iddiasında olanın en önemli aracını ayağa düşürmesini anlamak mümkün değildir. Sözün haysiyetine kasteden kişinin niyeti güzel olsa da eylemi güzel değildir, fikri doğru olsa da üslubu yanlıştır. Kötüden iyinin, yanlıştan doğrunun sudur etmeyeceğini herkes bilir.

Sanki söz israfına maruz kalarak büyüyen insan, sözün gücünün nicelikte gizli olduÄŸu zehabına kapılıyor. Belki de sözün gücüne, hakikatin bizzat kendisi olduÄŸuna inandığı kadar güveniyor. Dolayısıyla onun her sorunu çözecek kudrette olduÄŸuna iman ediyor. Oysa sözün gücü gerektiÄŸinde gerektiÄŸi kadar sarf edilmesi, muhatabın onu almaya hazır olması gibi amillerle ilgilidir. Hem söyleyenin hem dinleyenin ahvâli, sözün etkisini artırır, azaltır, sıfırlar belki de istenmeyen sonuçlar doÄŸurur. Havanda su dövmek istemeyen, muradına ermek isteyen öncelikle kalbini, sonra dilini peÅŸinden de tarzını ıslah etmelidir. Ä°nsanlığın muallimi, kerim resul -Allah’ın salat ve selamı ona olsun- dileyene bu konuda da örnektir. O, cevâmiu’l-kelim bir dil ehliydi yani az ve öz konuÅŸurdu.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.