Sosyal Medya

Makale

Akıl ve bilimin sınırı

Akıl ve ilmin baş döndürücü zaferlerine rağmen bunların belli bir sınır içinde geçerli olduğu, bunların dışında kesin bilgi veremeyeceği; akıl ve ilme müstenid nazariyelerin değişeceği, bu sahaların muâsır otoriteleri tarafından da kabul ve ifade edilmiştir:

“Bilhassa ruhsal hayatımızla pek derin bir sûrette ilgisi olan birçok meseleler vardır ki, anlayabildiÄŸimize göre insan aklının kudreti ÅŸimdiki tertibinden baÅŸka bir tertip kazanmadıkça, o akıl için bu meselelerin halli mümkün olmayacaktır. Evrende bir plân birliÄŸi, veyahut amaç var mıdır, yoksa atomların tesadüfen birleÅŸmelerinden mi ibârettir? Acaba ÅŸuur, bilgeliÄŸin (sagesse) sınırsız bir geliÅŸme ümidini veren bir sonsuz evren parçası mıdır, yoksa sonunda üzerinde hayatın mümkün olamayacağı bir gezegende geçici bir ilinek (araz) midir? Ä°yilik ve fenalık (hayır ve ÅŸer) evren için önemli midir, yoksa yalnız insanlar için mi önemlidir? Ä°ÅŸte felsefe tarafından böyle sorular sorulmuÅŸ ve baÅŸka baÅŸka filozoflar tarafından baÅŸka baÅŸka cevaplar verilmiÅŸtir. Fakat baÅŸka sûretle de cevaplar bulmak mümkün olsun olmasın, ÅŸimdiye kadar felsefe tarafından verilen cevapların hiçbiri isbatı kabil olacak sûrette, doÄŸru gibi gözükmüyor.” (B. Russel, Felsefe Meseleleri, Çev. A. Adnan Adıvar, Ä°st. 1963, s. 213).

“Demek ki insan Rönesans’tan beri beÅŸ duyunun hudutları içine hapsedilmiÅŸtir. Bugün inkâr edilmesi imkânsız birçok telepati vakalarını biliyoruz. Telepatinin ve mâzi ile istikbâli görme kabiliyetinin mahiyeti bugün de Aristo devrinde olduÄŸu gibi meçhûldur; fakat biliyoruz ki, bir fenomenin realitesini sırf o fenomenin müşâhedesi güçtür ve izahı imkânsızdır diye inkâr edemeyiz.” (Dr. A. Carrel, Ä°nsanlar Uyanın, Çev. Leylâ YazıoÄŸlu, Ä°st. 1959, s. 105).

“Bir elma çekirdeÄŸini ele alalım; ne kadar eksiksiz yürütülmüş olursa olsun, aceleden ve ön yargıdan ne kadar dikkatle arınmış bulunursa bulunsun, hiçbir uslamlama bu çekirdekten çıkacak olan aÄŸacın ÅŸeklini veya vereceÄŸi meyvanın tadını önceden kestirmemize imkân veremez. Bilinmeyen bir mikrobun aşılanacağı bir hastada yaratacağı tepkileri, hastalıkları önceden tanımlamamıza hiçbir teori, tasım (sillojizm) yardımcı olamaz. Bu gibi soruların aklımıza deÄŸil, doÄŸaya, eÅŸya dünyasına sorulması gerekir. Ä°kiyüz yıldan beri insanların dış dünya üzerinde bu derece olaÄŸanüstü bir egemenlik kurma olanağını saÄŸlayan metod, mantık, gözlem ve deneyimin bir karışımıdır. Uslamlama (akla dayalı istsidlal) bu metodun dışında bırakılmış deÄŸildir ama, sonuçları her zaman gerçekle karşılaÅŸtırılır ve gerçeklere uyuyorsa kabûl edilir…”

“…Gözlemlerin toplam sonucu olan bilim, hiçibir ÅŸekilde evrenin açıklaması deÄŸildir; sadece Valery’nin deyimiyle: ‘BaÅŸarı saÄŸlamış bir yöntemler bütününden ibarettir’, Bu yöntemler hiç baÅŸarı da saÄŸlamayabilirdi. EÄŸer ÅŸu anda elimden ÅŸu kitabı bırakırsam ve yere düşecek yerde tavana doÄŸru yükselirse çok ÅŸaÅŸardım, ama bu, bilimi altüst etmezdi. Olsa olsa, bu fenomeni de içine alan daha karışık bir yasa aramaya koyulurdum.”(A. Maurois, YaÅŸama Sanatı, Çev. Nihal Önol, Ä°st. 1968, s. 20, 22, 23).

“Åžu halde, ilmin metodunu gayet kısa bir ÅŸekilde şöyle ifade edebiliriz: Ä°lim adamları, teknik icatlarla geliÅŸtirilen insan hassasiyetine elveriÅŸli müşâhedenin hududu içinde, nazarî modellerden zarûrî olarak çıkan istidlâllere dayanarak tahminlerde bulunmaktadırlar. EÄŸer bu tahminler doÄŸru çıkmazsa, o zaman tasavvurlar veya bu tasavvurların dayandığı modeller yeniden düzenlenir; çünkü yapılmış olan istidlâli yalanlamaya imkân olmadığı gibi, tahminleri doÄŸru çıkarmayan mesajları tekzip etmek de pek mümkün deÄŸildir. Işık hızı üzerindeki Michelson–Morley tecrübesi bu hâdiseye klasik bir misâl teÅŸkil edebilir. Zaman ve mekân hakındaki eski Newtoncu telâkkiye göre, dünyanın mekân içinde bir hıza sahip olacağı neticesine (istidlâl) yol açıyordu. Tecrübeler hadisenin böyle olmadığını gösterdi ve fizikçiler zaman ve mekâna ait ilmî telakkileri izafiyet teorisine yol açacak ÅŸekilde kökten deÄŸiÅŸtirmek zorunda kaldılar.”

“Meselâ onyedinci ve onsekizinci asırlar Kopernik ve Newton’a ait kâinat telâkkilerinin zaferine şâhit olmuÅŸtur. Bu iki görüş de, hem dünyanın düz olup, güneÅŸ ve diÄŸer gök cisimlerinin semanın damında dolaÅŸtıklarına dair basit halk telakkisine, hem de Batlamyus’un dünyayı merkez ittihaz eden daha derin, fakat yine de kifayetsiz ‘ilmî’ telâkkisine karşı çıkmıştır.”

“Târihin seyri içinde ilim de pekçok yanlış telâkkiler yaratmıştır ve ilim adı taşıyan birçok görüşlerde, bilhassa sosyal ilimlerde, avâmî bilgiden gayet kuvvetli unsurlar vardır.”

“…Aynı ÅŸekilde bâzı protestan mezheplerinde görüldüğü üzere iman yoluyla bir insanın haklı çıkması veya teheyyücî, derûnî yaÅŸayış yoluyla cezalanması gibi inançlar da tarifleri icâbı amelî mânâda tahkik edilemeyecek ÅŸeylerdir. Bir inanç sisteminin tahkike elveriÅŸli olmayışı onun ehemmiyetsiz olduÄŸunu göstermez. Ä°nsanı son derece ilgilendirmesi bakımından önemli olan pek çok meseleler vardır ki bunlar normal vasıtalarla, hatta belki hiçbir ÅŸekilde tahkik edilemez.” (K. Boulding, Yirminci Asrın Mânâsı, Çev. Erol Güngör, Ä°st. 1969, s. 45, 47, 54, 69).

İlim ve fikir adamlarını gelecek yazıda biraz daha dinleyeceğiz.

Yeni Åžafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.