Makale
Etiyopya Gezi Notları
1. Gün (19 Ekim 2017 Perşembe)
İHH ve ADYAR (Adana İnsani Yardım Derneği) olarak organize ettiğimiz 600 Yetim çocuğun giyim organizasyonu ve Yalova İHH’nın Kofele’de yaptırdığı Kız Yetimhanesinin son durumunu görmek için Etiyopya’ya doğru yola çıktık.
Etiyopya diğer adıyla Habeşistan; İslam’ın ilk müntesiplerinden, Peygamber efendimizin cefakâr ve vefakâr dostu Bilal’in ve İlk Muhacir Müslümanlara kucak açmış Necaşi’nin vatanı.
1.104.300 km2 büyüklüğü ve 105 milyonluk nüfusuyla koca bir ülke.
80’den fazla etnik yapı var. %34,4 oranıyla Oromolar ve %27’lik oranla Amharalar asıl yapıyı oluşturuyor.
1974 yılına kadar krallıkla yönetilen Etiyopya, bu tarihten itibaren 1992 yılına kadar Marksist bir rejimle yönetilmiş. 1992’de yapılan devrimle Federal Cumhuriyete geçmişler.
4 kişiyiz. Bizi İHH’nın Etiyopya’daki partner kuruluşu CDA karşılayacak.
14:30’da Adana’dan başlayan yolculuğumuz İstanbul aktarmalı olarak 23:30’da Başkent Addis Ababa’daki Uluslararası Bole Havaalanında bitiyor.
Uçak indiğinde bilgi ekranında gözüken rakım dikkatimi çekiyor: 2200 metre. Bayağı yüksekte kurulu bir şehir. Nitekim dışarı çıkarken diğer birçok Afrika şehrine göre, yükseklikten kaynaklı serin bir hava var.
Mihmandarlarımız bizi karşılayıp kalacağımız otele bırakıyorlar. Otelde çok sayıdaki Çinli dikkatimizi çekiyor.
2. Gün (20 Ekim 2017 Cuma)
Sabah bizi otelden CDA Başkanı Dr. Cemal alıyor. Başkent Addis Ababa’yı gündüz gözüyle görüyoruz:
Diğer Afrika ülkelerine göre bayağı modern bir şehir. Her tarafta inşaatlar var. Hızla büyüyen, yükselen ve betonlaşan bir şehir.
Ana arterler bayağı modern gözüküyor. Geniş ve asfaltlı yollar dikkat çekiyor. Fakat ara sokaklara biraz şehir dışına doğru çıkınca köstebek yollar, çamur ve tozlu klasik Afrika yolları ile karşılaşıyorsunuz.
Giyim-Kuşam, yemek ve sosyal hayatta Afrika, Arap ve Mısır karışımı bir kültür göze çarpıyor.
Etrafta bol miktarda Çince tabelalar dikkatimizi çekiyor.
Afrika’nın birçok yerinde olduğu gibi Etiyopya’da da bir Çin hâkimiyeti gözüküyor. Çin ve Etiyopya arasında devletlerarası işbirliği nedeniyle Çinli firmalar ülkenin dört bir yanında iş yapıyor.
Başta inşaat olmak üzere ülkedeki büyük yatırımlar Çinliler tarafından yapılıyor. Bunun karşılığında diğer Afrika ülkelerinde olduğu gibi ülkenin yar altı kaynaklarını alıyorlar.
Addis Ababa, Afrika Birliği’nin başkenti aynı zamanda. Bu yüzden Afrika Birliğine ait birçok kurumun merkezi burada.
Market, Otel, Devlet Daireleri gibi yerlere girerken üstünüz aranıyor. Hatta bir kahve için girdiğimiz kafede bile üstümüz arandı.
Bu anormal güvenlik uygulamalarını Dr Cemal’e soruyoruz; “Afrika Birliği Başkenti olmaktan dolayı devlet yetkilileri en ufak olumsuz bir vaka yaşamak istemedikleri için bu yoğun tedbirleri uyguluyor” diyor.
CDA’nın merkezine geliyoruz. Cuma saati yakın olduğu için hazırlanıp Cuma için yakındaki bir Camiye doğru yola çıkıyoruz.
Birçok dükkânda, arabada ve binada haç işareti var. Resmi rakamlara göre Etiyoya’nın %60 civarı Hristiyan, %40 civarı da Müslüman. Geleneksel dine bağlı olanların sayısı %2,5-3 olarak yazılıyor. Konuştuğumuz Müslümanlara göre Müslümanların sayısı %50’den az değil.
Cami içinde kendimizi Afrika’dan çok Arabistan kırsalındaki bir camideymiş gibi hissediyoruz.
Cuma çıkışı daha kısa bir yoldan dönünce niçin önceki uzun yoldan gittiğimizi sorduğumuzda aldığımız cevap bayağı manidardı:
Mescitlere giderken atılan her adım için ayrı bir sevap olduğu için sevabımızın fazla olması için uzun yoldan gittiğimizi söylediler. Asıl önemlisi gittiğimiz bölgede Hristiyanların çoğunlukta olduğu, bunların arasında kalabalık olarak camiye gitmek ve özellikle beyaz birilerinin de kendileriyle beraber camiye gittiğini görmek Müslümanlara moral ve güven veriyormuş.
Cuma’dan sonra organizasyonun yapılacağı Arsi bölgesine doğru yola çıkıyoruz. 3 gün bu bölgede kalacağız.
Şehrin çıkışında otobana girince şaşırıyoruz. Çünkü Afrika’da otoban kavramı/varlığı çok alışılmış bir şey değil.
Otobanın toplam uzunluğu 200 km civarıymış. Bu otobanı ve birçok anayolu Çinliler yapmış. Yollar dışında, büyük binaları, sanayi bölgelerini, toplu konutları da Çinliler yapıyor.
Yolda öğlen yemeği için bir gölün yanında duruyoruz. Eski bir yanardağın kraterine dolmuş göl, harika bir manzara oluşturuyor.
Klasik yoğun baharatlı yemekleriyle çok alışık olmadığımız bir mutfağı var Etiyopa’nın.
Buğdaygillerden yulafa benzer “Teffin” unundan yapılan kalın lavaş şeklindeki “İnjera” ekmeği çok yoğun kullanılıyor. Her öğün neredeyse her yemeğin yanında yer alıyor. Süngerimsi bir şekli var.
Ekmek tüketimi noktasında bize çok benziyorlar. Ayrıca her yemekten önce el yıkanması, yemek yerken sadece sağ elin kullanılması da bize çok benziyor.
Otobandan çıkıp normal yola girdiğimizde yollardaki çukurlar dikkat çekici. Çift yönlü bu yollarda araçlar çukurlardan kaçayım derken birkaç defa kaza tehlikesi atlattık.
Etiyopya’da ölümlü trafik kazalarının ağır cezaları var. Suçlu olmazsanız bile bir kişiye çarpıp ölümüne sebebiyet vermeniz durumunda 30 yıl hapis cezası varmış. Bu kadar ağır cezaya rağmen Afrika’nın en fazla trafik kazası yaşanan ülkesiymiş Etiyopya.
Normalde Hawassa şehrinde geceleyecektik fakat yollar o kadar bozuk ki Hawassa’ya 80 km önceki bir şehir olan Ziway’da konaklıyoruz. 80 Km belki size göre kısa bir mesafe gözükebilir ama burada en az 2 saatlik yol demek.
3. Gün (21 Ekim 2017 Cumartesi)
Gecelediğimiz otel, dün gece basit bir motel gibi duruyordu. Sabah gün ışıdığında büyük bir göl kenarında koca bir tesismiş meğer.
Göl, hipopotamlara/suaygırlarına ve yüzlerce kuş çeşidine ev sahipliği yapıyor. Tekne gezileri var ama bizim program çok yoğun olduğundan yola çıkıyoruz.
Yol kenarındaki kilometrelerce devam eden seralar dikkat çekiyor. Aslında dünden beri geldiğimiz yol kenarında hep bu seralar vardı.
Bu seraların tamamına yakını Batılı ülkelerin firmalarına ait; burada ürettikleri organik ürünleri batı pazarlarında satıyorlar.
Devasa seraların birinin kapısı açık; içeride rengârenk çiçekler dikkat çekiyor. Bu seraların Hollanda’ya ait olduğunu öğreniyoruz. Dünyanın 1 numaralı çiçek üreticisi Hollanda burada yetiştirdiği çiçekleri Hollanda’ya göndermeden buradan diğer ülkeler ihraç ediyor.
Bugün Kefele şehrindeki bir yetimhanede 300 civarında yetimin giyim organizasyonu var. Kefele’den önce Shashemine şehrinde kısa bir mola veriyoruz.
Meşhur Etiyopya kahvesinin tadına bakalım diyoruz. Bizim Güneydoğu’da “Mırra” dedikleri acı kahveye benziyor. Sütlü olanını tercih ediyoruz. Kahve güzel ama ben Zencefilli Sütü daha çok beğendim.
Kefele’de Edebiyatçı Yazar İskender Pala’nın katkılarıyla inşa edilen Barbaros Eğitim Merkezinde yetim çocuklara kıyafetler dağıtılıyor. Çocukların sevincini gözlerindeki ışıltıyı anlatacak kelimeler bulamıyorum.
Bir gurup kadın yerel kıyafetleriyle folklorik bir gösteri yapıyorlar.
Çevreden insanlar da yığılmış alana. Göz göze geldiğimiz birçok kişi bir şeyler söylüyor ama dediklerini anlayamıyoruz maalesef. Ama mimiklerinden, ses tonlarından ve cümle aralarında geçen dua mahiyetindeki Arapça kelimelerden söylenenlerin destek ve şükran bildiren cümleler olduğunu anlıyoruz.
Dağıtım organizasyonunun bitiminde CDA’nın yetim çalışmaları hakkında bilgi alıyoruz. Etiyopya’da 17.000 civarında yetime bakıyorlaşmış. Bu çalışmaları Türkiye’den İHH ve bazı Arap ülkelerinden kurumların desteğiyle yürütüyorlarmış. Tabii kendi insanlarının da katkıları var.
Barbaros Eğitim Merkezinin bitişiğinde Yalova İHH’nın yaptırdığı Kız Yetimhanesini geziyoruz.
Yetimhanenin inşaatı bitmiş. Binaların teşrifatı ve çevre düzenlemesi kalmış. Bu konuda destek bekliyorlar.
Yetimhaneye yakın yetim bir ailenin evini ziyaret ediyoruz. En büyükleri tahminen 16 yaşında 7 yetim çocuk ve anneleri yaşıyor bu evde. Ev, 2 odalı. Tuvaleti dışarıda. Evde sadece 2 yatak var. Tüm eşyaları toplasanız ancak bir eşeğin sırtına yük olur.
Hüzün ve buruk bir mutlulukla Kefele’den ayrılıyoruz. Shashemine’de bir Müslüman lokantasında yemek yiyoruz. Türkiye’den geldiğimizi öğrenen lokanta sahibi ve çevredeki insanlar etrafımızı sarıyorlar.
Müslümanlar arasında hatırı sayılır şekilde Arapça konuşanlar var. Türkiye ve Erdoğan ile ilgili sürekli övgü dolu sözler duyuyoruz. Birçok Müslüman Erdoğan için “Halifemiz” diyor. Sadece Müslümanlardan değil Hristiyan birçok insandan da Türkiye ile ilgili umut dolu sözler işittik.
Hawassa’ya doğru yola çıkarken egomuzu okşayan onca söz ve iltifattan sonra utanç dolu bir gerçeği öğreniyoruz; “Türk Dizileri”…
Etiyopya’da çok sayıda Türk Dizileri yayınlanıyor ve sorumluluk sahibi insanlar bu dizilerle çok büyük bir ahlaki tahribat yaşadıklarını dile getiriyorlar.
Söyleyecek bir şey bulamıyoruz. Sadece, bu dizilerin Müslüman aile yapısını dinamitlemek için planlı bir çalışma olduğuna inandığımızı dile getirip susuyoruz.
Akşam gün batarken Hawassa’ya giriyoruz. Üniversitesiyle meşhur bir şehir. Yine Çinliler tarafından yapılmış büyük bir ticaret merkezi var.
4. Gün (22 Ekim Pazar)
Sabah namazına kalktığımda dışarıdan hoparlörden gelen ses dikkatimi çekti. Önce bunu sabah namazını kıldıran imamın kıraati sandım fakat ses kırattan farklıydı. Otelin balkonuna çıktığımda bu sesin 300 metre ötedeki Kiliseden geldiğini fark ettim.
Dışarıda çoğunlukla beyaz giyinmiş ve üzerinde haç işareti olan kıyafetlerle gezinen insanlar dikkat çekiyor.
Sabahın çok erken saatinde başlayan ayin biz saat 8’de şehirden ayrılırken daha devam ediyordu.
Hawassa’dan 180 Km uzaklıktaki Dinsho’ya gideceğiz. Dinsho küçük bir şehir. Burada da 300 civarında yetime kıyafet dağıtımı yapılacak.
Etiyopya’nın toprakları çok bereketli; her taraf yemyeşil. Etiyopya’nın geneli deniz seviyesinden bir hayli yüksekte olmasına rağmen sulak ve bataklık alanlar çok fazla.
Birçok yerde yoğun Okaliptüs ağaçları var. Okaliptüs ağaçlarının anavatanı Avustralya’dır. Çok fazla su çektikleri için bataklık alanları kurutmak için ekiliyor.
Yolda giderken uçsuz bucaksız buğday tarlaları dikkatimizi çekiyor. Kimi tarlalar Etiyopyalı insanlara aitken devasa tarlalar ya Etiyopya Devleti ne ya da batılı firmalara ait.
Dinsho’ya yaklaşırken rakım 3600 metreyi gösteriyor. Etrafa yeşilin farklı tonları hâkim. Karadeniz yaylarını kıskandıracak güzelliğe sahip.
Etiyopya’nın havası şaşırtıcı derecede sıra dışı: Ekvatora bu kadar yakın bir ülkenin kavurucu bir sıcaklığa sahip olması gerekirken, yılın 365 günü sıcaklık ortalaması 25 derece civarı oluyor.
Dağlar ormanlık örtüyle kaplıyken yamaçlar ve düzlükler yemyeşil çimenimsi bitkilerle örtülü.
Yol kenarına kadar inmiş Yaban Domuzları, Geyikler, Maymunlar ve Kızıl Tilkiler yabani hayatla insani hayatı iç içe geçiriyor.
Maymunlar arabaların üstüne kadar çıkıyorlar.
Doğal ve yabani hayatı ve cennet misali yerleri izlerken Dinsho’ya nasıl vardığımızı anlamıyoruz.
Organizasyonun yapılacağı alana geçtiğimizde bizi bekleyen yetimleri ve annelerini görüyoruz.
Kıyafet dağıtımını tamamladıktan sonra annelerle sohbet etmeye çalışıyoruz. Yerel dilden İngilizceye, İngilizceden de Türkçeye çevirmek biraz sıkıntılı olsa da doğal hareket ve mimikler zaten kalpten kalbe bir yol bulup iletişim kuruyor.
“Selamünaleyküm” sözünün nasıl sihirli bir kelime olduğunu çok önceden farklı ülkelerde öğrenmiştim.
Bir selam ile dili, rengi, ırkı, kültürü ve farklı görüşü olanların nasıl yekvücut olduklarını, kardeş olduklarına bir kez daha şahit oluyoruz.
Ve bir kez daha bizi Müslüman yarattığı ve bizi İslam’da kardeş kıldığı için Allah’a hamdediyoruz.
Bir yetim annesi, eşi vefat ettiğinde kendini yalnız ve derin bir çaresizlik içinde hissederken Türkiye’den kendileri için gelen kardeşlerini görünce nasıl bir huzur ve ferahlık duyduğunu anlatıyor.
Diğer bir yetim annesi 15 Temmuz gecesi Türkiye’yi endişeyle yakından takip ettiklerini ve toplu olarak nasıl dua ettiklerini anlatıyor.
Duygu yüklü bu kısa sohbetten sonra yola çıkıyoruz ama giderken bile yüreğimiz orada kalıyor. Aynı duyguları, bizi yolculayan çocukların ve annelerinin yüzünde de görüyoruz.
Program başından beri dikkatimizi çeken bir yetim çocuk var. Tek başına ayakta duramıyor ve eşyaları tutmakta, ağzına götürmekte zorlanıyor. Motor Nöron bir rahatsızlığı var. Anne ve babası ölmüş. Amcası ona ve diğer kardeşine bakıyor.
Beraber gittiğimiz arkadaşlardan biri, CDA Başkanı Dr. Cemal’e bu çocuğun hastaneye götürülmesini rica ediyor ve tüm tedavi masraflarını kendisinin karşılayacağını taahhüt ediyor. Maalesef bu hastalığın tedavisi yok. Ancak fizik ve rehabilitasyon tedavisi ile kaslarını kullanmada bir nebze ilerleme kaydedilebiliyor. Ama yine de emin olmak için tekrar bir hastaneye gitmesine karar veriyoruz.
Hawassa’ya döndüğümüzde gün çoktan batmıştı.
5. Gün (23 Ekim 2017 Pazartesi)
Giyim organizasyonunu sorunsuz şekilde tamamlamanın rahatlığıyla kahvaltıya iniyoruz.
Elimizdeki bütçeyle 480 yetimin giydirilmesini öngörürken program sonunda bu sayının 600’ü geçtiğini öğrenince keyfimiz artıyor.
Bugün ve yarını kendimize ayırdık. Geze geze Addis Ababa’ya gideceğiz.
Bugünkü ilk durağımız Hawassa gölü. İlk olarak gölün etrafındaki ormanlık alana geçiyoruz. Pelikanlar, yaban ördekleri, diğer kuş çeşitleri ve maymunlar var. Maymunlar ve Pelikanlar insan elinden yem yemeye alıştırıldıkları için insanlardan fazla kaçmıyorlar.
Daha sonra tekne ile göle açılıp Hipopotam/Suaygırlarını görmeye gidiyoruz. Aslında Hipopotamları pek görme taraftarı değilim. Hipopotamlar mahremiyetlerine çok önem veren hayvanlardır; kendi evi gördükleri alana başka canlı girdiğinde çok saldırgan oluyorlar. Nijer’de birçok örneğini duymuştum. Neyse ki sorunsuz şekilde biraz uzaktan Hipopotamları görüp dönüyoruz.
Shashemine yakınlarında yeraltından çıkan doğal sıcak su kaynakları varmış. Orayı da görmek niyetiyle yola çıkmıştık ama hem rehberimizin çok istekli olmaması hem de biran önce Addis Ababa’ya varmak niyeti bizi bundan vazgeçiriyor.
Etiyopya’nın %80’inde elektrik yok. Yol üstünde büyük bir baraj görüyoruz. Bu baraj faaliyete geçtiğinde ülkenin %50’sine elektrik verilecek deniyor.
Etiyopya koskoca bir inşaat alanı gibi; geçtiğimiz birçok bölgede göletler, yollar, büyük binalar inşa ediliyor.
Yapılan bu inşaatlardan bir kısım insanlar rahatsız. Afrika’nın genelinde olduğu gibi burada da Kabilecilik anlayışı hâkim. Yeni yollar, dışarıdan gelen kişi ve işletmeler bölge kabilelerinde endişeye ve tepkiye yol açıyor.
Akşam gün batarken Addis Ababa’ya giriyoruz. Otele yerleştikten sonra buradaki bir Türk işletmesinin ortağı ve müdürünün davetlisi olarak akşam yemeğine çıkıyoruz.
Ev sahiplerimiz hem Türkiye vatandaşı olup hem de Etiyopya’da iş yapıyor olunca konuşacak çok şey oluyor. Haliyle burada iş yapan vatandaşlarımızı merak ediyoruz.
Maliyet olarak çok avantajlı bir yer Etiyopya. Bir tekstil fabrikasını örnek veriyorlar:
Bir vatandaşımıza ait bu tekstil fabrikası ünlü markalara dikim yapıyormuş. Bir çalışanın tüm maliyeti 50 dolar civarıymış yani 140 TL. Türkiye’de aynı maliyet 2.500 TL’den az değil. 200’den fazla çalışanı olan bu işletme sadece işçi maliyetinden kazancı devasa rakamları buluyor.
Anormal vergiler ve maliyetler Batı sanayisini/üretimini Afrika ve Uzakdoğu ülkelerine yönlendiriyor. Kayda değer sanayi ve üretimimiz olmadığı için biz farkında değiliz ama Avrupa ve ABD bu yüzden büyük ekonomik kriz yaşıyorlar ve her an iflas etmeyle karşı karşıyalar.
Tabii ki bizim insanımızı 50-100 dolarlarla çalıştırmak saflık ve vicdansızlık olur. Ama yakıt, enerji, nakliyat, iletişim ve fahiş vergilerde bayağı indirimler yapmak mümkün.
Burada işçilik ucuz ama kalifiye insan ve çalışma istikrarı çok düşük. Etiyopya’da az olduğu söylense de bu tip ülkelerde kokuşmuş bürokrasi ve rüşvet çarkı çoğu firmanın hayallerini kâbusa çevirdiği bir gerçek.
Mevcut Etiyopya Cumhurbaşkanı daha önce Türkiye’de Büyükelçi olarak görev yaptığı için Türk firmalara gözle görülür kolaylıklar tanındığı söyleniyor.
Etiyopya’da aile yapısı her geçen gün çöküyor. Evlilik dışı ilişkiler çok yaygın. Hristiyan ve animist inancına sahip kişilerde bu durum çok yaygın, Müslümanlarda bu durum daha az olmasına rağmen rahatsızlık verici boyutta ve her geçen gün artıyor.
6. Gün (24 Ekim 2017 Salı)
Bugün Etiyopya’daki son günümüz. Sabah bizi otelden Dr. Cemal alıyor. TİKA kurumunu ziyarete gidiyoruz. Sıcak bir karşılamadan sonra çalışmalar hakkında bilgi alıyoruz. TİKA’nın burada daha çok kültürel çalışmaları var.
Başkent Addis Ababa’yı gezmek ve alışveriş yapmak için TİKA’dan ayrılıyoruz. Başkente kuşbakışı bakan bir tepeye çıkıyoruz. Burada bir Ortodoks Kilisesi var. Kilisenin yanında bir müze ve eski kralın yaşadığı saray var.
Müzede şahsen ilgimi çeken bir şey yoktu. Dini malzemeler/semboller ve Krala ait eşyalar ağırlıktaydı. El yazması 2-3 İncil çıkardığınızda müzeden çok bir hatıra köşesi gibi duruyor.
Etiyopya’da toplumda dindarlık dikkat çekiyor. Hem Müslümanlar hem de Hristiyanların orta yaş ve üstündeki insanlarda ciddi bir dindarlık var.
Afrika’nın diğer ülkelerinde Misyoner aracılığıyla Hristiyan olan bayanlar genelde açık giyinir fakat Etiyopya’da özellikle Ortodoks Hristiyanların bayanları Müslümanlar gibi başını örtüyor. Müslümanlar gibi fotoğraf çekilmesine tepki veriyorlar.
Ortodoks bayanların taktığı “Tülbent” dediğimiz başörtüleri, bizim Mardin, Nusaybin, Midyat bölgesindeki başörtü stiline çok benziyor. Acaba burada yaşayan Ortodoks Süryanilerden bize geçen bir örtü biçimi mi?
Etiyopya Ulusal Müzesine gidiyoruz. Anormal güvenlik aramalarından gına geldi. Saçma bir uygulama; araba ile müzenin bahçesine giriyoruz, üstümüz didik didik aranıyor ama arabanın arkasında duran valizlerimizin tekini bile açıp bakan yok.
Müzenin dünyaca en ünlü parçası olarak, insanlığın atası kabul edilen ve “Lucy” adı verilen 3,2 milyon yaşındaki ve 110 cm boyundaki iskelet var. Arkeolojiden ve antropolojiden pek anlamam ama mevcut iskelet bayağı bir şempanzeninkine benziyor.
Çıkışta müzedeki memurlardan Hristiyan bir Bayan Türkiye’den geldiğimizi duyunca bizimle bayağı alakadar oluyor. Erdoğan’ı çok beğendiğini ve Türkiye’nin hem Afrika hem de diğer mazlum milletler için bir umut olduğunu söylüyor.
Türkiye’nin Etiyopya’da büyük bir saygınlığı var. Sadece Müslümanlar değil Hristiyanlar da büyük saygı duyuyor ve “asil bir milletsiniz” diyorlar. Türkiye’nin son yıllardaki Batı Emperyalizmine karşı çıkışı bu saygınlıkta ciddi bir katkısı var ama bu saygınlığın kökeni Osmanlıdan geliyor.
Akşam CDA’in merkezine geçiyoruz. Akşam yemeğinde CDA ve benzeri birkaç kuruluşun lideri Muhammed Ali Nadiso ve arkadaşlarıyla tanışıyoruz.
Şeyh Nadiso’yu önceden duymuştum; Etiyopya’da İslam adına ciddi çabaları ve çalışmaları olmuş, bu yüzden kendisi defalarca sıkıntı yaşamış bir insan.
Etiyopya’da Müslümanların tarih boyunca çok defa soykırıma tabi tutulduklarını söylüyor. 1974-1992 yılları arasındaki Komünist rejim döneminde başkentte tek bir Müslümanın dahi bırakılmamış.
1992’de Komünizm’in yıkılmasıyla Nadiso ve arkadaşları Etiyopya’da ciddi bir İslam tebliği çalışmasına başlıyorlar. Kitap çevirileri, kasetler, basılı materyaller derken “1992’de Addis Ababa’da tek bir Müslüman yokken bugün 1 milyondan fazla insanla Bayram namazları kılıyoruz…” diyor şeyh Nadiso.
Tabi bu başarının bedeli de olmuş; birçok arkadaşı suikastler sonucu şehit edilmiş, kendi ve birçok kişi zindanı, sürgünü görmüş.
Bugün Müslümanlar güçlenmiş olsa da hala Batının desteğini arkasına alan Hristiyan yönetim Müslümanlara direkt ve dolaylı zulümlerine devam ediyor.
Etiyopya’da ciddi bir Müslüman kitlesi olunca mevcut yönetim Lübnan ve İsrail’de yaşayan “Habaşa” denen sapkın bir İslam gurubunu Etiyopya’ya getirip Müslümanların temsilcisi olarak kabul etmişler.
Habaşalar her ne kadar Müslüman olarak addedilmiş olsalar da Dürzi inancının ağır bastığı sapkın bir topluluktur. Ve Müslüman guruplara karşı ciddi bir nefreti ve karşıtlığı var. Ne yazık ki Etiyopya’da Müslümanları bunlar temsil ediyor.
Etiyopya’da Müslümanlar için kurulmuş şeriat mahkemeleri var ama işin acı ve komik yanı bu mahkemelerin hâkimleri Hristiyan.
İslami bir bağı tespit edilen yardım kuruluşları hemen kapatılıyor.
Sonuçta diğer çoğu ülkede olduğu gibi buradaki Müslümanlar da sahipsiz ve yetimler.
Sohbet o kadar koyu ki uçuş saatinin geldiğini geç fark ediyoruz. Her ne kadar gelemeyin diye ısrar etsek de tüm arkadaşlar bize havaalanına kadar eşlik edip uğurluyorlar.
Etiyopya’dan ayrılırken yüreğimizden bir parça buradaki Müslümanlarla kalıyor.
Henüz yorum yapılmamış.