Sosyal Medya

Makale

Üstümüzde Gezinen Nasıl Bir Zamanın Ruhu?

Vakıa, Cezayir direniÅŸinin entelektüel önderlerinden Malik B. Nebi, Müslümanların zamanın karşısındaki çarpılmışlığının, zaman algılarında yaÅŸanan derin kırılmalar sonucu oluÅŸtuÄŸunu söyler ve şöyle devam eder; “Müslümanlar Hicri yılda deÄŸil de Miladi yılda yaÅŸadıklarına inanmaktadırlar. Bu yanlış bakış açısı, Ä°slam’a ait bir problemi kendi tarihi çerçevesi yerine Batı medeniyeti çerçevesine oturtur.” Åžu bir gerçekliktir ki Müslüman muhayyilenin daima çatışma halinde olduÄŸu  deÄŸerler tarafından önce kuÅŸatılması, sonra yenilgiye uÄŸratılmasıyla neticelenen süreç geçtiÄŸimiz yüzyıl boyunca aÅŸağılık kompleksi haline dönüştü. Bu kompleks modern dünyayı temsil eden her ÅŸeyi şüphesiz kabullenmek haline evirildiÄŸinde derinliÄŸimizi yitirmemiz, eleÅŸtirel bakış açımızı kaybetmemiz kabusu ile karşı karşıya geldik. Köklerimizin bizlere kazandırdığı orijinalite, dünyanın geçici deÄŸerlerinin karşısında Ä°slam’ın ezeli ve ebedi prensipleri ile ‘adalet ve özgürlük’ orijinli bir yaÅŸam oluÅŸturmamızdı. Bu hayat tarzı, erdemi ve izzeti vahyin daima umudu çoÄŸaltan bir ruh enginliÄŸinde bayraklaÅŸtırmaktı. Bizlere öngörülen, çerçevesi çizilen ve daima kısır döngü haline dönüşen bir zaman algısı içerisinde baÅŸkalarının kurallarıyla, baÅŸkalarının kurumlarına su taşımaktan baÅŸka yapabileceÄŸimiz bir ÅŸey kalmamıştı. Zihnimizi sarmakta olan atalet; duyuÅŸ, düşünüş ve hareket tarzımızı kime ve neye göre belirlemekte olduÄŸumuzla ilgilidir. Batının harici medeniyet havzalarına karşı takındığı aÅŸağılayıcı ve indirgemeci mantık, her ÅŸeyden önce kendisini ilerlemeci, geliÅŸen ve düzen saÄŸlayan bir konuma oturtmak üzerine kuruludur. Batı dışı anlam dünyaları, dışarıdan bakış açısını ifade eden bir durumla (örneÄŸin, batılı parametrelere göre ben neyim?) kendilerini yargılamaya baÅŸladıklarında müdahale edilebilir, dönüştürülebilir bir durum halini almaktadırlar. Böylesi bir açık alan, kurgulanan yeni dünyaya entegre edilebilecek kim ve ne varsa onu önce ötekileÅŸtirmekte, sonra dışarıda bıraktığı ne varsa ehlileÅŸtirerek kendine benzetmeye çalışmaktadır. Özellikle Müslüman dünyada düşünsel ve siyasal yenilginin getirmiÅŸ olduÄŸu zihinsel bulanıklık, ulemanın yerine ikame edilen aydınlara zamanı, tarihi ve kutsalı batıcı bir okumayla yeniden gözden geçirme ihtiyacı hissettirdi. Oysa Müslüman, kendini bilmekle, kendini oluÅŸturan zaman-tarih ve coÄŸrafyayı kendinden yola çıkarak vahyin diliyle anlamlandırmakla mükellefti. Bu durum zamanın her noktasında hikmetin ve hakikatin izini sürmedeki baÅŸat noktayı iÅŸaret eder. Yunus’un tarifi ile “sen kendin bilmez isen bu nice okumaktır.”


Modernite denilen soÄŸuk yüz, yaklaşık üç yüz yıldır kullanabileceÄŸi ne varsa içini boÅŸaltıp nemalandıktan sonra kendine bir evren inÅŸa etmektedir. Ä°lk ortaya çıktığı dönemlerde materyalist eÄŸilimleri ağır basan bu algı biçimi, kutsal olan ne varsa hayatın dışında bırakarak seküler bir ahlakı, totaliter ve tanımlayıcı bir konsepti, insanı yalnızlaÅŸtırıcı ve öteki olarak belirlediklerine karşı müdahale edici bir tarzı ifade eder. Allahsız bir zamanda insanı insan yapan (eÅŸref-i mahlukat) deÄŸerleri devre dışı bırakarak, tamahkar, tahammülsüz, içeriksiz ve makineleÅŸmiÅŸ bir türü icat etmenin peÅŸindeki modernite, her korkudan bir tanrı yontarak yaÅŸadığımız dünyayı put galerisine dönüştürdü. Gündelik yaÅŸamı yirmi dört saat esasına göre yeniden organize ederek kliÅŸe/tekdüze bir hayat tarzını dayattı. Böylesi bir tarza itiraz edebilecek kim ve ne varsa zaman dışı, tarih dışı ve dünya dışı ilan edilerek sistem düşmanı olarak gösterildi. Öngörülen seküler hayat, hedeflenen ve hazza dayanan liberal toplumun ilk basamağını teÅŸkil etmektedir. Her ÅŸeyi bir denetim mekanizması içerisinde yeniden denetleyen ve üreten ince, tedrici bir totalitarizmle karşı karşıya bırakıldı insanlık. Bunun en önemli sonucu, kutsal biz öz taşıyor olmaktan soyutlanmaya çalışılan insan, hakikat dengesini yitirdikçe, gücün basit argümanı, vahÅŸi egoizmin sorumsuz ve küstah bir enstrümanı seviyesine indirgendi. Gayesizce üreten,  insafsızca tüketmeye çalışan ve öngörülmüş zaman içerisinde dönüp dolaÅŸan ‘bir gaflet hali’, aklın küstahça meydan okuması lakin kalbin çoraklaÅŸması ile insanın yaÅŸadığımız yüzyıldaki trajedisine vurgu yapıyor.


Bir dünya cenneti oluÅŸturma kavliyle insanlığın tarih boyunca edindiÄŸi birikimi reddederek yeni zaman ve tarih, kültür ve yaÅŸam dili oluÅŸturmak için yola koyulan modern paradigmanın,  kutsaldan arındırdığı bilgi türüyle inÅŸa etmeye çalıştığı yaÅŸam felsefesi çözümlenmeden hiçbir kabul ve red anlam taşımayacaktır. Bu baÄŸlamda Kafir bir muhayyilenin öngördüğü zaman, statik ve statükocu bir içeriÄŸe sahiptir ve sürekli kendini tekrar etmektedir. Oysa Müslüman zamanı, sürekli dönüşüm ve deÄŸiÅŸime iÅŸaret eder. Aktif ve müdahil bir insan türünü öngörür. ÖrneÄŸin Batılı bayramların ve ritüellerin aynı döngünün belirlenmiÅŸ anlarında ortaya çıkmasının karşısında; Müslümanların kutsal günleri dinamik ve sürekli yer deÄŸiÅŸtiren bir süreci içerir. Bu durum sürekli güncellenen ve hayata müdahale edebilen bir zaman algısını ifade eder. Modern algı yalnızca ÅŸimdiki zaman içerisinde dönüp dolaÅŸmakta iken Müslüman algısı ‘ebediyet’ duyarlılığı ile geniÅŸ bir perspektif oluÅŸturur. Böyle olmaklık dindışı bir insanda zamanın yıpratıcılığına yol açarken, Müslüman açısından zamanı kullanış biçimi onu dinamik ve devrimci kiÅŸiliÄŸe dönüştürür.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.