Sosyal Medya

Makale

Tarikatler, cemaatler ve siyaset

Lakçiler dini devletten, siyasetten, hatta toplumdan uzaklaştırmak, yalnızca ferdin hayatına ait kılmak, orada sınırlamak istediler ama buna muvaffak olamadılar; çünkü ferd ile toplum ve devlet hayatını birbirinden su geçirmez kaplar gibi bölüp ayırmak eşyanın tabiatına, fıtrata ve sosyal-psikolojiye aykırı düşer.

Dindar fertler inanç ve hayat tarzlarını yaymak, kendilerinden olanların sayısını arttırmak isterler; bu istek hem dinden gelir, hem de inanan kişinin ihtiyacından kaynaklanır. Evet ferdin buna ihtiyacı vardır; çünkü o bir cemiyet içinde yaşar, diğer fertlerle çeşitli ve karmaşık ilişkileri olur, bu ilişkilerde problem yaşamamak veya daha az yaşamak için inanç, duygu, düşünce, davranış ve hedefler bakımından azami ortaklıklar arar.

Bu ortaklıklar ya “sahih Ä°slam'ı anlatan, herkese açık kaynaklarda açıklanmış bilgilere ve kurallara” göre kurulur ya da “her biri sahih Ä°slam'ı temsil ettiÄŸini iddia eden ve genel kurallara ek bazı sübjektif kurallar ve inançlar ileri süren gruplar” içinde kurulur. Ä°ÅŸte “dini gruplar” buradan doÄŸarlar.

Dini gruplar son zamanlara kadar mezhepler ve tarikatler ÅŸeklinde görülüyordu, son zamanlarda bunlara bir de “cemaat” kavramı ve yapısı eklendi.

Cemaat, hizmet, Gülen hareketi, pdy gibi isimlerle anılan bu bid'at yapıya kadar cemaat deyince iki ÅŸey anlaşılırdı: 1. Cami cemaati (veya bir imama uyarak namaz kılan topluluk), 2.Sahih Ä°slam çerçevesinde birleÅŸmiÅŸ Ä°slam toplumu (ehl-i sünnet ve cemâ'at). MeÅŸru cemaat kavramına uymayan “Gülencilik” eklektik bir yapı: Mezhepten, tarikatten, islâmî hareketlerden, geçmiÅŸte Ä°slam'da ve Ä°slam dışında yaÅŸanmış kısmen benzer hareketlerden birer parça alarak bir yapı oluÅŸturulmuÅŸtur. Bunun temel özelliÄŸi Fethullah Gülen'le ilgili gerçek dışı, hayale ve telkine dayalı keskin inançtır. Bu inanca sahip olanların belirleyici referansları F. Gülen'in “sözleri, filleri ve tasvipleridir”. Buna karşı Kur'an âyetleri ve hadisler okusanız, Cebrâl'i getirip “ÅŸu yanlış” dedirtseniz fayda vermez, şâgirdi inancından ve kararından vazgeçiremezsiniz.

Gülenci hareket uzun zaman kendini “iyi insanlar, iyi vatandaÅŸlar, millete, memlekete ve dünyaya hayırlı hizmetlere kendini adamış elemanlar yetiÅŸtirme hareketi” olarak tanıttı ve buna inanmamızı saÄŸladı. Şüpheleri ve ithamları da tevillerle, yorumlarla, gerektiÄŸinde geri adımlarla savmasını bildi. Son dört yılda ise mızrak çuvala sığmadı, mahiyetleri ve hedefleri anlaşılınca angaje olmayan iyi niyetli destekler kesildi ve mücadele baÅŸladı. Sonunda hareket, hesapladığı güce ulaÅŸtığını ve kıvama erdiÄŸini sandı, hedefine engelsiz yürüyebilmek için iktidarı hem de kanlı bir kalkışma ile ele geçirmeye teÅŸebbüs ederek “intihar etti”. Az da olsa bazı mensuplarının gerçeÄŸi anlayarak normalleÅŸmeleri, geri kalanların da zararsız hale getirilmeleri tabii olarak zaman alacaktır.

Üst akıl üzerinde çok duruluyor, ama unutmayalım ki, bu yapıları kuran değil, kullanandır üst akıl, biz kullananları engelleyemeyiz ama açık olurlarsa kuranları denetleyebilir ve engelleyebiliriz.

Hak veya batıl mezhepler ve tarikatler “din anlayışı, eÄŸitimi ve mevcut ÅŸartlarda mümkün olduÄŸu kadar hayata geçirilmesi” iÅŸi ile meÅŸgul olsalar, devleti ele geçirmeye kalkışmasalar, birbiri ile de iyi geçinseler; kavgayı, kendi varlığını diÄŸerinin yokluÄŸunda aramayı, fitneye sebep olacak ÅŸekilde rekabeti bir yana bıraksalar topluma bazı faydaları olabilir, zararları da asgariye iner. Ama görülen manzara ÅŸudur ki, iliÅŸkiler böyle olmuyor, -pek azı müstesna- her biri bir ÅŸekilde devlete nüfuz etmeye çalışıyor, seçimlerde partilerle pazarlığa giriÅŸiyor ve oyunu amacı için kullanıyor, güçlendikçe itidalden ve adaletten ayrılıyor, birliÄŸin tutkalı olacak yerde ayrılığın, bölünmenin, didiÅŸmenin amili oluyorlar.

Tedavinin ilk adımı teÅŸhistir, teÅŸhis de hastalığın amillerini tam olarak göremeden olmaz. Ama ancak açık olan görülür, yasaklamalar gizlenmeyi getirir, gizli olan da görülemez. LaikliÄŸi din özgürlüğünü daraltma ÅŸeklinde uygulayan yasakçı zihniyet, güçlünün zayıfa baskısı ve gizli niyetler takiyyeye sebep olmuÅŸtur. Takiyye iki yüzlülüktür, olduÄŸu gibi görünmemektir, kendinden olmayanı aldatmaktır. Bundan sonra aldanmak istemiyorsak bütün dini yapılar ve hareketlerin, zorunlu sınırlamalar dışında serbest ve açık olmasını saÄŸlamalıyız. Ä°ÅŸi de dar manada “bizden olana” deÄŸil, iÅŸe ehil olana vermeliyiz. Ä°ÅŸe ehil olanın grup aidiyeti belli olursa denetimi de mümkün olur.

Bir de sahih dini anlatma vazifesini en iyi kimlerin yapabileceği konusu var, bunu başka bir yazıda ele alalım.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.