Yasin Aydoğan: Sınırsız Erişim: Dua
İnsan hangi ilkelere, prensiplere tabi ise ona uygun bir duruÅŸ sergilemelidir ki iddiası ile eylemi örtüÅŸsün, denk düÅŸsün. KiÅŸi neye niçin inandığını bilirse ve inandığı deÄŸerlerin içini doldurur, o deÄŸerleri ihsas eden bir tavra sahip olursa hem itibarı hem de inandırıcılığı ziyade olur. Bu hakikat, insanın Rabbi karşısındaki temel konumlanışında, yani duada, en saf ve en çarpıcı haliyle tezahür eder. Dua, sözle eylemin, iddiayla halin bütünleÅŸtiÄŸi bir iman eylemidir. ÇeliÅŸkiden uzak, ruhun ve bedenin aynı hakikate yöneliÅŸidir.
Dua, kulun aczini ve fakrini idrak ederek, Mutlak Ganî, her ÅŸeyden müstaÄŸni olan Allah'a yönelmesidir. Bu, metafizik bir köprüdür; tıpkı kesintisiz bir wi-fi sinyali gibi, kul ile Mâbudu arasında sürekli ve canlı bir irtibat hattı tesis eder. Bu baÄŸ, "Bana ÅŸah damarından daha yakınsınız" (Kaf, 50/16) ayetinin tecelli ettiÄŸi bir yakınlık iklimidir. Kul, "Ya Rabbi, rica ediyorum" diyerek büyük makama, Alemlerin Rabb'ine, küçüÄŸün büyüÄŸe arz-ı hal ettiÄŸi gibi içini döker, niyaz eder. Bu sesleniÅŸte, insanın iki dili birden iÅŸ başındadır: biri dudaklardan dökülen sözler, diÄŸeri gönlün derinliklerinden yükselen, sessiz ve kuvvetli bir çığlık. Hakiki dua, dilin gönülden, gönlün de dilinden geçeni söylediÄŸi andır.
Ne var ki, modern dünyanın rasyonalist ve materyalist zihniyeti, duanın bu ruhani ve metafizik boyutunu tahrif etmekte, onu sıradan bir talep ve temenni listesine indirgeme eÄŸilimindedir. Bu zihniyet, duayı pozitivist bir kalıba sokarak, onu yalnızca "bir ÅŸeyin gereÄŸini yaptıktan sonra" yapılacak formel bir eylem olarak tasvir eder. Oysa bu yaklaşım, duanın özünü, yani kulun her halükârda ve her an Rabbine olan muhtaçlığını ve bu muhtaçlık üzerinden kurduÄŸu samimi ve doÄŸrudan iliÅŸkiyi görmezden gelir. Dua, bir "alışveriÅŸ" mantığının çok ötesinde, bir "aÅŸk", bir "yakarış" ve tam bir teslimiyet halidir.
Bu teslimiyetin en somut, en çarpıcı ve en deruni tezahürü ise secdedir. Secde, kulun kendi hiçliÄŸini ve Rabbinin azametini tüm benliÄŸiyle hissettiÄŸi, "Sübhâne rabbiyel alâ" (En yüce Rabbim! Seni her türlü kusurdan tenzih ederim) sözleriyle O'nun mutlak büyüklüÄŸünü ilan ettiÄŸi andır. Bu, mekanik bir eÄŸilip kalkma hareketi deÄŸil, bir horozun yemi hızlıca tüketmesi gibi sathî bir tekrarın aksine, her zerrenin "O'na" yöneldiÄŸi deruni bir idrak ve yakarış halidir. Secdede uzun süre kalmak, bu bağın kalitesini ve derinliÄŸini artırır. Müstekbir bir kimliÄŸe sahip olanlar, kendilerini yeterli gördükleri için secdeden, dolayısıyla duadan kaçınırlar. Alak Suresi'nin iÅŸaret ettiÄŸi gibi, "İnsan, kendini yeterli gördüÄŸü için (istaÄŸnâ) azar." (Alak, 96/6-7). Firavun, Karun, Nemrut ve Ebu Leheb gibi tarihin müstekbir ÅŸahsiyetleri, bu yanılgının sembol isimleridir. Oysa Fatır Suresi'nin beyanı açıktır: "Ey insanlar! Sizler Allah'a muhtaç (fukarâ) olanlarsınız. Allah ise, hiçbir ÅŸeye muhtaç olmayan (Ganî) ve her türlü övgüye layık olandır." (Fâtır, 35/15). İnsanın "fakir" oluÅŸu, onun yaratılış gerçeÄŸidir ve duadan uzaklaÅŸmak, bu gerçekle yüzleÅŸmekten kaçmaktır.
Duanın kabulüne vesile olacak meÅŸru yollar, bu hakikati idrak etmiÅŸ bir kalbin arayışıyla bulunur. Bunlar; samimi, ısrarlı ve ihlaslı bir niyaz, Esmâ-ûl Hüsna ile yapılan yakarışlar ve salih amellerdir. "Rabbenâ" diye baÅŸlayan dualar, bize O'nun terbiye ediciliÄŸine sığınmanın, O'nu mürebbi bilmenin kapısını aralar. Bu meÅŸru vesileler dışında, baÅŸka ÅŸahıslardan, türbelerden veya sembollerden medet ummak, onları Allah'a ulaÅŸmada bir araç, bir ÅŸefaatçi kılmaya kalkmak, tevhid inancına aykırı düÅŸen ve kiÅŸiyi ÅŸirk bataklığına sürükleyen batıl bir yoldur. Hiç kimse bir baÅŸkasını kurtaramaz. Kurtarıcı, yegâne ve Mutlak Kurtarıcı olan Allah'tır.
Duanın "ibresi"ni doÄŸru tutmak da imani bir ÅŸuur gerektirir. Yalnızca "Allah'ım, bana ver!" demekle kalmayıp, asıl "Allah'ım, benden al!" diyebilmek esas olanıdır. Haseti, kibri, ucbu, ÅŸehveti, mal ve makam sevgisini, kalpteki kırgınlıkları, kinleri, ÅŸüpheleri ve yanlış eÄŸilimleri bizden almasını istemek, gerçek bir arınma, tevazu ve özeleÅŸtiri göstergesidir. "Allah ÅŸaşırtmasın" demek yerine, "Allah, bizleri ÅŸaşırtmaktan ve saptırmaktan korusun" diye yalvarmak, sorumluluÄŸu asıl sahibine, nefse ve ÅŸeytana havale etmemenin gereÄŸidir. Bu, duanın yönünü ve muhtevasını doÄŸru belirlemenin, yani "ibre"yi doÄŸrultmanın ta kendisidir.
Netice itibarıyla dua, Müslümanın hayatındaki en güçlü psikoterapi, en emin liman ve en kuvvetli manevi dinamiktir. İbadetlerin özü ve ruhu, kulun Rabbiyle kurduÄŸu bu sarsılmaz, samimi ve sürekli baÄŸda gizlidir. Secdeleri hakkıyla eda etmek, duaları içtenlikle, ısrarla ve sabırla sürdürmek, "Rabbena" diyerek O'nun terbiye ediciliÄŸine sığınmak, iradeli bir duruÅŸun ve iddiayı eyleme denk kılmanın en güzel, en anlamlı ve en kalıcı tezahürüdür. İşte hakiki iradeli duruÅŸ budur.
Yasin AydoÄŸan

Henüz yorum yapılmamış.