Sosyal Medya

Mehmet Bulayır: Toplumu Takva Ekseninde Dönüştürmek Mümkün mü?



Ekonomideki bereket kavramının sosyal hareketlerdeki karşılığının, ahlâk ya da daha doÄŸru bir adlandırma ile takva olduÄŸunu düÅŸünmekteyim. Nasıl ki bereket kavramının modern iktisatta bir karşılığı yok ise ne yazık ki takvanın da modern sosyal bilimlerde bir karşılığı yok.

Sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, dindar olmak, itaat etmek, korkmak, çekinmek” anlamlarına gelen, “vikaye” mastarından türeyen takva kelimesi, Seyyid Åžerîf el-Cürcânî tarafından ÅŸu ÅŸekilde tarif edilir: “Allah’a itaat ederek azabından sakınmaktır, bu da ceza almayı haklı kılan davranışlardan nefsi korumak suretiyle gerçekleÅŸir.” (et-Ta’rifât, “vky” md.). Takva kelimesinin kökündeki “ittikâ”, “takî”, “etkâ”, “mütttaki” gibi türev ve fiilleri Kur’ân-ı Kerîm’de 285 yerde geçmektedir. Kur’ân’da ve hadislerde takva, bazen sözlük anlamında bazen de “Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınarak azabından korunma” anlamında kullanılmaktadır. (TDV İslâm Ansiklopedisi, cild:39)

Bu açıklamadan hareketle, takvayı haram olan ÅŸeylerden kaçınmak, sevap olan ÅŸeylere yönelmek olarak özetlemek mümkün. Halk irfanındaki karşılığı ise güzel ahlâk sahibi olma yolunda çaba göstermektir, diyebiliriz. Nasıl ki bereket, insanın kazancına, malına, parasına yani toplamda bütün ekonomik varlığının çok ötesinde, bunlara anlam katan ölçülemeyen bir deÄŸer olarak ifade buluyor ise aynı ÅŸekilde takva da insanın bizatihi kendisine anlam yükleyen ölçülemeyen bir deÄŸerdir.

Modern toplumların açmazı da tam olarak bu noktada baÅŸlıyor: Her ÅŸeye fiziksel, matematiksel metrik bir tanım getirme, ölçeklendirme hastalığı. GeliÅŸmiÅŸlik düzeyini kiÅŸi başına düÅŸen milli gelir, elektrik tüketimi, araç sayısı gibi ölçeklendirmeler üzerinden tanımlayan modern parametreler kullanan kurumlar, kiÅŸi başına düÅŸen antidepresan miktarıyla yüzleÅŸmek zorunda kaldıklarında meseleyi halının altına süpürmeyi tercih ediyorlar. Yine modern tıp, açıklayamadığı bir olayla karşılaÅŸtığında Freud’un arkasına sığınmayı ya da stres faktörü deyip geçmeyi tercih ediyor.

Peki, genel olarak tüm halkımız ve özelde İslâmî hareketlere mensup topluluklar bu durumun dışında mıdır? Maalesef deÄŸil. İstikametini Batı’ya çevirmiÅŸ, modernleÅŸmenin ayak izlerini takip eden ülkemiz insanının genelinde durum benzer ÅŸekilde seyretmektedir. Sürekli artan tüketim ve gelir rakamları üzerinden tarif edilen mutluluk, kendi tanımı içinde toplumun bütün kesimleri tarafından kabul görüyor gibidir. Ne kadar sahip olursan ya da ne kadar tüketirsen o kadar mutlu olursun, mottosuna teslim olmuÅŸ gibi gözükmekteyiz. Fakat ne gariptir ki, memleketin en çok da bu üst gelir grubu insanları, psikoloji ve psikiyatri kliniklerine “müÅŸteri” oluyor.

Kimse yanlış anlamasın, yoksulluÄŸa övgü dizecek falan deÄŸilim. Biliyorum ki yoksul kesime mensup insanlar da mutluluktan uçmuyor. Bir lokma bir hırka edebiyatına, baÅŸta gençlerimiz olmak üzere herkesin karnı tok olduÄŸunun farkındayım ancak zenginliÄŸe övgü düzme konusunda da aynı hassasiyeti göstermeli deÄŸil miyiz? Burada dikkatinizi çekmeye çalıştığım ÅŸey, mutluluÄŸun, erdemli olmanın, zenginlik ya da yoksullukla doÄŸrudan iliÅŸkili bir ÅŸey olmadığı; insanın sahip olduÄŸu ahlâkla ilgili olduÄŸu- dur. Yine en çok ahlâk erozyonuna, neredeyse bütün iletiÅŸim kanalları üzerinden kutsanan makam, mevki ve para yol açmaktadır.

Kullandığımız kavramlar zihniyetimizi; kullandığımız araçlar ve bu araçlara yüklediÄŸimiz anlam ise hayat felsefesini inÅŸa ediyor. Adınızın Müslüman olması, Müslümanca bir düÅŸünce yapısına sahip olduÄŸunuz anlamına gelmiyor çoÄŸu zaman. Bunca yalan dolan, istismar, hırsızlık, teÅŸhircilik, kısaca tuÄŸyan, iÅŸte bu adı Müslüman olan “seküler zihnin”, amelleri olsa gerek.

Toplumun geneli için ahlâklı olmak, daha dindar kesim için ise takva sahibi olma isteÄŸi konusunda bir kafa karışıklığı olduÄŸunu sanmıyorum. Hepimizin malumu bugün bilgiye ulaÅŸmak, yaygınlaÅŸan iletiÅŸim araçlarıyla birlikte eskiye göre çok daha kolay. Dolayısıyla sorun, bilmekte deÄŸil; daha ziyade bu bilginin pratiÄŸe dönüÅŸme biçimindedir.

Günümüzde, hakikatin hikmetten uzaklaÅŸarak bir kırılmaya uÄŸradığına ÅŸahit olmaktayız. Bu süreçte iyilik, kendi olmaktan uzaklaÅŸarak bir gösteriye; zaman zaman da Hristiyan kültürde aÅŸina olduÄŸumuz kutsama seanslarına dönüÅŸüyor. Özellikle sosyal medyada ya kurumsal ya da kiÅŸisel fenomenler üzerinden abartılı, tartışılmaz, dokunulmaz bir iyilik fetiÅŸizmine ÅŸahit oluyoruz. Günün sonunda, salt iyiliÄŸe övgüden ziyade iyiliÄŸi yapanı yüceltmeye yönelik bir imaj çalışmasının olduÄŸunu görüyoruz. Afrika baÅŸta olmak üzere mazlum coÄŸrafyalara yapılan ifadeyi biraz acımasız bulabilirsiniz ama sanki "Bir merhamet turizmine tanıklık ediyoruz" gibi. Oysa kadim kültürümüzde, iyiliÄŸin gizli yapılmasının tavsiye edildiÄŸi bilgisine sahibiz. Belki de takva kavramına yüklediÄŸimiz anlamın kırılmasının bir sonucudur.

Sonuç olarak bence takva kavramı üzerinde İslâmî temsil iddiasında olan mensuplar olarak yeniden düÅŸünmeliyiz. KiÅŸisel kanaatim, takvanın dışa dönük bir çabadan çok içe dönük bir yolculuk olması gerektiÄŸi ÅŸeklindedir. İnsan, öncelikle kendi eksiklerini görerek onu onarmaya yönelik bir çaba içerisinde olmalıdır. Oysa günümüz insanı, daha çok kendini ve yaptıklarını ön plana çıkartarak ekranda var olmaya yönelik bir çaba sarf etmektedir. Bu yolculuk iyilik adına baÅŸlıyor bile olsa yolculuk esnasında kırılmaya uÄŸrayarak çoklukla aracın amaca dönüÅŸtüÄŸüne ÅŸahit oluyoruz. Dolayısıyla kendini dönüÅŸtüremeyen kiÅŸinin toplumu dönüÅŸtürme çabası karşılık bulamaz. Daha fenası ise takva yönünde deÄŸiÅŸtirmeye çalıştığı toplumla beraber baÅŸka bir akım nesnesi durumuna düÅŸer.

Böylelikle, bireyden topluma doÄŸru bakarsak eÄŸer bu zihinsel kırılmanın nesnesi durumundaki bazı Müslüman camiaların kazandıkları siyasal konjonktürün bir illüzyona yol açtığını düÅŸünmekteyim. Kaldı ki, bunu nüfusa oranladığınızda oldukça küçük bir orana tekabül ettiÄŸi de hepimizin malumudur. Yine etkinlik ve sayısal katılım üzerine inÅŸa edilen kimlik ve amel ibrazının, sorunlu ve gerçekçi olmadığını düÅŸünmekteyim. Belki bu konu baÅŸka bir yazının konusudur ancak konunun baÄŸlamıyla ilgili olduÄŸu için zikretme ihtiyacı duydum, çünkü İslâmî camiaların STK'laÅŸma sürecinin de bir tür sekülerleÅŸme semptomları gösterdiÄŸini, bu durumun ise kendi çalışmalarının niteliÄŸinde bir kırılma ve tehdit oluÅŸturduÄŸu endiÅŸesini taşımaktayım. Bu anlamda çalışmalarımız, evet yine modern yöntemleri dışlamadan ama geleneÄŸimizden ilham alarak gerçekleÅŸmelidir. Tabiri caizse kullandığımız kavramların fabrika ayarlarına dönmesi gerekiyor. Bu baÄŸlamda, toplumu takva ekseninde dönüÅŸtürme iddiasına uygun bir zihin yapısını kuÅŸanmak ve bu davranış modeliyle amel eden bir avuç insanı yetiÅŸtirmekle ancak “takva eksenli bir dönüÅŸüm” mümkün olabilir. Bu yol zor ama test edilmiÅŸ, mümkün, sahih bir yoldur.

Mehmet Bulayır

Not: Bu makale, “Muhal ile Mümkün arasında” adlı eserden iktibas edilmiÅŸtir.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.