Kürsü
Sadık Sefa: Bizim Payımız: Hatırlamanın Yankısı
“Yıldızlar göÄŸe asılmış umutların resimleriydi.”
Gece kurduÄŸu alarm çalmadan uyanmıştı. Ağır hareketlerle yatağından kalkıp sabah namazı için abdest aldı. Namazını kılıp seccadesini koltuÄŸun üzerine bıraktıktan sonra balkona doÄŸru yürüdü. Mahallenin hemen dışındaki tepeden, panoramik bir açıyla görüyordu her yeri. Oldum olası severdi buradan ÅŸehri uzun uzun izlemeyi. Ufuk çizgisi, yeni günün müjdesini kızıl rengiyle haykırıyordu. Garip bir his çöktü yüreÄŸine. Nedense bu ÅŸehri son kez izliyormuÅŸ gibi hissetti. Buruk bir tebessüm ve bambaÅŸka bir ruh hali sardı bedenini. DoÄŸan günü kucaklamak istiyormuÅŸçasına kollarını iki yana açarken gözlerini kapattı. Tatlı tatlı esen rüzgar saçlarında gezinirken, ince bir gözyaşı, yol buldu kendine. Åžaşırdı.
Her zamanki yolculuk sabahlarından birindeydi. Haftada birkaç günün sabah rutiniydi, bu balkonda günü karşılamak. Oysa ilk defa böyle mahzun hissetmiÅŸti kendini. Üzerine çöken bu garip histen silkinip kurtulmak için içeri geçti. Önceden hazırlamış olduÄŸu eÅŸyalarını alıp evden çıkmak üzere hazırlandı. Valizini bagaja yerleÅŸtirdikten sonra sırt çantasını yan koltuÄŸa koydu. Titizlikle planladığı yolculuk için hazırdı artık.
Uzun zamandır ne aradığını bilmeden yollara düÅŸmüÅŸtü. Belki de ancak bulduÄŸunda, aslında onu aradığını anlayacaktı. Bu defa oldukça uzun bir yolculuk planlamıştı. Yolunun üzerindeki hiçbir tarihi yapıyı atlamamak için bir sarraf inceliÄŸinde çalışmıştı adeta. Ve tabii ki doÄŸal güzelliklere dair de bir araÅŸtırma yapmış ve güzergahını belirlemiÅŸti. Âdeti olduÄŸu üzere gezip görmek için iÅŸaretlediÄŸi her nokta için uzun ziyaret süreleri eklemiÅŸti. Nasılsa zamanla ilgili bir kısıtlaması yoktu. Bütün bunları düÅŸününce ince eleyip sık dokuduÄŸu planı için kendini tebrik etti. Cebindeki taşınır bellek kendini hatırlatırcasına rahatsızlık veriyordu. Cebinden çıkardı. Yanmış, köz haline gelmiÅŸ bir odun parçası renkli bu bellek, oldukça eskiydi. Hasır bir sepete doldurduÄŸu ve çok uzun süredir açıp bakmadığı bir sürü eski fotoÄŸraf ve eÅŸyanın arasında bulmuÅŸtu. Bilgisayarına taktığında çalıştığını görünce ÅŸaşırmıştı. İçinde onlarca türkü vardı. Hem de dinlemekten oldukça keyif aldığı onlarca türkü. Kadim bir dostun baÄŸlaması ile söylediÄŸi türküler... Daha fazla düÅŸünmeyip radyoya taktı belleÄŸi. Birkaç dakika geçmesine raÄŸmen sessizlik bölünmedi. Çalıştığını gördüÄŸü anda içindekileri yedeklemediÄŸi için kızdı kendine. Elini sertçe direksiyona vurdu. İşte o anda, ince bir sızı gibi yayıldı baÄŸlamanın sesi. Ardından, sanki tül bir perdeyle örtülmüÅŸ gibi, belli belirsiz hatırladığı ama bir türlü netleÅŸmeyen anıları canlandıran bir ses duyuldu. İçli içli türkü söyleyen dostunun sesi, baÄŸlamanın naÄŸmelerine karışıyordu.
Her vakit namazı için yol üstündeki bir köyü iÅŸaretlemiÅŸ ve namazları o köyün camisinde kılmıştı. GüneÅŸ, ufku yine kızıllığa boÄŸarak batarken, birkaç günlük bir gezi planladığı ÅŸehre girmek üzere ana yoldan çıkmıştı. Åžehre yaklaşırken, daha önce hiç dinlemediÄŸi ama çok tanıdık bir ezgi yankılanıyordu bellekten. Kendisi için yazılmış gibiydi. Saç diplerine kadar ürperdi. YüreÄŸi yangın yerine dönmüÅŸtü. Kelimeler birer nefes olup boÄŸazında düÄŸümlenirken ezgi bitmiÅŸ, baÄŸlamanın sesi kesilmiÅŸti. YolculuÄŸu, baÅŸladığı gibi derin bir sessizlikle bitmek üzereydi. Camı açtı, derin bir iki nefes içine çekmiÅŸti ki, rezervasyon yaptığı pansiyonun tabelasını gördü.
Odasına geldiÄŸinde sırt çantasından bilgisayarını çıkarıp belleÄŸi taktı ve son ezgiyi açıp yataÄŸa uzandı. Hafızasının onu yalnız bırakmasına o kadar alışmıştı ki ezginin bittiÄŸini fark etmemiÅŸti. Uzun süre hayal perdesinin arkasından izledi yine, bütün bir geçmiÅŸi. Sonra yol yorgunluÄŸunun da ağır basmasıyla göz kapaklarına daha fazla direnemedi.
Sabah ilk iÅŸ bu küçük Anadolu ÅŸehrinin tarihi bir iki yapısını gezip görmüÅŸtü. Åžehirdeki sosyal hayat hakkında fikir sahibi olmak için, meydan sayılabilecek bir yerde, çay ocağında vakit geçirmeye karar vermiÅŸti. AkÅŸam üstü için kısa bir yürüyüÅŸ vardı sırada. Saatine baktı. DoÄŸa yürüyüÅŸü için seçtiÄŸi alana gitmek üzere yola çıkma vakti gelmiÅŸti. Çayını bitirip arabasına gitmek için masadan kalktı. Çay ocağının giriÅŸinde, kapının hemen yanındaki masada bir adam gördüÄŸünü sandı. Sırtını cama vermiÅŸ, gözlerini hiç kırpmadan kendisine dikmiÅŸti. Dostane bir tebessüm vardı yüzünde. Bir an için kalp atışları hızlandı. O sırada içeriye giren birkaç kiÅŸilik grup, görüÅŸünü kapatmıştı. Onlar yanından geçip gittiÄŸinde masaya tekrar baktı. BoÅŸtu. Sadece, yarısı içilmiÅŸ bir çay bardağı vardı. İçinden “Az önce buradaydı…” diye geçirdi. Hızla dışarı çıkıp etrafa baktı. Hiç kimse yoktu. İşte yine zihnini kurcalayacak bir ÅŸeyler olmuÅŸtu. Kimdi bu? Daha önce görmüÅŸ müydü? Yoksa hafızası, yeni bir oyun mu oynuyordu. Umarım öyle deÄŸildir diye düÅŸündü. Bütün bunları düÅŸünürken arabasını park ettiÄŸi yere gelmiÅŸti bile. Yol boyunca yine aynı bellekten çalan türküler, belli belirsiz simalar ve mekanlarla dolu anılar... Anıların olur olmaz her yerinde beliren, kendisini izleyen o adam... Asfalt bitmiÅŸti. Toprak yoldan biraz ilerleyip arabasını yol kenarına park etti. Çok uzun bir yürüyüÅŸ planlamadığı için yanına aldıklarının arasında eksik bir ÅŸey var mı diye kontrol etme ihtiyacı hissetmedi. Arabasını kilitleyip yola koyuldu.
Åžehrin dışında ama ÅŸehre yukarıdan bakabileceÄŸi bir tepeye doÄŸru bir güzergâh izliyordu. Ağır adımlarla çevresini izleye izleye tepeye doÄŸru tırmanıyordu. Belli belirsiz bir tırmanıştı bu. Kendi hayatına benzetti patikayı. Hiç hissettirmemiÅŸti hayat ona da. Adım adım kaybolmuÅŸtu hayatından her ÅŸey. O kadar yavaÅŸ silinmiÅŸti ki hafızası, farkına bile varmamıştı anıların birer gölgeye dönüÅŸünü. Åžimdi, bu tatlı tatlı yokuÅŸ çıkaran patikaya onu getiren, belirsizlikler yumağının içinde arayıştaydı iÅŸte. Zirveye yaklaÅŸtığında tepenin öteki yakasına doÄŸru uzanan bir yol fark etti. O tarafa doÄŸru yöneldi. Biraz yürüdükten sonra geniÅŸçe bir düzlükte yüksek bir kayalık gördü. Åžehir buradan çok güzel görünüyordu. Kayaya doÄŸru yönelip üstüne çıkmaya karar verdi. Biraz zorlansa da çıkmayı baÅŸarmıştı. Uzun uzun baktı. Sahi buraya neden gelmiÅŸti? Aradığını bulabilecek miydi? Peki ne arıyordu? BulduÄŸunu nasıl anlayacaktı? Çay ocağındaki o mütebessim çehreli adam kimdi? Gün içinde kendisini o kadar uzun süzen baÅŸka birileri daha olmuÅŸ muydu acaba? Yarın gideceÄŸi köyde tanıdığı birilerini bulmak istiyor muydu gerçekten? Ya da kendisini tanıyan birileri çıkacak mıydı acaba? Her soru baÅŸka bir soruya yol açıyordu. Birine cevap bulamadan, diÄŸeri geliyordu. Sorular birbirini kovalarken güneÅŸin batmaya yüz tuttuÄŸunu gördü. Bu, dönüÅŸ vaktinin iÅŸaretiydi. Kayanın üstünde ayaÄŸa kalktı ve inmek için ÅŸehrin ışıltılı görüntüsüne sırtını döndü. İşte o anda, gözleri kendisini yanıltmıyorsa, maÄŸara benzeri bir yer gördü. İçini bir merak sardı. Saatine baktı yeterince hızlı yürüyebilirse maÄŸaraya ÅŸöyle bir göz gezdirebilecek kadar vakti olabilirdi. Ani bir kararla kayalıktan aÅŸağı indi ve hızlı hızlı yürümeye baÅŸladı.
Kayanın üstünde gördüÄŸü yere geldiÄŸinde yanılmadığını anladı. Bir maÄŸaranın giriÅŸiydi burası. Saatini bir kez daha kontrol ederek içeriye göz atmak için zamanının olup olmadığına baktı. DüÅŸündüÄŸünden daha hızlı gelmiÅŸti buraya ve eÄŸer dönüÅŸ yolunda da bu kadar hızlı hareket edebilirse maÄŸaranın içine ÅŸöyle bir göz atabilirdi. Daha fazla vakit kaybetmemeliydi. MaÄŸaranın giriÅŸi yarı insan boyundaydı. EÄŸilerek içeri girdi. Birkaç adım attıktan sonra, telefonunun fenerini yakmak için çıkardığında ÅŸarjının azlığı gözüne iliÅŸti hemen. Feneri yaktı ve ÅŸöyle bir etrafına baktı. MaÄŸara, ilerledikçe geniÅŸleyen bir yol gibiydi. Birkaç adım ileride birkaç parça eÅŸya gördü. Yarısı dolu bir su ÅŸiÅŸesi, eski ve küflenmiÅŸ elbiseler ve bir battaniye... Feneri maÄŸaranın duvarlarında gezdirirken birden durdu. DurduÄŸu yerde duvara çocuk resmi çizilmiÅŸti. İyice yaklaÅŸtığında bir elinde oyuncak benzeri bir ÅŸey tutuyordu resimdeki çocuk. O kadar canlı resmedilmiÅŸti ki hayretle incelemeye devam etti. Boncuk boncuk gözlerinden korku, dehÅŸet ve acı seçilebiliyordu. Birden çocuÄŸu tanıdığını fark etti. Evet evet, daha önce görmüÅŸtü bu çocuÄŸu. Ama nerede? Zihnini zorladı. Saçlarının arasında gezdirdiÄŸi parmakları ile sanki hafızasının bir yerlerinden bulmaya çalışır gibiydi. Bir acı gelip oturdu yüreÄŸine. Hatırlamıştı. Haberlerden tanıyordu bu çocuÄŸu. MaÄŸaranın derin sessizliÄŸini, yere düÅŸen bir damlanın ÅŸakırtısı bozdu. Bütün dünya bu maÄŸara kadar sessizce izlemiÅŸti, bu çocuÄŸun ve onun gibi binlercesinin katlediliÅŸini. Haberin videosunu hatırladıkça acı bütün vücuduna yayıldı. Çocuk, duvardaki resimden çıkıp yakasına yapışmıştı sanki. Nefes almakta güçlük çekiyordu. Gazzeli çocuÄŸun katlediliÅŸi, uzun süre dünyanın gündeminde kalmıştı. Ne ilkti bu Gazzeli çocuklar için, bu gidiÅŸle ne de son olacaktı. Göz yaÅŸlarına engel olamıyordu. Resme bakıyordu ama gözlerinin önünden, haberlerde gördüÄŸü bombardıman görüntüleri geçiyordu birbiri ardına. Bir avuç STK yürüyüÅŸler düzenliyor ve uluslararası toplumu, katliamı durdurmak üzere harekete çağırıyordu. Ancak her slogan, her çaÄŸrı, maÄŸaradaki sessizliÄŸi bile çıldırtacak bir sükût-u hayale çarparak parçalanıyordu. Katil sürüsünün mallarının boykot edilmesi için listeler ve alternatif ürünler belirleniyordu. Bazı ülkelerin liderleri çıkıp kâğıttan bildiriler okuyor, kürsülerden sert sözler(!) savuruyordu. Ama deÄŸiÅŸen tek ÅŸey, her bombardımandan sonra katledilen çocukların sayısı oluyordu... Füzelerin hedefi olmaktan kurtulanların önünde ise, açlık ve susuzluk vardı. Muhabirler, yaÅŸanan insanlık dramını dünyaya haykırdıkça, katiller onlara da saldırıyordu. Gazze, ışıltılı caddelere sahip metropollere inat; karanlık ve sessizlik içinde ölüme mahkûm oluyordu. Nefes alışveriÅŸi düzensizleÅŸmiÅŸ yüreÄŸine düÅŸen kor bütün benliÄŸini sarmıştı.
Yürümeye devam etmek istedi fakat bir iki adım attıktan sonra sendeledi. Hem çok yorulmuÅŸ hem de uzun süredir içinde debelenip durduÄŸu boÅŸluÄŸun en karanlık ve sessiz yerinde, Gazzeli bir çocuÄŸun bakışlarındaki acı onu fazlasıyla sarsmıştı. Geri dönmeliydi. Ama maÄŸaranın derinliklerinden bir ses onu çağırıyor gibiydi. Sese doÄŸru gitmeliyim diye düÅŸündü ve yürümeye devam etti. O sırada, bir baÅŸka görüntü canlandı zihninde. Bombardımandan kurtulan ve bir lokma yiyecek alabilmek için kilometrelerce yol yürüyen bir baÅŸka Gazzeli çocuk yürüyordu ÅŸimdi önünde. Amir... Onun da ÅŸehit ediliÅŸini hatırlıyordu haber bültenlerinden. Amir, çıplak ayaklarla on iki kilometre yol yürümüÅŸtü, erzak yardımı alabilmek umuduyla. Binlerce kardeÅŸinin katillerinin elinden birkaç parça erzak alabilmiÅŸti nihayetinde. Çocuk yüreÄŸinin masumiyetiyle, elini öpmüÅŸtü silahlı katilin. Sırtından vurulacağını bilemeden... Satır satır hatırlamıştı haberi. Amir’i ve çıplak ayaklarını, merhamet ve hüzün dolu bakışlarını...
İyiden iyiye güçsüzleÅŸmiÅŸti bedeni. Durdu ve oturdu yere. O anda bir ÅŸeyi daha hatırladı. Taşınır bellekteki o son ezgiyi... Hatırlıyordu. Gazze için söylemiÅŸti onu dostu. Yıllar önceydi... Evet yıllar önce de Gazzeli çocuklar, birer birer ÅŸehit ediliyordu yine. Onlar da arayıştaydılar o yıllarda dostu ile. Bugün olduÄŸu gibi. Yardım toplamak ve yaÅŸanan katliamı anlatmak için düzenlenen bir programda görev aldıklarında söylemiÅŸti bu ezgiyi. Perde aralanıyor, mekanlar ve yüzler beliriyor, sesler netleÅŸiyordu. Daha net duyuyordu ÅŸimdi dostunu. BaÄŸlamanın sesi, içindeki ateÅŸi körüklüyordu adeta. Gözlerini yavaÅŸça kapattı. Hatırlamak iyiden iyiye yormuÅŸtu onu. Oturdu ve sırtını duvardaki çocuÄŸa dayadı. MaÄŸaranın duvarlarına sinmiÅŸ sessizlik, daÄŸ gibi çökmüÅŸtü yüreÄŸine. Dizleri titriyor, yüreÄŸi ağırlığa yenik düÅŸüyordu. Başını maÄŸaranın tavanına doÄŸru kaldırdığında ince bir ışık huzmesi ile karşılaÅŸtı. GüneÅŸin son ışıkları yol bulup önüne düÅŸmüÅŸtü karanlığın ortasında... Bütün karanlığa meydan okuyan bu incecik ışık, yaÅŸlı gözlerini kamaÅŸtırdı. İçindeki enkaza umut serpiyordu adeta... Dostunun sesi uzaklaşıyordu. Ezgi de bitmek üzereydi. Bir ÅŸeyi daha hatırlardı o esnada ve “Hatırlıyorum” dedi fısıltıyla. Dışarıda kendisini bekleyen kimse yoktu. Kendisinden haber alamadığı için kaygılanacak kimsesi yoktu. Renk cümbüÅŸü dünyada, kendisini merak edip arayacak, adını söyleyip sesini duyurmaya çalışacak hiç kimse yoktu...Gazzeli çocukların yalnızlığa mahkum ediliÅŸini hatırladı bir kez daha...
AyaÄŸa kalkmaya çalıştı, sendeledi. Bir adım, sonra bir adım daha... Ayaklarını sürükleyerek maÄŸaranın giriÅŸine doÄŸru yürüdü. Her adımda, ardında kalmış hatıraların üzerini örten perdeler açılıyordu birer birer. Sonunda dışarıya vardığında ufuk, kızıl bir deniz gibi karşıladı onu. Gazze semalarındaki yangını hatırlayınca yüreÄŸi titredi yine...
Başını göÄŸe kaldırdı. Rüzgâr, saçlarını savururken dudaklarından bir kelime döküldü:
- Hatırlıyorum...
Ama bu defa fısıltıyla deÄŸildi; karanlığa ve bütün sessizliÄŸe meydan okurcasına bir haykırışla...
GeldiÄŸi yoldan hızlı hızlı inerken göz ucuyla onu gördü. Mütebessim çehreli adam paltosunun önünü eliyle kapatmış, aceleyle maÄŸaraya doÄŸru yürüyordu. GöÄŸsü daralmıştı. Gözlerini ovuÅŸturarak maÄŸaraya doÄŸru baktı. MaÄŸaranın karanlık kapısından savrulan bir gölge dışında, kimseler görünmüyordu...
Patika yoldan inerken artık enkaz yığını bir hafıza ve yük taşımıyordu. Filistinli bir çocuÄŸun gözleri, Amir’in çıplak ayakları, kadim bir dostun sesinden bir ezgi, karanlık bir maÄŸarada, yapayalnız bir adamın hafızasında hatırlamanın ateÅŸini yakmıştı...
- Nehirden denize özgür Filistin!
Diye haykırdı boşluğa doğru ve yankılandı sesi...
- Nehirden denize özgür Filistin!
Sadık Sefa

S.Özlü
Eylül 12, 2025 Cuma 14:33
Böyle güçlü kalemler oldukça davamız hep sürecektir,oradaki kardeşlerimizi unutmayacağız..Siz yazın umut hiç bitmesin,hep yazın..
Birisi
Eylül 09, 2025 Salı 18:21
Nehirden denize özgür Filistin ???????? Kaleminizi seviyorum, yüreğinize sağlık
s
Eylül 08, 2025 Pazartesi 12:49
????????