Sosyal Medya

Kürsü

'Gönüllere dokunan davet, umudun ete, kemiğe bürünmüş hâlidir'



Bu sayımızda “umut” kavramını sadece bir hissiyat deÄŸil, harekete dönüÅŸen bir irade, dünyayı güzelleÅŸtiren bir iman tavrı olarak ele alıyoruz. Çünkü hakiki umut, yalnızca beklemek deÄŸil; yola çıkmak, bir gönle dokunmak, bir sözü insanlığa ulaÅŸtırmaktır. Bu anlamda İstanbul’un kalbinde, Sultanahmet’in gölgesinde, sessiz ama derin bir hizmet yürütülüyor: Kültürler Arası İletiÅŸim Merkezi, kısa adıyla KİM Vakfı… Camilerle çevrili bu kadim semtte, her gün dünyanın dört bir yanından gelen insanlara, kendi dillerinde ve dertlerine dokunan bir çaÄŸrı ulaÅŸtırılıyor. Vakfın baÅŸkanı Mustafa Karaca yıllarca ticaretle uÄŸraÅŸtıktan sonra kalıcı olanı tercih edip, “Bu alan daha bereketli!” diyerek gönül dünyasında yeni bir yolculuÄŸa çıkıyor ve bu yolda yüzlerce gönüllüyle birlikte adeta geleceÄŸin sessiz elçilerini yetiÅŸtiriyor. KİM Vakfı’nın bu özgün ve samimi tebliÄŸ modeli, bugün Sultanahmet’te atılan küçük adımların, yarının dünyasında nasıl umut halkalarına dönüÅŸtüÄŸünü hepimize gösteriyor…

Ahmet Mercan: KİM Vakfı’nın ismi dikkat çekici. “KİM” neyin kısaltması ve bu fikir nasıl doÄŸdu?

Mustafa Karaca: Vakfımızın açılımı, Kültürler Arası İletiÅŸim Merkezi. Aslında isminden de anlaşıldığı gibi, bizim iÅŸimiz iletiÅŸim kurmak, kalpten kalbe köprüler kurmak. 2010’lu yıllarda BeÅŸir Eryasoy Hoca’mız ve oÄŸlu Enes Eryasoy’un öncülüÄŸünde kuruldu. Enes Hoca, Türkiye’de eÅŸi benzeri olmayan bir projeye imza attı: Gayrimüslimlere yönelik doÄŸrudan tebliÄŸ ve davet hizmeti… O günlerde bu alanda ne bir örnek vardı ne bir tecrübe. Ama bu cesur adım, Sultanahmet’te atıldı ve bugün bir umuda dönüÅŸtü.

Siz bu çalışmayla nasıl tanıştınız? Ne zaman bu kervana katıldınız?

Ben yaklaşık on yıl sonra dâhil oldum. BaÅŸka yardım kuruluÅŸlarında görev yaparken, arkadaÅŸlarım vasıtasıyla bu projeden haberdar oldum. Bir sunum dinledim, ardından Sultanahmet’te sahayı ziyaret ettim. O an hissettiÄŸim atmosferi tarif etmem zor… Sanki orada baÅŸka bir rüzgâr esiyordu. Manevî bir çekim alanı gibiydi. Sonra zamanla görevlerimi devrederek bu tarafa yöneldim. Çünkü burası sadece hizmet deÄŸil, aynı zamanda iç huzur bulduÄŸum bir yer oldu. Her gün farklı bir gönüle dokunmak, her an yeni bir baÅŸlangıca vesile olmak… Bu, kolay kolay bırakılacak bir ÅŸey deÄŸil.

Åžu anda bu faaliyetler ne kadar yaygın? Kaç dilde tebliÄŸ yapılıyor?

Åžu an günlük olarak 14 farklı dilde aktif hizmet veriyoruz. İngilizce, Çince, Fransızca, Korece, Portekizce, İspanyolca… Gelen turist hangi dili konuÅŸuyorsa, onu karşılayacak bir gönüllü mutlaka bulunuyor. Yaklaşık 115 aktif gönüllümüz var. Bunlar haftanın farklı günlerinde sahada görev yapıyor. Kimisi haftanın her günü, kimisi birkaç gün geliyor. Fakat gönüllülüÄŸün güzelliÄŸi ÅŸu: Sürekli bir dönüÅŸüm ve yenilenme var. Birileri ayrılıyor, baÅŸkaları geliyor. Her ay onlarca yeni gönüllü bu hizmete katılıyor. Yani umut, her ay yeniden filiz veriyor.

Peki bu gönüllüler kimler? Nasıl seçiliyor, ne gibi ÅŸartlar aranıyor?

İşin güzel tarafı da bu. Çok derin ilmî bilgiye ihtiyaç yok. Biz, İslâmî bir terbiyeyle yetiÅŸmiÅŸ, duyarlı, samimi gençler arıyoruz. Tabi temel ÅŸartlardan biri dil bilmek. B1 seviyesinde bir dil bilgisi yeterli. İngilizce olabilir, ama illa o deÄŸil. Hangi dilde bir ihtiyaç varsa, oraya yönlendiriyoruz. Sonra videolu bir mülakat yapıyoruz, ardından çevrim içi eÄŸitim videoları izleniyor. Bu eÄŸitimlerle hem iletiÅŸim adabı hem de İslâm’ı doÄŸru ve nezih ÅŸekilde anlatma usulü öÄŸretiliyor. Bu gönüllüler, kelimenin tam anlamıyla geleceÄŸin sessiz elçileri oluyor.

KİM Vakfı’nda görev alacak tebliÄŸcilerin nasıl bir eÄŸitim sürecinden geçtiÄŸini merak ediyoruz. Bu gönüllüler nasıl hazırlanıyor?

İlk adım, videolu bir mülakatla baÅŸlıyor. Adaylarla ön görüÅŸme yapıyoruz, ardından yaklaşık 12 saatlik rafine bir eÄŸitim sürecine giriyorlar. Bu videolar biraz yoÄŸundur ama son derece sistematiktir. EÄŸitimleri tamamlayanlar için ikinci bir mülakat yapılır, ardından sahaya çıkmadan önce gözlem süreci baÅŸlar. Bu da aslında bizim usta-çırak modelimizdir. Yeni gönüllü, önce tecrübeli bir davetçiyi dinler, izler. Sonra kendisi turistle iletiÅŸime geçer ama bu defa onu “ustası” dinler. EÄŸer gerekli cesaret, ifade yeteneÄŸi ve hassasiyet gözlemlenmiÅŸse süreç aktif görevle devam eder.

Peki, bu süreçlerin takibi nasıl yapılıyor? Her ÅŸey kayıt altına alınıyor mu?

Elbette. Bize göre hizmette ÅŸeffaflık ve sistem çok önemlidir. Gönüllü sabah geldiÄŸinde giriÅŸini yapar, akÅŸam çıkarken de sistemden çıkışını. Gün içinde kaç kiÅŸiyle görüÅŸtü, hangi dilde konuÅŸtu, ne kadar süre sahada kaldı, hatta eÄŸitimleri ne kadar süreyle izledi… Hepsi kayıt altında. Biz bu kayıtları analiz ediyor, raporlarla süreci sürekli iyileÅŸtiriyoruz. Yazılım altyapımızı da kendimiz geliÅŸtirdik. Bu iÅŸin sadece görünen kısmı deÄŸil, arka planında da ciddi bir emek var. Çünkü bir hizmet kalıcı olacaksa, o hizmetin saÄŸlam bir zemini olmalı.

Peki içerik boyutu? Yani sadece teknik deÄŸil, dinî duyarlılık da gerekiyor bu alanda…

Kesinlikle. Bizim yöntemimiz, Anadolu irfanına yaslanır. Aşırılıklardan uzak, mutedil ve hikmetli bir bakış açımız var. Diyanet’in temsil ettiÄŸi yaklaşımı kıymetli buluyoruz ve biz de o çizgideyiz. Bu yüzden ifrat ve tefrit bizde barınmaz. Zaten gönüllülerimizin yarısı Türk deÄŸil. Suriye, Mısır, Hindistan, Pakistan, Brezilya, Japonya… Gönüllülerimizin geldiÄŸi coÄŸrafyalar bu iÅŸin kültürel zenginliÄŸini artırıyor. Elbette zaman zaman kültürel kodlar farklılık gösterebiliyor ama bu da ayrı bir kazanç: insanlar birbirinden öÄŸreniyor, geliÅŸiyor. Mesela geçen gün Hintli bir arkadaÅŸ iftar yemeÄŸinde Hint usulü bir sofra kurdu, bir baÅŸkası Çin yemeÄŸi yaptı… Bu sadece bir mutfak paylaşımı deÄŸil; bir medeniyet muhabbeti aslında. Farklılıklarımızı birlikte büyütüyoruz. Ve bu birliktelik, yarınların İslâm toplumunun nasıl evrensel ve kuÅŸatıcı olabileceÄŸine dair bir umudu da içinde taşıyor.

Yani İstanbul dışında da bu tarz faaliyetleriniz var mı?

DoÄŸrudan davet faaliyeti olarak İstanbul dışında iki ÅŸehirde daha sahadayız. Ama kitap ve broÅŸür dağıtımı açısından baktığınızda etki alanımız çok daha geniÅŸ. Åžu anda 24 farklı dilde Kur’ân-ı Kerîm ve yaklaşık 60 çeÅŸit broÅŸürümüz var. Bunları turistik merkezlerde, ziyaret noktalarında dağıtıyoruz. Kur’ân-ı Kerîm’ler bağışlarla hazırlanıyor. Müslüman kardeÅŸlerimizin desteÄŸiyle yürüyen bir proje bu. Ancak gayrimüslimlerden asla bağış kabul etmiyoruz. Çünkü bu iÅŸin içinde en ufak bir ticaret gölgesi dahi olmamalı. Biz daveti ihlâsla, karşılıksız ulaÅŸtırmakla mükellefiz.

Yani turistin sadece mimarîye deÄŸil, dine dair bir merakı da varsa, o anda karşısında bir muhatap bulabilmesi çok kıymetli deÄŸil mi?

Kesinlikle öyle. İstanbul yılda 60 milyon turist ağırlıyor. Onlara sadece kebap, otel, deniz ve tarih sunmak yetmez. Bir de insanî ve ilâhî bir mesaj sunmalıyız. Biz bu toprakların mirasçısıyız ama aynı zamanda bu mirasın emanetçisiyiz. Bu emaneti aktarmak bizim sorumluluÄŸumuz. Bunu yaparken de doÄŸru bir üslûp ÅŸart. Sâdî-i Åžîrâzî der ki: “Yanlış üslûp, doÄŸru sözün cellâdıdır.” Bizim gönüllülerimiz bu sözü ezbere bilir. Çünkü bir turiste bir kitap uzatmak deÄŸil sadece yaptıkları; ona bir tebessümle İslâm’ı hatırlatmak, bir cümleyle arayışını yönlendirmektir aslolan. Camiler, turistler için sadece mimarî deÄŸil, aynı zamanda bir mâneviyat kapısıdır. Ve o kapının eÅŸiÄŸinde biri beklemiyorsa, bir boÅŸluk oluÅŸur. İşte biz, o boÅŸluÄŸu umutla doldurmaya çalışıyoruz. Özellikle arayışta olanlar için… Ve inanın, sayıları hiç az deÄŸil. Her bir karşılaÅŸma, yeni bir baÅŸlangıca, yeni bir inanca, yeni bir hayata vesile olabilir. Bu yüzden her gönüllü aslında bir umut taşıyor yüreÄŸinde. Belki küçük bir sözle büyük bir kapı aralıyor.

TebliÄŸ hizmetinizde gençlerin rolü nedir? Daha çok gençler mi ilgi gösteriyor?

Gençler elbette bu iÅŸin belkemiÄŸi. Özellikle 20-30 yaÅŸ arası yoÄŸun bir katılım var. Ama bazen bu kalıbı da aşıyor. İleri yaÅŸta biri de gelip ÅŸehadet getirebiliyor. Hatta bir keresinde İngiliz bir hanımefendi, oldukça ileri yaşına raÄŸmen kendi kararıyla İslâm’a girmiÅŸti. Bazen de 15 yaşında bir çocuk geliyor, ailesiyle birlikte gezmeye çıkmışlar ama o, “Ben kararımı verdim, Müslüman olacağım” diyor. Hidayet, bizim akıl ölçülerimizle açıklayabileceÄŸimiz bir ÅŸey deÄŸil. Biz sadece vesile olmaya çalışıyoruz. Öyle anlar yaşıyoruz ki, bir kiÅŸi imanın altı ÅŸartını tek tek kabul ediyor ama “Ben Müslüman deÄŸilim” demekte ısrar ediyor. O noktada sabır gerekiyor. Kimi zaman algılar, kimi zaman da İslâmofobik propagandalar insanları geri tutuyor. Bizim görevimiz daha çok çalışmak, daha iyi anlatmak, ön yargıları yıkmak.

Peki bu hizmet neden özellikle camilerde yapılıyor? Turistik ama aynı zamanda mabet olan bir mekânda bulunmanızın özel bir sebebi var mı?

Camiler sadece mimarîyle deÄŸil, mânevî atmosferiyle de güven veren mekânlardır. Sokaktan, çarşıdan farklıdır. Buraya giren bir turist, ister istemez bir dinginlik, bir dikkat içinde olur. Ayrıca camilerde, o İslâmî sanat ve mimarîyle temasa geçen insanlar aslında kalplerinde bir arayış olduÄŸunu da fark ederler. O yüzden ilk temas çok önemli. Biz bu noktada gönüllülerimize sürekli ÅŸu eÄŸitimi veriyoruz: Sakince, nazikçe ve üslupla yaklaşın.

Zaten yaka kartlarımız var; sertifikalı, QR kodlu. “Biz burada gönüllüyüz. Cami ve İslâm hakkında ücretsiz bilgi verebiliriz. Arzu eder misiniz?” diye sorarlar. Ücretsiz olması da önemli çünkü bazı yerlerde maddî beklentiler olduÄŸu için turistlerde endiÅŸe oluÅŸabiliyor. Bizim gönüllülerimiz ise bunu baÅŸtan netleÅŸtirerek güven oluÅŸturuyorlar. Bazıları sadece mimarî bilgi almak ister, “Sadece cami hakkında bilgi verir misiniz?” der. O anda baÅŸlar muhabbet… Mihraptan, minberden, hacdan, imandan, hayattan konuÅŸulur. “Sadece beÅŸ dakika” diye girenler saatlerce kalır, kimi zaman birkaç gün sonra geri gelir. Ve çoÄŸu zaman da bu yolculuk, ÅŸehadetle neticelenir.

Belli ki bu sürecin sahada pratikle pekiÅŸtirilmesi çok kıymetli. Özellikle gençler için ne gibi katkılar saÄŸlıyor bu gönüllülük?

Bu sahaya çıkan her genç, hayatı boyunca unutamayacağı bir tecrübe kazanıyor. Önce çekiniyorlar: “Ben nasıl yaklaÅŸayım? Ya yanlış anlarlarsa? Ya anlayamazsam?” diyorlar. Ama birkaç denemeden sonra dili de açılıyor, özgüveni de. Üstelik sadece dil öÄŸrenmiyorlar; insan iliÅŸkisi, temsil bilinci, kültürel farkındalık kazanıyorlar. DüÅŸünsenize, Brezilya’dan, Japonya’dan, Nicaragua’dan gelen insanlarla birebir konuÅŸma fırsatı buluyorlar. “Yurt dışına çıkayım, bulaşık yıkarken dil öÄŸreneyim” devri deÄŸil artık. Dünya ayaklarına gelmiÅŸken, buradaki bu gönüllü ortamda dillerini geliÅŸtiriyorlar, entelektüel dünyalarını zenginleÅŸtiriyorlar.

Ve en önemlisi ÅŸu: Güvenli, amaçlı ve nitelikli bir arkadaÅŸ çevresi içindeler. Kaliteli bir hedef, kaliteli bir çaba ve kaliteli bir ortam… Gençlerimiz için büyük bir nimet bu. Piyasalar karışık, sokaklar yıpratıcı ama burada baÅŸka bir iklim var. İşte bu iklim, İslâm toplumunun yarınlarına dair en büyük umudumuz. Çünkü biz bu gençlerle sadece bir hizmet üretmiyoruz; aynı zamanda bir istikbal inÅŸâ ediyoruz.

Gençlerin bu hizmete baÅŸlama sürecinde zorlandığını söylediniz. İlk adımı atmakta çekingenlik mi yaşıyorlar?

Evet, özellikle ilk adımı atmakta bir tereddüt oluyor. “Acaba nasıl karşılanır, ne derler?” gibi düÅŸünceler gençleri bazen o çemberin dışına çıkmaktan alıkoyuyor. Ama bir kez girdiklerinde, o sahadaki tecrübeyi yaÅŸadıklarında gönül dünyaları deÄŸiÅŸiyor. Sanki bir ÅŸifa almış gibi oluyorlar. Bu iÅŸte öyle bir ruh var ki içine girince kolay kolay terk edilemiyor. İlk zamanların heyecanı bambaÅŸka… Aynı ilk namaz gibi ilk umre gibi ilk hac gibi… Zamanla elbette rutinleÅŸiyor ama bilinçli ve ÅŸuurlu gönüllüler için bu vazife hep kutsal kalıyor. Çünkü onlar sadece bir bilgi aktarmıyorlar; bir hayatın, bir hakikatin kapısını aralıyorlar.

Yani teori, sahadaki pratikle ÅŸekilleniyor diyebilir miyiz?

Kesinlikle öyle. Masada kurduÄŸunuz plan, sahada deÄŸiÅŸebiliyor. “Arz-talep” meselesi gibi bir ÅŸey bu. Gönüllü, sahaya çıkıyor, bir durumla karşılaşıyor, dönüp bize diyor ki: “Åžurada ÅŸöyle bir ÅŸey yaÅŸandı, bu yaklaşımla ilerlememiz daha doÄŸru olur.” Mesela bir gönüllümüz, bir turiste sadece “HoÅŸ geldiniz” diyerek omzuna dokunmuÅŸ. Ama karşı taraf tepki göstermiÅŸ: “Bana neden dokundunuz?” demiÅŸ. Bizde bu bir samimiyet göstergesidir ama bazı ülkelerde kiÅŸisel alan çok katıdır. DiÄŸer yandan öyle kültürler var ki dokunmadan samimiyet kuramıyor. Dolayısıyla biz gönüllülerimize sadece teorik bilgi deÄŸil, aynı zamanda kültürel farkındalık da kazandırıyoruz. Çünkü her insan, her millet, hatta her birey farklı bir kalıpla dünyayı algılıyor.

Yani muhatabın duygu yapısına göre yaklaşım geliÅŸtiriliyor?

Aynen öyle. Bazı insanlar duygu merkezlidir; bir tebessümle, bir hikâyeyle etkilenir. Bazılarıysa akıl merkezlidir; onlara delil, mantık, sistemli anlatım gerekir. TebliÄŸ bir reçete gibidir; her hastaya aynı ilacı veremezsiniz. Kimi Allah’ın kudretini sorar, kimi gayb âlemini, kimi namazın hikmetini… Gönüllü önce karşısındakini anlamayı, sonra konuÅŸmayı öÄŸrenir. Burası adeta bir mektep… Bitmeyen, sonu olmayan bir okul gibi ve her yeni temas, o okulun yeni bir dersi olur.

Hidayete eren bazı insanların, özellikle Hristiyan kökenli olanların, bu süreçte daha baÅŸarılı tebliÄŸciler olduÄŸuna ÅŸahit oluyor musunuz?

Oluyoruz elbette. Çünkü kiÅŸi kendi yaÅŸadığı dönüÅŸümle karşısındakine çok daha derin bir pencereden bakabiliyor. İnsan zihni kıyasla çalışır. O yüzden kiÅŸi geçmiÅŸ tecrübeleriyle İslâm’ı karşılaÅŸtırır, sorular sorar, farkları tartar. Bu noktada Hristiyanlıkta var olan bazı mistik unsurlarla İslâm’daki mâneviyatı buluÅŸturmak, o gönüle temas etmek için kıymetlidir. Ama unutmamak gerekir ki İslâm, sadece bireye deÄŸil, topluma, insanlığa ve tüm varoluÅŸa hitap eden evrensel bir hakikattir. İşte bu yönüyle İslâm, sadece inançla deÄŸil, umutla da yaÅŸatılır. Çünkü hidayetin yolu, kimi zaman akıldan, kimi zaman kalpten, ama daima samimiyetten geçer.

TebliÄŸde evrensel bir muhatap kitlesiyle karşı karşıyasınız. Bu farklılıklarla baÅŸa çıkarken, özellikle gayrimüslim inanç gruplarına yönelik anlatımda nasıl bir yol izliyorsunuz?

İslâm’ın evrenselliÄŸi burada kendisini en net ÅŸekilde gösteriyor. Çünkü bu din sadece belli bir kavme ya da sınıfa hitap etmiyor; hayatın her alanına, her coÄŸrafyasına dokunan bir çaÄŸrısı var. Ancak bu çaÄŸrının muhatabına göre doÄŸru bir dil, doÄŸru bir yaklaşım geliÅŸtirmek ÅŸart. Bir Budist’e tevhidi anlatmak baÅŸka, bir Hristiyan’a Hz. Meryem’den, Hz. İsa’dan bahsetmek bambaÅŸkadır. Meselâ bir Hristiyan, “Meryem bizim kutsalımız, sizinle ne ilgisi var?” diye sorabiliyor. Oysa biz Meryem’e de İsa’ya da iman ederiz. Bu noktada doÄŸru bilgiyle ezberleri bozmak gerekiyor.

Ama Budist biri için iÅŸ sıfırdan baÅŸlar: Tek bir ilahın varlığı, yaratılışın mânâsı, melekler, kitaplar, peygamberler ve ahiret… Hepsini sıfırdan, adım adım inÅŸa etmek gerekir. Bu da ciddi bir emek ve sabır ister. Onun için burada yürütülen tebliÄŸ faaliyetleri aslında bir tohum ekme iÅŸidir. Ve bu tohumlar, bir gün umut veren bir yeÅŸerme ile karşımıza çıkar. Bazen bu hemen olur, bazen yıllar sonra.

Kelime-i tevhid getirmek, zahirde basit gibi görünse de bir inkılâbı gerektiriyor. Bu noktada siz nasıl bir yaklaşım izliyorsunuz?

Elbette. Kelime-i ÅŸehadet sadece bir söz deÄŸil; bir zihniyet devrimidir, bir kalp inkılâbıdır. İnsan o sözle sadece dinini deÄŸil, bakış açısını, hayata dair mîzanını da deÄŸiÅŸtirir. Fakat bu kolay olmuyor. Kimisi beÅŸ vakit namazdan, oruçtan çekiniyor. Biz ise ÅŸunu söylüyoruz: EÄŸer kiÅŸi teslimiyeti içselleÅŸtirirse, diÄŸer ibadetler artık bir yük deÄŸil, bir huzur vesilesi olur. O yüzden bu süreci tedricî bir ÅŸekilde, adım adım iÅŸliyoruz. Herkesin Rabb’i ile olan iliÅŸkisi kendine özel. Biz sadece aracıyız, yol göstericiyiz.

Yani tebliÄŸ süreci burada bitmiyor. Sonrasında da o insanlarla baÄŸ sürüyor mu?

Kesinlikle. Hatta bazen yıllar sonra geri dönenler oluyor. GeçtiÄŸimiz günlerde bir hanımefendi geldi. İki yıl önce tanışmışız. O zamanlar düÅŸünme aÅŸamasındaymış. Bu defa yanında bir kiÅŸi daha getirerek geldi ve “Artık kararımı verdim” dedi. Bu tohumun yeÅŸerdiÄŸi ânı görmek tarifi mümkün olmayan bir sevinç. Bu yüzden tebliÄŸ sadece cami avlularında yapılmaz. Esnaf da öÄŸretmen de zanaatkâr da güzel bir söz, nazik bir davranışla bu çaÄŸrının elçisi olabilir. Biz sadece iletiÅŸim bilgilerini alıyoruz, ama aslında gönüllerde iz bırakıyoruz.

Peki ÅŸehadet getiren, ama henüz donanımı yeterli olmayan kiÅŸiler için nasıl bir eÄŸitim süreci var?

Yeni Müslümanlar için hem kadınlara hem erkeklere özel misafirhanelerimiz var. Buralarda hem kalıyorlar hem de birebir uygulamalı eÄŸitimler alıyorlar. Abdest, namaz gibi konularda sadece teorik anlatım yetmiyor. Çünkü bazıları bu bilgileri hiç bilmiyor. Videodan izleyerek namaz kılanlar bile var. Bu da gösteriyor ki İslâm’ın yaÅŸanabilirliÄŸi, uygulamayla kavranıyor. Bu nedenle bire bir temas çok önemli. Ortaya çıkan farkındalık ve dönüÅŸüm, sadece onları deÄŸil, bizi de ihyâ ediyor.

Bir de eğitim kamplarınız var sanırım?

Evet. Yılın belirli dönemlerinde, özellikle yabancı dil bilen yeni Müslümanlar için kamp programları düzenliyoruz. İstanbul’da olduÄŸu gibi bazen ÅŸehir dışında da yapıyoruz. Genellikle bir haftalık veya on günlük periyotlar hâlinde gerçekleÅŸiyor. Bu süreçte yeme-içme, barınma gibi tüm ihtiyaçlarını biz karşılıyoruz. Onlardan sadece yol masrafını üstlenmelerini istiyoruz. Çünkü bu iÅŸin bir de bedel tarafı olmalı. Ücretsiz ama deÄŸersiz deÄŸil. Her ÅŸey hazır ama katılım için bir gayret göstermek gerekiyor. Bu, eÄŸitimin kalıcılığı açısından da çok önemli. Kamplarımızda müfredatlar, dersler, sohbetler, uygulamalar var. Ve en önemlisi ÅŸu: Bu insanlar yalnız olmadıklarını, ümmetin bir parçası olduklarını hissediyorlar. İşte bu da bizim için en kıymetli netice.

Yani sistem hem kendini yenileyerek hem de geniÅŸleyerek mi yürüyor?

Evet, öyle. Åžubelerimiz artıyor, gönüllü sayımız çoÄŸalıyor, ihtiyaçlarımız çeÅŸitleniyor. Biz de bu geliÅŸmeye ayak uydurmak için elimizden geleni yapıyoruz. Ne bulduysak, hangi imkân elimize geçtiyse, hemen sistemi besleyen bir unsur hâline getiriyoruz. Umudumuz bu hizmetin daha da büyümesi, daha fazla gönüle ulaÅŸması.

Yani mesele zaten gönüllülük ve heyecan. Yoksa bu bir memuriyet iÅŸi deÄŸil.

Kesinlikle. Bu iÅŸ saatle yapılmaz. Bu iÅŸ heyecanla, huÅŸû ile olur. Bir insanın hidayetine vesile olmak… Bunun deÄŸerini ancak Allah bilir. Biz sadece vesileyiz. Ve bu iÅŸin en güzel yanı ÅŸu: Bu hizmet gönülden yapılırsa bereketleniyor. Herkesin katkısı kıymetli; bir esnafın, bir öÄŸrencinin, bir öÄŸretmenin…

Bu süreçte ÅŸahit olduÄŸunuz tepkiler de oluyordur mutlaka. Müslüman olan birinin ilk anları nasıl yaÅŸanıyor genelde?

Elbette, çok duygusal anlar yaÅŸanıyor. Kimisi aÄŸlıyor, kimisi secdeye kapanıyor, kimisi dua ediyor… Hepsi ayrı bir hikâye, ayrı bir yolculuk. Her bir hidayet, bizim için bir umut ışığı, bir gelecek hayalinin inÅŸası oluyor. Bu yüzden yaptığımız iÅŸin deÄŸerini kelimelerle tarif etmek çok zor. Ama ÅŸunu biliyoruz: Her kalpte yeÅŸeren iman tohumu, İslâm toplumunun yarınlarına atılmış bir adımdır.

Bir insanın Müslüman olması çok olaÄŸanüstü bir durum. Åžahit olduÄŸunuz tepkiler de sizi zaman zaman derinden etkiliyordur…

Elbette… Çok yoÄŸun, çok farklı duygular yaÅŸanıyor. Kimisi caminin içinde sevinçten bağırıyor, kimisi gözyaÅŸlarına boÄŸuluyor. Bazen iki arkadaÅŸ geliyor; biri ÅŸehadet getiriyor, diÄŸeri ona “Emin misin? Başına gelecekleri biliyor musun?” diye soruyor. Ama kararını vermiÅŸ oluyor artık. Sonra sarılıp aÄŸlıyorlar. Çünkü bu, yeni bir hayata adım atmak demek. Kolay bir karar deÄŸil bu; bir inanç deÄŸil sadece, bir istikamet deÄŸiÅŸikliÄŸi. Bütün bir hayatı yeniden inÅŸa etmek gibi…

Bazıları da bu süreci gizli yaÅŸamak zorunda kalıyor galiba?

Evet, öyle. Kimi ailesinden tepki görüyor, kimi iÅŸ yerinde, kimi okulunda problem yaşıyor. Evinden atılan, ailesi tarafından polise ÅŸikâyet edilen insanlar var. Bazen rahatlıkla ilan edebiliyor kiÅŸi Müslüman olduÄŸunu, bazen de gizlemek zorunda kalıyor. Ama bu zor ÅŸartlara raÄŸmen, o yeni kardeÅŸlerimizin pek çoÄŸu bugün İslâm’ın sesi, İslâm’ın umudu hâline gelmiÅŸ durumda. Kendileri bir zamanlar arayandılar; ÅŸimdi arayanlara ışık tutuyorlar. Bu çok kıymetli bir dönüÅŸüm.

Belki de tam da bu yüzden tebliÄŸ konusunda en çok onlar baÅŸarı elde ediyor…

Aynen öyle. Nereden geldiklerini bildikleri için karşılarındakini daha iyi anlıyorlar. Biz bu topraklarda İslâm’a doÄŸarak ulaÅŸtık. O bize bir emanet gibi kaldı. Ama onlar bu emanete arayarak, sorgulayarak, bedel ödeyerek ulaÅŸtılar. Elbette deÄŸerini daha çok biliyorlar. Elindekinin kıymetini bilenin gayreti de farklı oluyor. Bu da bize umut veriyor. İslâm toplumunun geleceÄŸinde bu yeni Müslümanların çok mühim bir yeri olacak.

Ama her süreç böyle olumlu geçmiyor. Bir de İslâmofobi ile karşılaşıyorsunuzdur…

Evet, karşı taraf bazen ağır ithamlarda bulunabiliyor. “Sizin dininiz ÅŸöyle, böyle” diye suçlayıcı ifadelerle geliyorlar. Ama burada önemli bir hakikat var: Biz kendimizi gerektiÄŸi gibi tanıtamamışız. Davranışlarımızla, ahlâkımızla, hâlimizle aslında sürekli tebliÄŸ hâlindeyiz. Ve maalesef bazen bu halimizle yanlış mesajlar veriyoruz. İslâm’la Müslüman aynı olmalı. Yani Müslüman’ın hâli, İslâm’ın daveti olmalı. Ancak o zaman inandırıcı olur. Bunu saÄŸladığımız ölçüde biz de davetin taşıyıcısı olabiliriz.

TebliÄŸ diline bugün her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Davetçilerin bu süreçte kazandıkları psikolojik güç ve temsil becerisi de dikkat çekici. Siz neler gözlemliyorsunuz?

Gerçekten de temsil çok önemli. “DüÅŸmanım sen benim azmimsin” derler ya, bazen karşımıza misyonerler çıkıyor, soru sormaktan çok sorgulamaya geliyorlar. Biz bu noktada tartışmadan kaçınıyoruz. Siyasî mevzulara, tarihî hesaplaÅŸmalara girmiyoruz. Bu tür konular kırıcı oluyor, bir fayda da saÄŸlamıyor. Bazen sorulara hemen cevap veremeyebiliyoruz, ama dürüstçe “bilmiyorum, araÅŸtırıp sana döneyim” demek en doÄŸru yol. Bu da bir üslup meselesi. Çünkü biz müftü deÄŸiliz, sadece İslâm ile arasında perde olan birine bu perdeyi aralamaya çalışan Müslümanlarız. Hidayet Allâh’ın elinde. Bizim görevimiz sadece davet etmek.

TebliÄŸ ettiklerinizin çoÄŸu muhtedîler. Onların hikâyeleri gerçekten etkileyici deÄŸil mi?

Her biri birer senaryo adeta. YaÅŸadıkları süreç, arkalarındaki hikâye çok derin. Ama hepsini asıl etkileyen, bir olan Allâh’a aracısız bir ÅŸekilde ulaÅŸabilmek. Yani kâinatın yaratıcısına doÄŸrudan hitap edebilmek, O’nun kendisini muhatap alması… Bu, büyük bir ÅŸeref ve güven duygusu veriyor insana. Allâh “Bana aracısız gel” diyor. Bu muazzam bir ÅŸey. Muhtedîler en çok buna vuruluyor. Ve elbette davranış da çok önemli. Güzel muamele, doÄŸru bir üslup, sade bir dil, samimi bir tarz… Bunlar gönle iÅŸliyor. Aslında biz birilerine bir ÅŸey anlatırken kendimizi de eÄŸitiyoruz.

Bir anlamda, tebliÄŸci üslup sahibi oldukça kendi eksiklerini de görmüÅŸ oluyor…

Kesinlikle. Hangi konuda zayıfız, hangi konuda güçlü… Bunları fark ediyoruz. Üslubumuz olgunlaşıyor. Ama burada ÅŸu hakikati de unutmamak lazım: İslâm sadece anlatılarak deÄŸil, yaÅŸanarak da tebliÄŸ edilir. EÄŸer bir Müslüman’ın dili baÅŸka, eli baÅŸka, ayağı baÅŸka yere gidiyorsa; bu çeliÅŸki meyve vermez. Verse de yenmez. Onun için hayatımızın tamamı İslâm’la örtüÅŸmeli. Ticaretimizden yemeÄŸimize, oturuÅŸumuzdan dostluÄŸumuza kadar…

Muhatabınızı tanımak da önemli. Özellikle kısa sürede temel bilgileri vermek, öncelikleri belirlemek açısından…

İlk önce dinliyoruz. Onun kültürel arka planını, dinî birikimini, inanç dünyasını anlamaya çalışıyoruz. Neyi nereden öÄŸrendi, hangi yanlış bilgileri taşıyor, neyi nasıl algılıyor? Çünkü çoÄŸu zaman İslâm’ın ne olmadığını anlatmak gerekiyor. O yanlış algıları temizlemeden üzerine bir ÅŸey inÅŸa edemezsiniz. Mesela “Allâh” kelimesi bile baÅŸka dillere çevrilirken büyük sıkıntı oluyor. “God” dediÄŸinizde, karşınızdaki üçlü teslisi düÅŸünebiliyor. O yüzden önce kavramlarda ittifak ÅŸart. Cemil Meriç’in dediÄŸi gibi: “Kavramlarda uzlaÅŸmadıkça konuÅŸmanın da anlamı yok.” Bizim görevimiz de bu: doÄŸru kavramlarla, doÄŸru dili kurmak. Çünkü doÄŸru bir dil, doÄŸru bir temsil ve en nihayetinde ümmete umut veren bir gelecek demektir.

Gönüllülük esaslı bir vakıf çalışması yürütüyorsunuz. Bu hem maddî hem manevî yönüyle zorlu bir iÅŸ. Kim Vakfı bugün neye ihtiyaç duyuyor, gönüllülerden nasıl katkılar bekliyorsunuz?

Burası ümmete ait bir emanet mekânı. Sahibi Allâh’tır, biz sadece hizmetkârız. Cemaat, tarikat ya da belli bir yapıya baÄŸlı deÄŸiliz; İslâm dairesi içinde olan herkese kapımız açık. Özellikle gençleri bekliyoruz. Filoloji okuyanlar baÅŸta olmak üzere dil bilen, gönlüyle hisseden her gencimiz bu alanda hizmet edebilir. Bu bir “haz” deÄŸil, kalıcı bir “huzur” meselesidir. Harcarken kazanılan, çalışırken geliÅŸilen bir yolculuktur bu. Yalnızca bir tebliÄŸ deÄŸil, bir dönüÅŸüm ve inÅŸâ çabasıdır. Gençler gelsin, soframıza otursun, kahvemizi içsin, ortamı tanısın. Belki ihtiyaç bizde deÄŸil onlardadır, birlikte keÅŸfederiz. Maddî katkı saÄŸlamak isteyenlere de kapımız açık. Çünkü ne kadar çok destek olursa o kadar fazla insana ulaşırız. Bugün İstanbul’daki bir camide bin turist oluyor ama karşılarında belki sadece beÅŸ davetçi var. Bu dengeyi deÄŸiÅŸtirmeye çalışıyoruz. Fakat mesele sadece sayı deÄŸil, niteliktir. Türkiye’nin farklı ÅŸehirlerinden “Biz de bu iÅŸi yapmak istiyoruz” diyenlere ÅŸunu söylüyoruz: ÅžubeleÅŸmek istemiyoruz. Aksine, herkes kendi yerinde daha etkili olabilir. Biz her türlü birikimimizi, eÄŸitimlerimizi, kaynaklarımızı paylaÅŸmaya hazırız. Kitap, broÅŸür, yazılım… Ne gerekiyorsa veririz. Yeter ki birileri bir hayrın ucundan tutsun. Umudumuz da istikbalimiz de bu genç gönüllerde yeÅŸeriyor.

Kim Vakfı’nı yakından tanıdıkça heyecanımız artıyor. İstanbul’da böylesine sahici bir tebliÄŸ modelinin inÅŸa edilmiÅŸ olması gerçekten umut verici. Bu modelin Türkiye’nin farklı ÅŸehirlerine de uyarlanabileceÄŸini düÅŸünüyoruz. Sizce bu mümkün mü?

Bizim esas alanımız gayrimüslim turistler. DoÄŸal olarak İstanbul gibi turizm merkezlerinde yoÄŸunlaşıyoruz ama bu model farklı ölçeklerde her yere uyarlanabilir. ÖrneÄŸin bir otel, bir lokanta, bir durak, bir sergi alanı… Oraya bir Kur’ân-ı Kerîm kitaplığı kurarsınız, ücretsiz kitaplar koyarsınız. O mekânı gören bir turist, bir soru sorar ve belki o ilk temas, bir ömürlük dönüÅŸümün baÅŸlangıcı olur. Bizim yaklaşımımız net: Talep geldi mi elimizde ne varsa paylaşırız. Kitap, broÅŸür, eÄŸitim, yazılım… Çünkü paylaÅŸmak bu iÅŸin doÄŸasında var. Tersi, bu hizmete ihanettir.

Peki bu kıymetli tecrübe sizce nasıl daha geniÅŸ kitlelere ulaÅŸabilir? Mesela akademik boyutu da var mı bu iÅŸin?

Elbette var. Hatta bu röportajda da gündeme gelmesi beni çok sevindirdi. Bugün sahada yaÅŸananları belgeselleÅŸtirmek, kitaplaÅŸtırmak, hatıralarla kayıt altına almak mümkün. Ama daha önemlisi, davetin çaÄŸdaÅŸ metotlarını analiz etmek. Yani bugün Asyalıya, Amerikalıya, Avrupalıya İslâm anlatılırken hangi kavramlarda durulmalı, hangi yanlış bilgiler düzeltilmeli, nerede duygusal, nerede mantıksal bir dil kullanılmalı? Bunlar artık bilimsel olarak da çalışılmalı. Çünkü sahada öyle tablolarla karşılaşıyoruz ki, mesela bir turist camide meditasyon yapıyor. Arıyor. Bir ışık bekliyor. Sana bir iÅŸaret veriyor. Diyor ki: “Ben buradayım.” Yani bu bir çaÄŸrıdır aslında ve bu çaÄŸrıyı duyan gençlerin, akademisyenlerin, gönüllülerin daha çok bu alana yönelmesi gerekiyor.

Yani bu sahada oluÅŸan tecrübeler akademik bilgiyle birleÅŸmeli…

Kesinlikle. Bugün Körfez ülkelerinde, Avrupa’da, Amerika’da bu konuda ciddi akademik ve sahaya dayalı çalışmalar var. Ama Türkiye’de genelde teori var, pratik yok. O yüzden diyoruz ki: Sadece kitap okuyarak bu iÅŸ olmaz. MutfaÄŸa da girmek lâzım. Biz akademisyenlerin çalışmalarına saygı duyuyoruz ama onların da bazen pencereyi açıp dışarıya bakmaları lâzım. Sahada neler oluyor? Ne eksik ne fazla? Bunları görmeden yapılan her analiz eksik kalır. Bu yüzden tebliÄŸ ve davet sahada yaÅŸanmalı, sonra o yaÅŸanmışlıklar akademik çerçevede sistemleÅŸtirilmelidir. İşte o zaman İslâm toplumunun geleceÄŸine dair gerçek ve sahici bir umut doÄŸar.

TebliÄŸ denince, Batı’da yürütülen misyonerlik faaliyetleri sıkça gündeme gelir. Kimileri bu çalışmaları bizim faaliyetlerimize benzetiyor. Siz nasıl görüyorsunuz bu farkı?

Elbette ikisi de bir mesaj taşır, bir misyon üstlenir. Ancak arada çok temel bir fark var: Biz ilâhî rol oynamaya kalkışmadan sadece çaÄŸrıda bulunuruz. “İslâm budur, buyurun görün” deriz. Hepsi bu. “Dinde zorlama yoktur” [Bakara 2/256] ilkesiyle, tercihi muhataba bırakırız. O yüzden, üslûp çok önemli. Bir örnek vereyim: Bir arkadaşımız internet üzerinden biriyle tanıştı. Karşısındaki kiÅŸi ona, “Sen Hristiyansın, o zaman cehennemliksin” deyince doÄŸal olarak irkildi. Aynı sohbetin devamında ise ona Müslüman olup cennete girmesi teklif edildi. ÅžaÅŸkınlık içinde kaldı. Bu tarz yaklaşımlar daveti deÄŸil, tepkiyi doÄŸurur. Halbuki bizim yolumuz, merhametin diliyle çaÄŸrıda bulunmak.

Bu noktada, davet faaliyetinin geleceÄŸine dair ne gibi hayalleriniz var? Kim Vakfı’nın modelini baÅŸka ÅŸehirlere ya da daha kurumsal bir yapıya taşımayı düÅŸünüyor musunuz?

Biz adım adım, altı dolu bir geliÅŸim çizgisiyle ilerliyoruz. Bu sadece bir hizmet iÅŸi deÄŸil, aynı zamanda organizasyonel bir akıl da istiyor. Sayılar arttıkça idari yapıyı da güçlendirmeniz gerekiyor. Ama her zaman sahaya ve geliÅŸime açık olmalıyız. Åžu anda İstanbul’da farklı ülkelerden gelen davetçilerle birlikte çalışıyoruz. Meselâ ÅŸu anda vakıf bünyesinde bir kadın davetçi, farklı ülkelerden gelen turistlerle birebir ilgileniyor. Amerika’dan, İngiltere’den, Afrika’dan bu iÅŸin uzmanı olmuÅŸ insanlar geliyor, seminer veriyorlar. Sürekli yeni sorular, yeni gündemler var. Siyasi geliÅŸmeler, yerel hassasiyetler, kültürel kodlar… Tüm bunlara karşı biz de sürekli eÄŸitim hâlindeyiz.

Peki dünyada bu alanda öne çıkan örnekler var mı? İlham aldığınız kurumlar ya da çalışmalardan söz edebilir misiniz?

Elbette. Özellikle Avrupa’da, Amerika’da güçlü yapılar var. Ama Arap dünyasında maalesef davet çalışmaları çok kısıtlandı. Pek çok ülkede İslâm’ı anlatmak neredeyse yasaklı hâle geldi. Bu çok acı bir tablo. O yüzden bugün dijital alan, yani online tebliÄŸ çok daha fazla önem kazandı. Meselâ bir genç ÅŸöyle demiÅŸti: “Åžehrimde bir tek Müslüman yoktu. Ama ben internetten abdest almayı, namaz kılmayı öÄŸrendim.” Bu ne kadar büyük bir fırsat! İşte bu da baÅŸka bir umut alanı. Bu alanda da yapılacak çok iÅŸ var.

Yani online tebliÄŸ sizin için yeni bir alan olabilir mi?

Olabilir ama ÅŸu anda asıl alanımız, turistlerin camide bizi beklediÄŸi saha. İmkânlarımız sınırlı, o yüzden en çok meyve verecek dalı budamaya çalışıyoruz. Ama bu demek deÄŸil ki yeni aÄŸaçlar dikilmeyecek. O da olacak inÅŸallah. Buradaki esas mesele ÅŸu: Mazeret yok! Her Müslüman, imkânı ölçüsünde bu iÅŸin bir ucundan tutmak zorunda. Kimse her ÅŸeyi yapamaz, ama herkes bir ÅŸey yapabilir. Yeter ki inandığımız hakikati yaÅŸamakla kalmayalım, baÅŸkalarına da ulaÅŸtıralım. İşte asıl umut burada: İnanmak ve anlatmak.

Türkiye’de yüzlerce eÄŸitim, dayanışma ve yardımlaÅŸma vakfı var. Ancak Kim Vakfı’nın yaptığı gibi, böylesine yüksek motivasyonla çalışan ve kendini bu kadar güçlü bir hedefe adayan çok az yapı olduÄŸunu düÅŸünüyoruz. Özellikle gençleri merkeze alan yönünüz dikkat çekici.

Motivasyon gerçekten çok yüksek. Az önce yine baÅŸka bir liseden gençler geldi. Sürekli okullarla, üniversitelerle, lise kulüpleriyle irtibat hâlindeyiz. Onlar gençleri getiriyor, biz de burada onlara bir dava ÅŸuuru, bir bilinç kazandırmaya çalışıyoruz. Turistle konuÅŸmak, “How are you?” demek bile bir özenti oluÅŸturuyor çocukta. “Ben de anlatabilirim, ben de bir ÅŸey yapabilirim” hissi oluÅŸuyor. Bu bizim için büyük bir imkân. Davet yalnızca gayrimüslimlere deÄŸil, bizim kendi gençliÄŸimize de bir misyon kazandırmak için yapılıyor. Elhamdülillah büyük bir emanet bu. Bu noktada artık hiçbir mazeret yok. “Gençler için ne yapabiliriz?” diyenlere somut bir cevap bu çalışmalar. Çünkü bu iÅŸ, gençliÄŸe umut vermenin ta kendisi.

Bir insanın Müslüman olmasına vesile olmak… Bu, baÅŸka hiçbir ÅŸeyle kıyas edilemeyecek kadar büyük bir sevinç deÄŸil mi?

Hiç ÅŸüphesiz. En güzel anlarımızdan biri de ilk ÅŸehadet getirenlerin o duygulu anlarına ÅŸahitlik etmektir. Onların gözyaÅŸları, yüzlerindeki huzur… Tarif edilemez bir atmosfer. Her gün ÅŸehadetler oluyor bizde. Ancak ne yazık ki bu anları video olarak paylaÅŸamıyoruz. Özellikle Çin, Rusya gibi ülkelerden gelen kardeÅŸlerimiz için güvenlik endiÅŸesi taşıyoruz. Yüz tanıma sistemleriyle onların kimliÄŸi tespit edilebiliyor. Bu yüzden videoları arÅŸivliyoruz ama kamuoyuyla paylaÅŸamıyoruz. Bu da bir sorumluluk.

En azından bu kayıtların bir gün, uygun koÅŸullarda deÄŸerlendirilmesi dileÄŸiyle. Sayın Mustafa Karaca, bu güzel ve umut dolu röportaj için çok teÅŸekkür ediyoruz.

Ben teÅŸekkür ederim. Böyle bir fırsatı bize sunduÄŸunuz için minnettarız. Rabbim bu gayretlerin hayrını ve bereketini artırsın.

Son olarak, unuttuÄŸumuz bir ÅŸey varsa ya da bir çaÄŸrınız olacaksa, ekleyebilirsiniz.

Allah razı olsun. Gençleri bekliyoruz. Bu alana ilgi duyan, gönül veren herkese kapımız açık. Destek bekliyoruz, duâ bekliyoruz.

Gelip yerinde görmek isteyenler için de mekân bilgisini paylaÅŸalım isterseniz.

Vakıf merkezimiz Süleymaniye’de. Ancak yeni medresemiz Sultanahmet’te. İnÅŸallah sizleri orada ağırlamaktan memnuniyet duyarız. Güzel bir atmosfer, bereketli bir hizmet ortamı inÅŸallah.

Çok teÅŸekkür ederiz. Allah gayretinizi artırsın.

Allah razı olsun. Hayırlı olsun inşallah.

 

https://www.siyerdergisi.com/gonullere-dokunan-davet-umudun-ete-kemige-burunmus-halidir/

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.