Sosyal Medya

'Sonra O’na döndürüleceksiniz'

O eski, çok eski dünyanın kanaatkâr, azla yetinmeyi bilen, dünyaya zerrece prim vermeyen ve dünyanın kendisinden bir şey alamadığı kadınlarının ortak özelliği “yaşamayı değil yaşatmayı seviyor olmaları.”



İsmail Kılıçarslan / Yeni Şafak

Annem vefat edeli tam bir hafta oldu. Uykusunda, zahmetsizce göçünü toplayıp gitti. 1956’da, şimdi “eski”, hatta “çok eski” diye isimlendirebileceğimiz bir dünyanın çocuğu olarak doğdu ve anlamadığı, anlamlandıramadığı, bir türlü akıl erdiremediği bir dünyanın insanı olarak teslim etti emanetini.

Taziyeye gelen dostlarla konuştuğum bir mesele var. Onu size de anlatmak isterim bu vesileyle. Annemin vefat haberini aldığımdan bu yana onun benden en son ne zaman kendisi için bir şey istediğini hatırlamaya çalışıyorum. Zihnimi o kadar zorladım ki bu sorunun cevabını bulabilmek için. Benden, yani büyük oğlundan kendisi için istediği bir şey hatırlamaya çabaladı zihnim. Ve hayır, bulamadım.

Öyle “bana bir buzdolabı al”, “halılarımı değiştirir misin?”, “televizyonumuz eskidi” gibi görece büyük isteklerden söz etmiyorum. Onları asla istemediğini, istemeyeceğini zaten adım gibi biliyorum. Ben daha basit isteklerden söz ediyorum. “Bana bir ayakkabı alsak” yahut “canım çok çekti, gelirken kiraz alsana bana” düzeyinde basit, çok basit isteklerden söz ediyorum. Ve inanın, annemin benden kendisi için istediği bir şeyi zihnimi çatlatsam da bulamıyorum.

Dostlarla bu meseleyi konuşurken ortaya çıkan şey şu oldu. O eski, çok eski dünyanın kanaatkâr, azla yetinmeyi bilen, dünyaya zerrece prim vermeyen ve dünyanın kendisinden bir şey alamadığı kadınlarının ortak özelliği “yaşamayı değil yaşatmayı seviyor olmaları.”

Açık konuşmak gerekirse anneme benzer kadınların ölümlerinin oluşturduğu koca boşluk çocukları, eşleri, akrabaları için değil. Asıl “yaşatmaya” uğraştıkları insanlar için. Şurada bir dul, burada bir yaşlı, öte yanda zor durumda bir aile, beride bir mülteci… Kapılarını sadece anneme ve anneme benzeyen insanlara açabilen; dertlerini sadece anneme ve anneme benzeyen insanlara anlatabilen o insanlar için söz konusu o boşluk. Çünkü annem ve anneme benzeyen kadınların geride bıraktığı boşluğu tamamlayabilen, tamamlayabilecek insanlar değiliz biz.

Zira biz jeton nesliyiz. Bizim için “toplumsal dayanışma” dediğimiz şey oldukça önemli ama bizler bu dayanışma için (bazı afet anlarını saymazsak) fiziki çaba sarf eden insanlar değiliz. Biz yardım çağrılarına havaleyle, SMS atarak katılan, vicdanımızın “iyilik” çağrısını bu yolla halleden insanlarız.

Yanlış anlaşılmasın. “Bu kötüdür” demiyorum. Ancak bu, takdir edersiniz ki, oldukça eksik. Annemin ve anneme benzeyen insanların birer-ikişer aramızdan ayrılmasıyla “anlatmam derdimi dertsiz insana” diyen insanların durumu daha da zorlaşacak çünkü.

Aslına bakılırsa annem ve anneme benzer insanların üstlendiği rolün salt “maddi iyilik” yanı da yok. Bir yanı rehabilitasyon ve hatta terapi; “dert ortaklığı” yani. Bir yanı da “sosyal alanda sorumluluk alma.”

Benzerini kaç kez dinledim annemden hatırlamıyorum. “Şurada bir gelin var, kocası biraz hayırsız. Ben gelinle konuştum, baban da kocasıyla konuştu. Düzeldiler bakalım. İnşallah böyle devam ederler.”

Yahut şu: “Adam Nuh deyip peygamber demiyormuş. Vermemiş oğlana kızı. Babanla gittik de verdiler sonunda. Yalnız evleri için biraz eşya lazım. Sen birkaç bir şey alabilir misin?”

Taziyeye gelen dostlarla bu meseleleri deştikçe annelerimizin üstlendiği bu rollerin Türkiye’de geniş bir “alt sınıfın” toplumsal devamlılığını sağlaması bakımından ne denli önemli olduğu ortaya çıktı. Fakat tabii ki o kuşak aramızdan ayrıldığında o toplumsal devamlılığı nasıl sağlayacağımız konusunda da endişelerimiz oluştu.

Sözgelimi, son Kurban Bayramı’nda annem bana dağıtılacak etleri hazırlatırken “sen kimseye et vermeyecek misin?” diye sordu. Dehşetle fark ettim ki “et verilebilecek kadar fakir insan tanıma” işini senelerdir anneme havale etmişim ben. Zekatımı dağıtma işi gibi tıpkı.

Annemden bana işte bu dertler ve bir vird tespihi kaldı yadigâr. Yaşamayı değil yaşatmayı seven annem, özlediği ahiret yurduna gülümseyerek gitti.

O gülümsemeyi bildim ben. Bizim belki de asla ulaşamayacağımız, asla erişemeyeceğimiz bir gülümseme o. Hayatı boyunca kimseye kötülüğü dokunmayan, dünyanın çeldirici, baştan çıkarıcı hiçbir şeyine dönüp gözünün ucuyla bile bakmayan birinin gülümsemesi o çünkü. Ardında güzel şahitlikler dışında hiçbir şey bırakmayan birinin gülümsemesi.

Annemle, annemin kuşağıyla birlikte o gülümseme de çıkacak hayatımızdan korkarım. Ölümü meyus, üzgün çehrelerimizle karşılayacağız artık. Allah muhafaza buyursun.

Bu vesile anacığıma ve cümle büyüklerimize rahmet olsun. Ruhuna bir Fatiha ikram ederseniz müteşekkir olurum.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.