Sosyal Medya

Gökhan Özcan: Ya canın hatırı?

Başkalarında yaşamak insanın kendinde olmamak için bulduğu modern bir çare... Kendimize, kendimizden uzakta bir hayat kurabilmek için ne çok şey yapıyor, ne çok çabalıyoruz.



“Niye sokaÄŸa çıkmayı bu kadar çok istiyoruz?” diye sordu ahizenin ucundaki ses. “Çünkü orada kendimizle karşılaÅŸma ihtimali yok!” dedi cevaben diÄŸer ucundaki.
 
Hayatın içinde herkes kadar var görünen benim. AteÅŸli tartışmalarda hiç kimseden geride kalmayan benim. Söylediklerinde tereddüde düÅŸmeyen, yanılgılardan kendine pay biçmeyen benim. Sürekli kaçmakta olan ÅŸeyleri kovalayan benim. Sürekli geç kalmışlık hissiyle yaÅŸayan ama neye geç kaldığını bilmeyen benim. Her an bir ÅŸeyleri özleyip duran ama neyi özlediÄŸini bulamayan, bilemeyen, anlayamayan benim. Kendini ikide bir baÅŸkalarının kelimeleriyle konuÅŸurken yakalayan benim. FotoÄŸraflarda boÅŸluÄŸa doÄŸru gülümseyen o anlamsız yüz benim. Kim bilir neredeyim ben, kim bilir kimim?
 
“Ä°nsan, kendisiyle karşılaÅŸmadıkça, kendisine yönelmedikçe, kendini pek iyi hissetmez; ruhsal sıkıntılarla yüz yüze gelmedikçe, kendi yüzeyinde kalır; kendisiyle çarpıştığı anda, darbeden hemen sonra, huzur verici yararlı bir izlenim edinir” diyor ‘Ä°nsan Ruhuna YöneliÅŸ’ kitabında Carl Gustav Jung.
 
BaÅŸkalarında yaÅŸamak insanın kendinde olmamak için bulduÄŸu modern bir çare... Hep baÅŸkalarına bakmak, onların hayatına iliÅŸik olmak, onların konuÅŸtuklarında oyalanmak, onların gündemiyle yaÅŸamak, onlarda bir karşılık bulmaya çalışmak... Kendimize, kendimizden uzakta bir hayat kurabilmek için ne çok ÅŸey yapıyor, ne çok çabalıyoruz. KargaÅŸanın içinde yara almamak, saÄŸlam kalabilmek için yapıyoruz bütün bunları belki de. Öyle olmuyor ama; daha kırılgan yapıyor böyle ÅŸeyler bizi. Yarayı nereden aldığımızı bilemediÄŸimiz için durduramıyoruz bu derin, kangrene dönüÅŸmesi muhtemel kanamayı.
 
Jiddu Krishnamurti’den ‘Farkındalığın Işığı’nın nerede söndüÄŸüne dair birkaç satır: “ÇoÄŸumuz ikinci el insanlar haline geldik. Okuyoruz, üniversiteye gidiyoruz, büyük oranda bilgi biriktiriyoruz. Bu bilgiler baÅŸka insanların düÅŸündüklerinden ve söylediklerinden oluÅŸuyor. Topladığımız bilgileri baÅŸkalarının söyledikleriyle kıyaslıyoruz. Orijinal hiçbir ÅŸey yok. Yalnızca tekrar ediyoruz, tekrar ediyoruz, tekrar ediyoruz. Ve biri bize, düÅŸünce nedir, düÅŸünmek nedir diye sorduÄŸunda yanıt veremiyoruz.”
 
Sanıyoruz ki söylenmiÅŸ sözleri biriktirerek hayatımızdaki anlamı çoÄŸaltabiliriz. Ne kadar çok söz bilirsek, hatırlarsak, belki o kadar çok anlamımız olur. Bütün o sözleri hayatımızın bir yerlerine iliÅŸtirirsek, her ihtiyacımız olduÄŸunda onlara sığınır, hiç dara, boÅŸluÄŸa düÅŸmez, insanlığımızın zayıflayan yerlerini o sözlerle tahkim ederiz. Sanıyoruz ki, kopan bir düÄŸmeyi yerine dikmek gibidir eksilen bir anlamı yerine koymak. Sanıyoruz ki, baÅŸka bir hayatın kazancı, bizim yoksul kalan yerlerimizi de örter. BaÅŸkasının ellerini ısıttığı ateÅŸ bizi de ısıtır. Olmuyor öyle, kopyalayıp yapıştırılan hiçbir anlam, baÅŸka bir hayatta yerini tam ısıtmıyor. Anlamını çok uzun zamanlar boyunca yaÅŸatan her sözün ardında aynı ayarda bir dert var. Aynı derdi taşımayanın, aynı bedeli ödemeyenin aynı sözden aynı anlamı edinmesi mümkün deÄŸil. Kendi anlamımızı aramamız gerekiyor bizim; yani hayatımızı gerçekten yaÅŸamamız. BaÅŸkalarının sözlerinin bizim hayatımızda bir karşılık bulması da ancak böyle mümkün. SöylenmemiÅŸ pek bir ÅŸey kalmadı dünyada; ama yaÅŸanmamış daha çok ÅŸey var.
 
“Hatırını sorana bir cevabım olsun diyorsan” dedi meczup, “önce kendi canının hatırını sor!”
 
Kaynak: YeniÅŸafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.