Sosyal Medya

İhsan Fazlıoğlu: İnsan bir gelenektir

Her örf belirli bir aklî, her adet ise belirli bir fiilî hakikatin izdüşümüdür, temsilidir. Bu hakikat bilinmedikçe ne örf ne de adet muhtevasına geri gidilerek idrak edilebilir.



Kâğıt üzerinde pergelle son derece mükemmel çizilmiÅŸ bir daire'nin özellikleri düÅŸünülmeye baÅŸlanıldığı zaman, bu özelliklerin bizzat kâğıt üzerindeki çizili daireden kaynaklandığı varsayılır. Gerçekte ise kâğıt üzerinde çizili daire yalnızca müdrikenin sahip olduÄŸu dairelik mahiyetinin bir temsili, tersimidir; dolayısıyla bir temsil olarak kendi başına hiç bir özelliÄŸi haiz deÄŸildir. Kâğıt üzerine çizilmiÅŸ daire ÅŸekline yüklenen özellikler, esasen, müdrikenin sahip olduÄŸu kavramlar arasındaki iliÅŸkilerden elde ettiÄŸi özelliklerdir. Ancak kiÅŸi, çoÄŸun bu hakikati unutur; bütün özellikleri dışarıdaki temsillerde arar durur. Kısaca, aÅŸağıda üzerinde durulacağı üzere, insana iliÅŸkin bütün sorular ve sorunlar, dışarı'dan deÄŸil, bizatihi insanın hem hayvaniyet [beÅŸeriyet] hem de nutkiyet gibi iki ayrı unsurdan mürekkep mahiyetinden kaynaklanır. BaÅŸka bir deyiÅŸle sorunun kökleri yapılanda deÄŸil yapandadır; çizilende deÄŸil çizendedir; hayatta deÄŸil kafadadır.
 
Gelenek: Örf ile Adet
 
Herhangi bir temsili tasvir etmeden önce bu temsilin altına düÅŸtüÄŸü kavram ya da kavramları tanımlamak, baÅŸka bir deyiÅŸle, nesnenin hakikatine delâlet eden nesnenin suretini belirlemek, müphemiyeti ve bunun doÄŸurduÄŸu manipülasyonu ortadan kaldırır. Bu nedenle öncelikle, bu yazı çerçevesinde kullanılacak temel kavramaları tanımlamak, aralarındaki farkları göstermek, kasd-ı mütekellimi anlamak için elzemdir.
 
Felsefe-bilim mirasımızda, baÅŸta fıkıh ilmi olmak üzere deÄŸiÅŸik alanlardaki anlamca farklı kullanımları dikkate almaksızın, gelenek kelimesini karşılayan pek çok karşılığın mevcut olduÄŸu görülür: Örf, adet, sünnet, atalar mirası gibi... Ancak felsefe-bilim çerçevesi içerisinde, üzerinde durulan konunun tavzihi için, adet ve örf terimlerini merkeze almak açıklayıcı olacaktır. Bu iki terimi bugün gelenek denilen durumun iki alt unsuru olarak görmek mümkündür.
 
Bütün farklı tanımlamalara karşın örf bilgiyle alâkalıdır. Nitekim arafe, tanıyarak bilmek, birbirini takip etmek, peÅŸisıra gelmek anlamlarına gelir. Bu anlamlar terkip edildiÄŸinde örf ardısıra olanın tanınarak bilinmesi demek olur. Bundan dolayı örf terimi daha çok yerleÅŸik ıstılâhlar için kullanılır; ve bu anlamda ilmî gelenek manâsına gelir. Daha felsefî bir deyiÅŸle örf belirli bir topluluÄŸun, aklın bilme, tanıma eylemiyle üzerinde ittifak ettikleri ve doÄŸalarına uygun gelen söz'dür.
 
Yine tüm deÄŸiÅŸik tariflere raÄŸmen adet eylemle, hareketle ilgilidir. BaÅŸka bir deyiÅŸle ortada bir hareket ve olay var ise orada bir adet de vardır. Kelime anlamına bakıldığında ise 'ade, geri dönmek, geri çevirmek, bir ÅŸeyi tekrarlamak, üst üste yaparak alışkanlık haline getirmek manâlarına gelir. Bu deÄŸiÅŸik anlamlar biraraya getirildiÄŸinde adet ardısıra yapılarak alışkanlık haline getirilen; ve benzer bir durumla karşılaşıldığında kendisine dönülen ve müracaat edilen eylem demek olur. Bundan dolayı adet terimi daha çok yerleÅŸik uygulamalar için kullanılır; ve bu anlamda amelî gelenek manâsına gelir. Daha felsefî bir deyiÅŸle adet belirli bir insan topluluÄŸunun, aklın yargıda bulunma eylemiyle üzerinde ittifak ettikleri ve ihtiyaç anında tekrar kendisine döndükleri davranış'tır.
 
Gelenek: Kural ile Düzenlilik
 
Yukarıda verilen tanımlar çerçevesinde örf ile adet, kural ve düzen ÅŸuurunun en eski ifadeleri olarak düÅŸünülebilirler. Çünkü örf ile adet geçmiÅŸ'ten ÅŸimdi'ye, ÅŸimdiden de gelecek'e uzanan, akıp giden ilmî ve amelî alışkanlıklar anlamında bir topluluÄŸun tarih içerisindeki hem kurallılığını hem de düzenliliÄŸini gösterir. Söz olarak tezahür eden örf, bir topluluÄŸun aklî kurallılığı ile düzenliliÄŸini, davranış olarak tezahür eden adet ise bir topluluÄŸun amelî kurallılığı ile düzenliliÄŸini saÄŸlar. Bu çerçevede akıl saÄŸlığı yerinde olan her topluluk tarihî süreçte kendisini bir bütün kılan, birliÄŸini saÄŸlayan makul bulduÄŸu örfleri ve adetleri geçmiÅŸte inÅŸa-eder, ÅŸimdide tekrar eder ve nesiller üzerinden geleceÄŸe aktarır.
 
Her örf belirli bir aklî, her adet ise belirli bir fiilî hakikatin izdüÅŸümüdür, temsilidir. Bu hakikat bilinmedikçe ne örf ne de adet muhtevasına geri gidilerek idrak edilebilir. BaÅŸka bir deyiÅŸle her örf ile her adetin ihdasında bir illet söz konusudur; dolayısıyla örf ile adetin idraki, bu illetin idrakine baÄŸlıdır. Öte yandan her illet bir maksada matuf olduÄŸundan örf ile adetin ihdas edilme maksadını bilmek, bu örf ile adeti ihdas eden topluluÄŸun da aklî ve fiilî hakikatini bilmeyi getirir.
 
Gelenek: Hayvaniyet ile Nutkiyet
 
Örf ve adet unsurlarından mürekkep olan durum'a kısaca gelenek dersek, geleneÄŸin ne tür bir idrak durumundan kaynaklandığını tespit son derece önem arz eder. Yukarıda deÄŸinildiÄŸi üzere, öncelik yapılan'da deÄŸil yapan'dadır; her ne kadar yapma eylemindeki fizik ÅŸartlar yapanın niyetini ve yapılanın suretini, ÅŸahsi özellikler bakımından belirlese de... Ancak önemli olan zatî özelliklerdir. Öyleyse gelenek denilen yapının arkasında duran ve ona zatî özelliklerini kazandıran çanak nedir?
 
Bir medeniyet metafizik açıdan, Theo-logos, Kosmo-logos ve Antropo-logos yani Ä°lk ilke [Tanrı], Evren ve Ä°nsan hakkında sorulan sorulara verilen cevapların cisimleÅŸmesi olarak tanımlanabilir. Hem soru sormayı hem de cevap vermeyi mümkün kılan ise insanın nutkiyet [düÅŸünce ve dil] sahibi olmasıdır. Öyleyse soru ve cevap dışarıdan deÄŸil içeriden üretilir; dışarısı ancak üretilen soru ve cevapların ÅŸekline etki eden arızî durumlardır. Bu çerçevede 'Ben kimim; nereden geldim; nereye gidiyorum?' gibi varoluÅŸsal sorular; kısaca baÅŸlangıca [mebde] ve sona [mead] taalluk eden sorular, kaynağını ne tek başına dinde, ne felsefede, ne de sanatta bulur. Sorunun kaynağı bizatihi insanın nutkiyet sahibi olmasıdır. Din, felsefe, sanat gibi cevaplar bu sorunlar karşısında yalnızca birer tespittir. Tespitleri, cevapları eleÅŸtirmek, yok-saymak, sorunu ve kaynağını ortadan kaldırmaz. Öte yandan insanın nutkiyet sahibi olması hayvaniyet tarafının sorunlarını çözerken de devreye girer ve belirler. Acıkmak hayvaniyeti ilgilendiren bir sorundur; behaim anlamındaki hayvanlar karınlarını doyurur iken insan nutkiyetinin belirlemesiyle yemek yer.
 
Gelenek kavramı altında toplanan muhtevanın da arkasında insan nutkiyetinin bulunduÄŸu, insanın hem nutkiyet [örf] hem de hayvaniyet tarafının [adet] eÅŸyayla kurduÄŸu ilmî ve amelî iliÅŸkilerin tecessüm etmiÅŸ hali olduÄŸu açıktır. Bu ilmî ve amelî iliÅŸkilerin hem yatay hem de dikey boyutta aktarıma konu olması, onlara tarihî sürekliliÄŸini saÄŸlar. BaÅŸka bir deyiÅŸle insanın, [ki insan tab'an medenidir] ilk ilke, evren ve insan hakkında sorduÄŸu sorular ve verdiÄŸi cevaplardan mürekkep sahip olduÄŸu çerçeve, onun deÄŸer dünyasını [dünya görüÅŸü] belirler ve bu anlamda dünyanın suretine iliÅŸkin ürettiÄŸi resim [dünya tasavvuru] anlamını deÄŸer dünyasından alır. Gelenek yani örf ile adet, en nihayetinde hem kökünü hem de anlamını deÄŸer dünyasında bulan bir yapıdır.
 
Gelenek: Süreklilik ile DeÄŸiÅŸim
 
Bu yapı insan topluluÄŸun yeryüzünde hayat sürmesini mümkün kılan bir çerçevedir. Tarihi süreç içerisinde yavaÅŸ yavaÅŸ oluÅŸur; süreklilik kazanır, gelenekselleÅŸir. Gelenekde artış ya da geliÅŸme birbirine eklemlenerek [telahük] gerçekleÅŸir [öne adım atma (tekaddüm)]. Gelenek sıçramayı [tafra] süreklilik de yaratacağı boÅŸluk nedeniyle hoÅŸ görmez; çünkü nutkiyette sıçrama, parçalanma yaratır. Bu anlamda sıçrama, öne adım atma deÄŸildir; bazılarına ilerleme olarak gözükse de esasen yalnızca bir deÄŸiÅŸimdir; yönü belli olmayan bir ilerlemedir.
 
Gelenek, nutkiyetin bir tezahürü olduÄŸundan ve deÄŸer dünyasıyla alâkası yüzünden, ani deÄŸiÅŸimleri hoÅŸ görmez. BaÅŸka bir ifadeyle yeni, sürdürücü ise kabul edilir; parçalayıcı ise reddedilir. Bundan dolayı, Ä°bn Haldun'un da iÅŸaret ettiÄŸi gibi, taassub [asabiyet] toplumun sürekliliÄŸini saÄŸlar; ani deÄŸiÅŸim ise parçalar. Gelenek yeni'ye karşı ürkektir; ancak bu ürkeklik kaynağını, yukarıda iÅŸaret edildiÄŸi üzere, dışarıda yani basit alışkanlıklarda deÄŸil, bizatihi nutkiyette bulur. Çünkü ilk ilke-evren-insan üçlüsüne iliÅŸkin soru ve cevapların deÄŸiÅŸmesi, yenilenmesi, deyiÅŸ yerindeyse, sıfır'dan baÅŸlanması, yeniden bir metafizik çerçeve kurulması demektir ki her eski [kadim] her yeniye [cedid] bu anlamda dikkatlidir.
 
Gelenek toplumun sürekliliÄŸini saÄŸlar ve bu sürekliliÄŸe suretini verir. Tarih bir süreç ise bu sürecin içerisinde akan bir milletin seyr ü seferinin kendisine göre cereyan ettiÄŸi yapının adıdır gelenek. Bu çerçevede gelenek, bu yapıda subutiyet kazanmış ve iÅŸlerin kendisine göre yürüdüÄŸü unsurlara, ilkelere iÅŸaret eder. Ancak toplumun kendisi ve sahip olduÄŸu kültür geleneÄŸin kendisine eÅŸit kabul edilemez. Çünkü gelenek akıp giden sürecin sabit tarafına iÅŸaret eder.
 
Gelenek alışkanlık olarak da görülebilir; ancak alışkanlıkta belirli bir bilinç varsa ve bu alışkanlık toplumun bütününde önemli bir yer iÅŸgal ediyorsa? Yok ise kiÅŸinin alışkanlığı tek başına bir gelenek oluÅŸturmaz. Elbette gelenekte genel ['am] ve özel [has] olan vardır. BaÅŸka bir deyiÅŸle gelenek küllî bir kavram ise müÅŸterek manâlı bir kelime olarak düÅŸünülebilir ve farklı durumlar için müÅŸekkek bir iÅŸlev görebilir. GeleneÄŸin adet ile eÅŸanlamlı kullanılması, ancak uygulama alanına iliÅŸkinse düÅŸünülebilir; çünkü yukarıda deÄŸinildiÄŸi üzere, gelenek örfe, yani zihnî alışkanlıklara da delâlet eder. Gelenek bu anlamda toplumun, kültürün bir parçası olarak da düÅŸünülebilir.
 
Gelenek: Eski ile Yeni
 
Modern-öncesi dönemde yaÅŸayan toplumların gelenek kavramına karşılık gelen bir kelimeye sahip olmadıkları düÅŸüncesi yanlış bir kabuldür ve Batı-Avrupa merkezli bakışın bir yansımasıdır. Her yeni, eski'yi temsil eden bir alışkanlıklar dizgesiyle muhataptır çünkü. Çünkü, yukarıda iÅŸaret edildiÄŸi üzere, köklerini nutkiyette bulan her deÄŸiÅŸme, ilk ilke-evren-insan üçlemesine iliÅŸkin ortaya konulan her yeni soru ve cevap, eski'yi [kadim] bizatihi kendisi yaratır. Özellikle Ä°slâm, tarihte, vahyin ortaya koyduÄŸu ilkelere muhatap olan ve çatışan bir örf ve adet kavramsallaÅŸtırmasını yaratmıştır. Bundan dolayıdır ki Ahmed Cevdet PaÅŸa, Ä°bn Nedim'i takip ederek, Ä°slâm'ın ortaya koyduÄŸu ve köklerini nutkiyette bulan soru-cevap sürecini yeni olarak adlandırmış; Ä°slâm öncesini ise topyekûn kadim olarak görmüÅŸtür.
 
Gerçekten de Ä°slâm Medeniyeti'nde yalnızca hukukta deÄŸil felsefe-bilim hayatında bile, kiÅŸilerin kendilerini ait kıldıkları ve bilinçli bir ÅŸekilde gelenek [kadim] diye adlandırdıkları bir yapıya sahiptirler. Ve bu durumu bizzat yaratan da yeni olan Ä°slâm'dır. Bu çerçevede Edward Shils'in kadim dönemlerde "bir geleneÄŸi kabul edenler onu gelenek diye adlandırma ihtiyacı duymazlar" ifadesi yanlıştır. Öte yandan geleneÄŸin kendi bilincine varması; kendisini, kendisinin dışındakiyle tanımlaması anlamına gelmez; yeniye karşı kendisinin farkında olması anlamına gelir. Ancak elbette durum eskisi gibi deÄŸildir artık; çünkü hesaplaşılması gereken yeni bir soru-cevap süreci ortaya çıkmıştır; baÅŸka bir deyiÅŸle yeni bir nutkiyet durumu hasıl olmuÅŸtur.
 
Konuyu baÅŸka bir biçimde de dile getirebiliriz: Bir durumla doymuÅŸ halde yaÅŸamak ile içerisinde gömülü olarak yaÅŸanılan bu durumu farketmek elbette iki deÄŸiÅŸik vakıadır. Ancak fark farklı-olan'ın varlığına baÄŸlıdır. Yeni, köklerini nutkiyette bulmasına karşın siyasî-iktisadî ve kültürel bir güç oldukça, insanın hayvaniyetini belirlemeye baÅŸladıkça, içerisinde yaÅŸanılan durumu eski kılar. Eski sahayı yeniye terketmede direnir, atıf sistemi olmaya devam ederse, yeni tarafından eski (gelenek) olarak adlandırılır. Ancak bir süre sonra yeni yerleÅŸtikçe kendisine yer-edindikçe kendisinin geleneÄŸini yaratır. Çünkü, yukarıda iÅŸaret edildiÄŸi üzere, nutkiyette asıl olan sürekliliktir. Bu açıdan gelenek oluÅŸturmaya baÅŸlayan yeni eski geleneÄŸi ya kökten terkeder ya da yeni'den hareketle yeniden yorumlayıp kendisinin bir unsuru haline getirir. Çünkü bir toplumun edeb'i gelenekselleÅŸen örf ile adeti tarafından verilir, belirlenir.
 
Gelenek: Cemaat ile Toplum
 
Yukarıda ileri sürülen düÅŸünceler, sosyoloji araÅŸtırmalarında modern ile gelenek kavramsallaÅŸtırmaları ile bu kavramlardan hareketle tarihe iliÅŸkin yapılan yorumlar ve Ferdinand Tönnies'in Cemaat ve Toplum incelemesi, XVI. yüzyıldan itibaren geliÅŸen ve Sanayi Devrimi'yle ortaya çıkan yeni durumu/durumları tasvir etmesine karşın söylenenlerin geçmiÅŸte hiç olmadığı anlamına gelmediÄŸini göstermektedir. Çünkü, tekrar pahasına belirtelim, nutkiyette köklerini bulan soru-cevap süreci, nerede ve ne zaman deÄŸiÅŸmiÅŸse orada gelenek [eski] ile modern [yeni] çatışması yaÅŸanmıştır. Bu açıdan modern-dönemde vuku bulan çatışmanın ÅŸiddetinin bu ÅŸekilde hissedilmesi, hem tarihî yakınlıkla hem yaygınlıkla hem de nutkiyette köklerini bulan soru-cevap sürecindeki radikal deÄŸiÅŸiklikle alâkalıdır.
 
Öte yandan sosyoloji çalışmalarının iddia ettiÄŸi "modern dönemde cemaatin yitimi", aslında yeni nutkiyet durumunun gelenek haline gelememesiyle ilgilidir. Çünkü köklerini nutkiyette bulan ortak bir deÄŸer dünyasına sahip olan her topluluk, cemaat olma özellikliklerini kazanır. Kamusal yaÅŸamı esas aldığı söylenen ve Max Weber'in duygusal olandan çok rasyonel olanın öne çıktığını belirttiÄŸi - ki her yeni, inÅŸa sürecinde rasyoneldir- toplum ortak-deÄŸer haritasının tarumar edilmesiyle ve topluluk mensupların çok küçük birimli ve düÅŸük dereceli deÄŸerlere sahip olmasıyla alâkalıdır. Ancak zamanla modern [yeni] gelenekselleÅŸtikçe duygusallaÅŸacak ve kendi cemaatini yaratacaktır. Nitekim bir açıdan post-modern kavramsallaÅŸtırması, modernin yerleÅŸtiÄŸi, istikrar kazandığı ve gelenekselleÅŸtiÄŸi anlamına gelir. Zira cemaat, dünya-tasavvurunu dünya-görüÅŸü üzerinde kurar ve resim dünyası ile deÄŸer dünyası birbiriyle çatışmaz; tersine birbirini tamamlar. Cemaatte ilk ilke, evren ve insana iliÅŸkin resim ve deÄŸerler insicamlı bir bütün oluÅŸturur ve geliÅŸmiÅŸ cemaatlerde birbirini tamamlayan sürekli bir yapı ortaya koyar. Toplumda ise en önemli durum, resim ile deÄŸer dünyasının kopukluÄŸu ile parçalanmışlığıdır. Ancak tarihi süreç içerisinde bu kopukluk giderilir; ve yeni bir gelenek ortaya çıkar.
 
Gelenek bir milletin tarihî mensubiyetiyle içiçe olduÄŸundan, nutkiyetini kaybetmemiÅŸ her tarihi millet için gelenek olmaz-ise-olmaz bir mukavvim unsurdur.
 
Türklere gelince, biz geçmiÅŸinden geri kalmış bir millet olduÄŸumuzdan, dolayısıyla nutkiyetimizdeki parçalanmışlık nedeniyle, hem nutkiyetimizi ilgilendiren ilk ilke-evren-insan hakkında soru sorma ve cevap verme iÅŸlemini [örf] hem de hayvaniyetimize iliÅŸkin yaÅŸama ihtiyaçlarının giderilmesini [adet] baÅŸkalarına bakarak yarım-yamalak bir ÅŸekilde giderme, deyim yerindeyse, idare etme kolaylığı içerisindeyiz. Bu durum da bizi hızla edeb'i -dolayısıyla da edebiyatı- bulunmayan tarihî bir millet olmaktan çıkarmaktadır.
 
Kaynak: Dergâh, Edebiyat Sanat Kültür Dergisi, Cilt XVII, Sayı 195, Mayıs 2006, s. 19-20.
 
Ä°hsan FazlıoÄŸlu'nun Yazıya Ä°liÅŸkin TeÅŸekkürü:
 
Yazının içeriÄŸine iliÅŸkin katkılarından dolayı deÄŸerli âlim dostum Dücane CündioÄŸlu'na ve suretine iliÅŸkin uyarılarından dolayı da edib dostum Hasanali Yıldırım'a müteÅŸekkirim.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.