Sosyal Medya

Abdurrahman Arslan: Değer Sistemleri

Müslüman için imtihan doğrusu bir kez daha yeniden başlamaktadır; inanmak ile muamelat arasındaki makasın giderek açılması “Luther”liğe giden yolun ilk adımı sayılır. Bu aynı zamanda “ bu dünya ” ile “ öbür dünya ” arasındaki gerilimin başlangıcıdır. Kahredici bir caziplikle bezenmiş bir dünyada, şüphe yok ki son tercihi müslümanlar ellerinde tutmaktadırlar.



Değer sistemleri insan ve kendisinin meydana getirdiği toplum için hayatî bir öneme sahiptirler. Bu sistemler insanlar arasında sadece iletişim kurmaya imkan vermez; aynı zamanda insana varlık dünyasını algılama ve bu dünya ile kuracağı ilişkiyi tanzim ettiği gibi; anlamlandırır ve bir değer biçer. Toplumsal düzeyde ise yine oldukça önemli olan içinde yaşadığımız “toplumsal gerçekliğin” inşasını mümkün hale getiren sistemlerdir. Gerçekliğin toplumsal düzeyde inşası söz konusu olamadığında ya da sağlıklı şekilde olmadığında; insanların neye inanacaklarına, nasıl ve niçin yaşayacaklarına, bunları nasıl ete-kemiğe büründüreceklerine; nasıl bir ortaklık/toplumsal birliktelik içinde birarada var olabileceklerine kolay cevaplar bulmak mümkün değildir. 
 
İnsan ve toplum hayatı için bu kadar önemli olan değerler sistemini oluşturan veya bu oluşuma kaynaklık eden üç tem el unsur bulunur. Bunlar; Din, Hukuk ve Ahlâk olarak tanımlayacağımız ve kendi içlerinde bir tutarlılık taşıyan sistemlerdir. İnsanın kendi tarihi içinde her zaman ihtiyaç duyduğu; hayatı, hayat kılan; varlık dünyasının gerçekliğini algılamasına ve anlamasına imkan veren ve var oluşun “onsuz” olması mümkün olmayan iki önemli boyutu sayılan “ anlam ” ve “değer”in kaynağında yine bu sistemler bütününün ilki olan “din” bulunmaktadır. Fakat burada kendi sahih geleneği içinde hukuk ve ahlâkın da din ile bir bütünlük ve içkinlik içinde İlahî kaynak tarafından insana gönderilmiş verili sistemler bütünlüğü olduğunu belirtmek gerekmektedir. Demek ki insan ve toplum için vazgeçilmez olan anlam ve değer, bu sistemler içinde ve yine kendi sahih bağlamları ile beraber bulunmaktadır.
 
İnsan bunlara inandığı ve hayatını bunlara göre kurduğunda; fakat aynı zamanda da hasıl ettiği önce kendisi sonra da toplumla olan bütün ilişkilerini bunlar aracılığı ile süreçlendirdiğinde, hem bu dünyayı anlama/yorumlama, hem de toplumsal gerçekliğini inşa ederek, inandığı dinin yaratıcısının rızasına ulaşabilmektedir diyebiliriz. Ne var ki hayat her zaman bu tarz bir seyir izlememekte; insan değerler sistem ine çok zaman iyi niyetle müdahale ede rek onların içerik anlamlarını mevcut hayatın veya o günün gerçekliği ile her defasında uyumlu kılmak istemektedir. Kendi vicdanının rahatlaması için onu gerçeklikle uyumlu kılma çabasına mecbur etmekte fakat bu çaba neticede değerlerin sahih anlamlarını kendi köklerinden kaydırarak uzaklaştırmaktadır.
Kendi toplumsal gerçekliği ile vicdam/inancı arasındaki tutarlılığı sağlamak üzere girişilmiş bu “ayarlama/uyarlama” ferdi düzlemde tezahür ettiğinde toplumun koruyucu ikazları ile karşılaşacağından her zaman yanlışlığını görme şansına ve imkanına sahiptir. Bundan dolayı mevcut sistemler dışarıdan yapılacak her türlü müdahaleye rağmen kendi tutarlı bütünlüğünü korumakta fazla zorlanmamakta, hatta bunlara inanmış olanlar tarafından sonuna kadar özenle korunmaktadırlar. Fakat, ne zaman ki bu sistemler “önde gelenleri” ve yaşayarak savunuculuğunu yapanlar tarafından müdahaleye uğramaktadır, o zaman ihtiyaç duyulan inandırıcı ve düzeltici ikazları yapacak insanları bulmak oldukça zordur artık. Bu sebeple mevcut sistemlerin her şeyden evvel kendi temsilcileri tarafından düzenlenmeye kalkışılması neticesinde, “içeriden” çok kolay ve fazla gecikme olmaksızın değişime uğradıklarını söyleyebiliriz. Dolayısı ile bir sistem ve /veya sistemler ancak onların temsilcileri tarafından kolayca değişikliğe ya da dönüşüme uğratılabilir demek fazla yanlış sayılmaz.
 
Tartışması yüzyıllardır sürüp gelen laiklik de, kendine ait dini, felsefi, tarihsel ve toplumsal şartlarına rağmen; öncelikle kendi temsilcileri eliyle yine kendi içinden “ayarlanma” gereği duyulmuş bir dinin, ona inanan insanların zihnindeki kavranış biçimi olarak tezahür etmiş hali sayılır. Dinin laiklik şeklinde/temelinde algılanış biçimi; sadece kendisi ile sınırlı kalacak bir olgu olamayacağından bunun hukuk ve ahlâk sistemleri üstünde de tanzim ediciliği söz konusu olmuştur. Şüphe yok ki her inanma halinin/tarzının kendine ait bir sosyolojik boyutu olduğundan kendisini “dışlaştırdığında” mecburen yeni toplumsal ilişkiler ve toplumsal gerçeklikler inşa yoluna girecektir. Böyle bir durumun, söz konusu olacak yeni bir toplum için siyasal düzlemde de kendisini açığa vurması ya da görünür kılması elbette ki gerekmektedir.
 
Şimdi; içinde yaşadığımız toplumu yönetmeye aday olanların siyasi düzlemdeki laiklik anlayışına vurgu yaparken, aynı zamanda laik bir ahlakın gerekliliğini anlamış da olsalar, dün olduğu gibi bugün de bunun gerçekleştirilebilmesine ilişkin herhangi bir ön hazırlıklarının olduğunu söyleyemiyoruz. Zaten söylemek de imkansızdır. 
 
Sebebine gelince, böyle bir hazırlığın olabilmesi için İslâm gibi bir dine “müdahale” etmeleri gerekecektir. Çünkü, eğer bu iş için yeterli olmuyorsa, mevcut ahlâkın bu iş için elverişli olacak “laik ahlâk”a dönüştürülmesi gerekmektedir. Ne var ki siyasi düzlemde laikliğe vurgu yapanların gerçekten köklerini İslam’da bulan, fakat laik bir ahlâka sahip olmaları gerekir ki bir örnek teşkil edebilsinler. Halbuki dini bir sistemin böyle bir dönüşüme uğrayabilmesi, siyasi düzlemde laikliğe vurgu yapılarak gerçekleştirilemez. Arzu edilen dönüşümü içeriden yapacak “Luther”lerin ellerinde böyle bir şey gerçekleştirilebilir ancak. Eğer İslam; akidevî, kurumsallaşma ve hayata aktarım baplamında Hristiyanlığa benemirorsa bu demektir ki “L uther”leri de olamayacaktır. Dışarıdan müdahale edilmesi halinde- edilmediği gün varmış gibi!... - ise, yaşanan tarihsel tecrübelerin ışığında kendisini koruma gücünü gösterecektir.
 
Acaba laik bir ahlaka sahip olmayanların, İslâm ahlâkını laik hale dönüştürmeleri nasıl mümkün olabilir? Bu şorunun cevabı halihazırda mevcut değildir. Fakat bu çeşit bir talep başından beri bir beklenti içinde olmuştur diyebiliriz. Bu talep de; mevcut ahlakı önem seyen ve toplum sal ilişk ile rin i onun referans çerçevesi için de süreçlendiren . dolayısı ile muhafaza etmeye ve tutarlı olmaya çalışan insanlardan bu ahlâkı; yukarıdan gelen baskılarla, diğer bir ifade ile siyasi aygıtınlaiklik taleplerinden dolayı zımnen, laikleştirmeden, beklenmektedir. Diğer bir cihetten söylersek bu, her biri birer Luther haline gelmiş müslümanların elinde İslam ’ın ve onun ahlakının değiştirileceği anlamına gelmektedir. Yukarıda da değindiğimiz gibi; hiçbir sistem onu yaşayan, koruyan ve dolayısıyla sahiplenen tem silcileri ve taraftarlarına rağmen, dıarıdan yapılacak müdahalelerle değiştirilememektedir.
 
Müslüman için imtihan doğrusu bir kez daha yeniden başlamaktadır; inanmak ile muamelat arasındaki makasın giderek açılması “Luther”liğe giden yolun ilk adımı sayılır. Bu aynı zamanda “ bu dünya ” ile “ öbür dünya ” arasındaki gerilimin başlangıcıdır. Kahredici bir caziplikle bezenmiş bir dünyada, şüphe yok ki son tercihi müslümanlar ellerinde tutmaktadırlar.
 
Kaynak: Umran Dergisi-Sayı: 36-Nisan 1997

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.