Sosyal Medya

Koronavirüs ve biyolojik savaşlar meselesi

Bugün Corona virüsü üzerinden tekrar tartışmaya açılan biyolojik silahın tarihinin, Hititlilerin Kadeş Savaşı esnasında vebalı hastaları casus olarak Mısır'a göndermesiyle başladığı kabul edilir. Tarihçiler 1763 yılını biyolojik silah kullanımında yeni bir aşamanın başlangıcı sayar. Bu tarihte bölgeyi kolonileştirmek için Kuzey Amerika'da bulunan İngiliz Kraliyet Kuvvetleri, çiçek hastalığı bulaştırılmış battaniyeleri Kızılderililere hediye etmiştir. Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar, düşman at ve sığırlarına gizlice şarbon ve ruam hastalıklarını bulaştırdı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Mançurya bölgesinde Japonlar veba mikrobu taşıyan pirelerle dolu pirinci uçaklardan attı. Pirinci yiyen fareler bölgede vebayı yaydı.



GeçtiÄŸimiz günlerde Çin’in Vuhan kentinde yeni bir tür virüs ortaya çıktı. 2019-nCoV’ olarak adlandırılan virüs, yaygın olarak Corona virüsü adıyla bilinmekte. Virüs, bulaÅŸtığı kiÅŸilerde akut solunum yolu enfeksiyonu meydana getirerek ölümcül bir durum meydana getirmekte. Birkaç hafta içerisinde hızla yayılan ölümcül virüse, Çin’in dışındaki ülkelerde de rastlanmaya baÅŸlayınca durum küresel bir panik halini aldı. Fakat insanların aklını kurcalayan konu bu ölümcül virüsün bir doÄŸal afet mi yoksa biyolojik silah mı olduÄŸu. Elbette önümüzdeki süreçte bu durum açıklığa kavuÅŸacaktır. Ama ÅŸimdilik bir muamma.

Fakat bildiÄŸimiz bir ÅŸey varsa o da tarih biliminin bize insanoÄŸlunun bu tarz durumlara muhatap olduÄŸunu net bir ÅŸekilde söylemesi.
 
İnsanlık karabasanı
 
 
Corona virüsünün henüz meydanda olmadığı 14. yüzyılda Kırım’dan Ä°talya’nın Messina Limanı’na yaklaÅŸan on iki gemi, gıcırdayan tahtalarıyla âdeta gelecek yıllardaki felaketin yasıyla inliyor gibiydiler. Zira bu Ceneviz gemileri her zamankinden farklı olarak yalnızca ticari metalar deÄŸil, Avrupa’nın üçte birini öldürecek veba mikrobunu da taşıyorlardı.
 
Hastalık korkunçtu. Tıbbın Yersina Pestis dediÄŸi ama “Kara Ölüm” diye nam bulmuÅŸ bu illete tutulanlar; boyun, kasık ve koltuk altlarında oluÅŸan hıyarcık biçiminde ÅŸiÅŸlikler ve kan kusma gibi belirtilerle bir iki gün içinde ölüyorlardı. Dönemin tıp bilgisinin yetersizliÄŸi de felaketi ikiye katlıyordu. Hastalık, MoÄŸolistan’da baÅŸlamış, Çin’i kasıp kavurduktan ve nüfusunu yarıya indirdikten sonra Orta Asya’nın üç yüz göçebe boyunu yok etmiÅŸ ve Kırım’a ulaÅŸmıştı. Kırım’da da seksen beÅŸ bin kiÅŸiyi yutarak Cenevizliler aracılığıyla Avrupa’ya ve Mısır’a kolunu uzatmıştı. Hastalığın Avrupa’da ilk çarptığı yer Ä°talya oldu. Oradan Fransa, Almanya, Ä°ngiltere’ye sıçradı. Ancak 1352’de Kara Ölüm Moskova’da hızını kesti.
 
Dünya veba ile öyle sarsılmıştı ki herkes artık dünyanın sonunun geldiÄŸini düÅŸünüyordu. Vebanın ilerleyiÅŸi alınan tüm tedbirlere karşı durdurulamamış ve kim hastalığa temas ettiyse ölmüÅŸtü. Ä°talya’da durum o hâle gelmiÅŸti ki Decameron adlı eserin yazarı Giovanni Boccaccio’ya göre, kimse kimseyi tanımaz olmuÅŸ, cenazeler sokaklardan kaldırılamaz olmuÅŸtu.
 
Müezzin bulunamıyordu
 
Aynı asırda veba, Müslüman toplumlara da bulaÅŸmıştı. Mısır ve Suriye vebadan aynı sert silleyi yedi. Buhayre gibi bazı kentlerde vergi verecek insan kalmamıştı. Camiler toplu cenaze namazları için dolup taşıyordu. Öyle ki günde bine yakın insanın öldüÄŸü kentlerde, neredeyse ezan okuyacak müezzin bile bulunamıyordu.
 
14. asrın bu doÄŸal felaketini kimse unutmadı. Ä°nsanlık hızla yayılan belalara bu nedenle hep: Çağın vebası adını verdi.
 
Gerçi veba doÄŸal yollarla ortaya çıkmıştı ama o dönem Avrupa’sında bazıları bunun bir biyolojik saldırı olduÄŸu kanaatine varmıştı. Böyle düÅŸünenlere göre mikrobu Yahudiler yaymıştı. Zaten ölümün kol gezmesiyle oluÅŸan sinir bozukluÄŸu kimilerinin kontrolden çıkmasına neden oldu ve bazı gruplar “Bu illeti bilerek Yahudiler yaydı!” diyerek nerede Yahudi gördülerse saldırıp katletmeye baÅŸladılar.
 
Ä°spanyol Gribi
 
 
Bir Sırp militanın Avusturya-Macaristan veliahdını öldürmesiyle dünya dört yıl sürecek bir genel savaÅŸa sürüklenmiÅŸti. Cephelerdeki mitralyöz ateÅŸinin insanları biçmesi yetmezmiÅŸ gibi tam bu demde insanlığın başına bir de salgın hastalık musallat olmuÅŸtu.
 
Bilim insanlarının iddiasına göre Ä°spanyol Gribi virüsü, su kuÅŸlarını etkileyen bir virüsün mutasyona uÄŸraması sonucu ortaya çıkmıştı. Ä°spanyol Gribi, klasik grip salgınlarından elli kat daha ölümcüldü.
 
Hastalığa yakalananların derisi mavimsi bir renge bürünüyor ve pek çok kiÅŸi ilk belirtilerden sonra kırk sekiz saat içinde boÄŸularak hayatını kaybediyordu. Yapılan otopsilerde hastaların akciÄŸerlerinin kanla veya sıvıyla dolduÄŸu görülüyordu.
 
Tahminlere göre bu hastalık tüm dünyada elli ile yüz milyon arası kiÅŸinin ölümüne neden olmuÅŸtu. Ama kimse bunun bir biyolojik saldırı olduÄŸundan kuÅŸkulanmadı. Apaçık bir doÄŸal afetti.
 
Ä°lk mucidi Hititler
 
Biyolojik silahın ilk mucitleri Antik ÇaÄŸ’a kadar uzanmaktadır. Tarihçiler bu dönemde mikropların bir silah olarak kullanmayı ilk olarak Hititlerin akıl ettiÄŸini iddia ederler. Hititlerin en büyük rakibi Mısırlılara ait belgelerde Hititlilerin KadeÅŸ Savaşı esnasında vebalı hastaları casus olarak Mısır’a gönderdikleri ve birçok Mısırlının bu yüzden hayatını kaybettiÄŸi söylenir. Yine Antik çağın en ünlü hükümdarı Büyük Ä°skender’in de Perslere karşı savaşırken Ä°ran ordularının üzerine ölmekte olan hastalıklı insanları gönderdiÄŸi söylenir.
 
Bunun daha ilginç bir örneÄŸi ise Kartacalıların kullandığı bir taktiktir. M.Ö. 184 yılında Hannibal komutasındaki Kartacalılar Bergamalılar ile savaÅŸlarında biyolojik silah olarak yılanlardan yararlanmışlardı. Hannibal’in emriyle içi “her çeÅŸit zehirli yılanla” dolu toprak kaplar Bergama gemilerine fırlatmışlar, önce düÅŸmanlarının fırlattıklarını eÄŸlenceli bulan Bergamalılar, ikinci bir düÅŸmanla daha baÅŸ etmek zorunda olduklarını kısa sürede anlamışlardı.
 
Orta ÇaÄŸ’a gelindiÄŸindeyse biyolojik silahı daha sistemli kullananlar MoÄŸollar olmuÅŸtu. 13. yüzyılda baÅŸlayan MoÄŸol istilasından korunmak için ülkeler, maharetli MoÄŸol süvarilerine karşı kendilerini kalelerin duvarları ardına saklamışlardı. Ağırlıklı olarak hızlı süvari birliklerinden oluÅŸan MoÄŸol orduları kendilerinin hızını kesen bu savunma yöntemine karşı acımasız bir çözüm yolu üretmiÅŸlerdi.
 
MoÄŸollar kuÅŸattıkları ÅŸehirlerin içine mancınıklarla vebadan ölen askerleri ya da mezarlıktaki ölüleri fırlatmışlardı. Böylelikle zaten kapana kısılmış ÅŸehir ahalisi arasında veba hastalığı hızlı bir ÅŸekilde yayılmış ve ÅŸehirler MoÄŸollara boyun eÄŸmiÅŸti.
 
Bunun en bilindik örneÄŸiyse Kırım Kalesi’nin alınmasıydı. Kaleyi kuÅŸatan Batu Han, kalenin saÄŸlam konumu nedeniyle üç ay boyunca kaleyi alamamıştı. Bunun üzerine Batu Han, kale önünde çaresizce beklemektense biyolojik silah kozuna baÅŸvurmuÅŸtu. Åžehre mancınıklarla fırlattığı vebalı ölüler kaleye büyük bir hastalık yaymış böylece kale tek bir MoÄŸol askeri ölmeden alınmıştı.
 
Silah olarak battaniye
 
 
Biyolojik silah kullanılması konusunda tarihte en acımasız taktiÄŸi ise Batılılar uygulamıştı. Tarihçiler 1763 yılını biyolojik silah kullanımında yeni bir aÅŸamanın baÅŸlangıcı saymaktalar. Çünkü bu tarihte bölgeyi kolonileÅŸtirmek için Kuzey Amerika’da bulunan Ä°ngiliz Kraliyet Kuvvetleri’nin komutanı olan Sir Jeffrey Amherst, Fransızlara sadık kalan Kızılderililerden intikam almak için ÅŸeytanî bir plan yapmıştı. Amherst’e çiçek hastalığı bulaÅŸtırılmış battaniyeler fikrini veren de astı Albay Henry Bouquet idi. Albay Henry Bouquet 13 Temmuz 1763 tarihli mektubunda planı ÅŸöyle anlatmıştı:
 
- Kızılderililer’i, onları hastalandırabilecek battaniyelerle aşılamayı deneyeceÄŸim. Bu zararlıları topyekûn imha etmek ve uzaklaÅŸtırmakta hayli etkili olacaktır.
 
Sir Jeffrey Amherst ise plandan heyecanlanmış biçimde mektuba ÅŸöyle cevap vermiÅŸti:
 
- Kızılderililere, bu aÅŸağılık ırkı topyekûn imha etmeye yarayan bütün diÄŸer metotlar kadar iyi olan battaniye ile mikrop bulaÅŸtırmayı denemekle çok iyi yaparsınız.
 
Böylece kolonizasyon politikasına en büyük tehlike olarak gördüÄŸü yerlilerin sayısını azaltmak için, onlara hastanelerde çiçek hastalarının üzerine örtülen battaniyeleri hediye olarak gönderilmiÅŸti. Ä°nsanî yardım görünümlü bu biyolojik saldırı etkisini göstermiÅŸ, olaydan kısa bir süre sonra Ohio nehri vadisindeki çeÅŸitli Kızılderili kabilelerinde çiçek salgınları ortaya çıkmıştı.
 
20. yüzyıl mikropları
 
20. yüzyılda Ä°spanyol Gribi insanları bir gök ekini gibi biçerken, bilim insanları da boÅŸ durmamış, düÅŸmanlarını yok edecek biyolojik silahlar üzerinde çalışmışlardı.
 
Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar, düÅŸman at ve sığırlarına gizlice ÅŸarbon ve ruam hastalıklarını bulaÅŸtırdı. Yine Almanların Ruslara karşı 1915 yılında veba kullandıkları ve Ä°talya’ya karşı kolera kullanma giriÅŸimde bulunduklarına dair raporlardan da bahsedilmektedir.
 
Ä°kinci Dünya Savaşı sürecinde özellikle 1932 ve 1945 yılları arasında Japonya da biyolojik silah çalışmaları yapmıştı. Japonların üzerinde araÅŸtırma yaptıkları on binin üstünde savaÅŸ esirinin ÅŸarbon, menenjit, kolera ve vebadan ölmesine sebep oldukları söylenir. Japonya’nın Çin’i iÅŸgal sürecinde suların ve gıda kaynaklarının biyolojik ajanlarla kirletilmesi, bakteri içerikli bomba atılması gibi yöntemler sıkça kullanılmıştır. Özellikle Mançurya bölgesinde Japonlar tarafından kullanılmış metotlardan birisi de veba mikrobu taşıyan pirelerle dolu pirincin uçaklardan atılması olmuÅŸtur. Bu pirinci yiyen fareler veba mikrobunu taşır hale gelmiÅŸtir. Böylece hastalığın insanlar üstünde geniÅŸ bir coÄŸrafya boyunca yayılması için gerekli koÅŸullar hazırlanmıştır. Milletler Cemiyeti Japonya’nın Mançurya’da gerçekleÅŸtirdiÄŸi bu faaliyetleri araÅŸtırmak için bölgeye bir heyet göndermiÅŸtir.
 
Brusella nasıl oluştu?
 
 
Bu konuda sadece Almanlar ve Japonlar sabıkalı deÄŸildir. Japonya’nın biyolojik savaÅŸ çalışmalarına baÅŸlamasının hemen ardından Amerika BirleÅŸik Devletleri de kendi biyolojik silah programını baÅŸlatmıştır. Almanların ve Japonların bu konudaki “deneyimlerinden yararlanan ABD, SoÄŸuk SavaÅŸ sırasında dünyanın en etkili biyolojik silah deposu haline gelmiÅŸtir. Programda ilk olarak tahıl ürünlerine karşı kullanılacak bitki yok edici mikroplar üzerinde çalışılmıştır. Ardından bu mikroplar ABD tarafından insanlara karşı kullanılmak üzere silaha dönüÅŸtürülmüÅŸ hayvanları da hasta eden Brusella bakterisi böyle oluÅŸmuÅŸtur.
 
2. Dünya Savaşı’ndan sonra yaÅŸanan SoÄŸuk SavaÅŸ döneminde SSCB’de de nükleer, kimyasal ve biyolojik silah programları geliÅŸtirilmiÅŸtir. Bu kapsamda Sovyetler BirliÄŸi ÅŸarbon ve çiçek virüsü gibi mikrop-ajanlar üreterek geniÅŸ çaplı bir biyolojik silah programına sahip olmuÅŸtur. Böylece Kızıl Ordu, çiçek virüsü taşıyan bombalar ve kıtalararası balistik füzeleri de elinde bulundurmuÅŸtur. Anlaşılan o ki insanlığın mikroplarla imtihanı gerek doÄŸal yolla gerek insan eliyle olsun bitecek gibi görünmemekte. 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.