Sosyal Medya

İbrahim Tenekeci'nin arşivinden: Memleketin şairinde derman kaldı mı?

Hem çizgilerini, hem çizgisini beğenerek takip ettiğim Osman Turhan, yaşadığımız kavga ve gürültünün en önemli sebeplerinden birinin, memleketteki şair yetersizliği olduğunu söyledi, yazdı.



Yanılmıyorsam aynı gün, Yeni Şafak yazarlarından Ali Nur Kutlu da şu soruyu sordu: ''Bu ülkenin şairleri nerede?''
 
Bu, elbette, bir yoklama sorusu değildi. İslam dünyasında onca mezalim ve haksızlık olurken, şairlerimizin ''çiçekli-böcekli'' metinler yazdığına dair bir sitemdi sadece. Evvela şunu söylemek isterim: Çiçek-böcek diye küçümsediğimiz için, topraktan, tabiattan, fanilik duygusundan koptuk; dolayısıyla merhametten, insaftan, sadelikten uzaklaştık. Acımasızlığımızın bir nedeni de budur. Evet, dünyanın dibi içimize çöktü. Zihnimiz ve ilişkilerimiz, adeta, çarpık yapılaşmaya döndü.
 
Kalbimizi biraz açarsak, üzgünlüğümüz ve şaşkınlığımız ortaya çıkar. Demem o ki, ülkenin şairlerinde derman bırakmadılar. Onlara, ancak küçük alanlarda hayatlarını ve sözlerini sürdürme imkânı tanıdılar. Ölmeyecek kadar. Gazetelerde, reklam gelince ilk feda edilenin kültür-sanat sayfası olması gibi.
 
Konuşmalarını şiirlerle süsleyen siyasetçiler, mesela Başbakan Erdoğan, bir kez olsun şairlerin görüşlerine başvurmuş mudur? Memleketimiz sıkıntılı günlerden geçerken, istişare için yapılan o son toplantıya, ortak kabul görmüş bir şair davet edilmiş midir? Diyeceksiniz ki, şairin orada ne işi var? Birileri de diyor ki, şairler bu işlerden ne anlar?
 
Bu topraklarda, kabul edelim veya etmeyelim, şiir ile düşünce birlikte yürümüştür, ilerlemiştir. Her iyi şair, aynı zamanda, esaslı bir düşünürdür. Yunus Emre, Mehmet Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, İsmet Özel gibi isimleri kıymetli yapan, sadece şiirleri değildir. Düşünceleri, tavırları ve duruşları da şiirlerine dahildir. Namık Kemal ve Ziya Gökalp''i de unutmayalım.
 
İşte bu düşünceden, tavırdan, duruştan, hatta edadan çekinenler çoktur. Çünkü hakiki şairler, menfaat ilişkisine girmezler. Her şeye ''peki'' demezler. Amigo olamazlar. Namuslu bir hakem gibi, gördüklerini çalarlar. Bu arada, gördüklerini çalmak ile gördüklerini çalmak arasında çok büyük fark olduğunu da belirtelim.
 
Biraz da biz öfkelenelim. Parti kurduğu için Sezai Karakoç''a kız, İsmet Özel''in sesini kısmaya çalış; onca olay karşısında bir kez olsun edebiyatçılardan görüş alma, sonra da ''şairler nerede'' diye sitem et. Ortaya çıktılar diyelim, seslerine ve sözlerine hakkıyla yer verilecek mi? Bugüne kadar verilmiş mi?
 
***
 
Şu sıralar, ''itibarsızlaştırma'' kelimesi / kavramı çok sık kullanılıyor. İktidar partisini, falanca şahsiyeti yahut filanca kurumu itibarsızlaştırmaya çalışmak vs. Acı ama gerçek, ülkemizde bunu ilk yaşayan şairlerdir.
 
Dönüp baktığımızda, Osmanlıdan geriye, esas itibariyle üç şeyin kaldığını görüyoruz: Camiler, padişahlar ve şairler. Birçok padişahın şiir de yazdığını düşünürsek, camiler ve şairler diyebiliriz. Yani, din ve şiir. Milletimizin o uzun yürüyüşünde, mücadelesinde ve bu toprakların İslamlaşmasında, şiirin rolü gerçekten de büyüktür.
 
Cumhuriyet idaresinin ilk müdahale ettiği, bozma teşebbüsünde bulunduğu yerler, işte buralardır. Kadrolu ''şairlerin'' yaptıkları ve yazdıkları da ayrıca ortadadır. ''Çankaya bize yeter'' gibi. Öte yandan, otuzlu yıllardan itibaren, ''şiir öldü, ölüyor'' diye dosyalar düzenlenmiş, yazılar yazılmıştır. Örnekleri çoktur. Buna rağmen, Türk milleti ve şiiri, onlarca kıymetli şair yetiştirmesini bilmiştir. Bugün konuştuklarımız, okuduklarımız, hep onlardır. İlginç olan şu ki, aynı tartışmalar yahut görüşler, şimdi de devam etmektedir.
 
Devam eden olumsuzluklardan biri de, şairlere reva görülen muameledir. Onları dışlamak, güvenilmez ve sakıncalı insanlar olarak görmek, ne yapsa yeridir diye bakmak. Şiir yazdığını söyleyenleri alaysı bir yüz ifadesiyle karşılamak. Sonra, birkaç istisna hariç, yayınevlerimizin şiire karşı tutumu. Yine, büyük fedakârlıklarla çıkarılan edebiyat dergilerinin neredeyse yok hükmünde sayılması. Gündemle yahut mühim bir gelişmeyle ilgili fikir beyan eden şairlere ''sen sadece şiir yaz'' diye çıkışılması. Fakat ne yapılırsa yapılsın, şiir ölmez. Yeryüzünde son insan kalana kadar yaşar, yaşayacaktır.
 
***
 
Tekrar başa dönelim ve şiire gelelim.
 
Mavi Marmara, gemileri tekrar karadan yürütme, dağlardan aşırma denemesiydi. Biz orada deniz görmedik. Alper Gencer''in bu çabayla ilgili iyi bir şiirini hatırlıyorum.
 
Lozan Antlaşması, ülkemizi koşu bandına mahkûm etmiştir. Seksen yıllık yürüyüşün özeti budur. Çok sayıda şairimiz, anlayanlar için, işte bu durumun şiirini / yazısını yazmış, insanımızı uyandırmaya çalışmıştır.
 
Malazgirt''ten bu yana, kolay günümüz olmamıştır. Bu topraklarda, zamanlama, her daim manidardır. Yahya Kemal''den İsmet Özel''e kadar, üstatlarımızın yazdıkları, bu konuda bizi hep uyarmıştır.
 
Adem Turan''ın Gazze şiirlerini bir araya getirdiği çalışmasında yetmiş iki şair vardır. Ve birbirinden dokunaklı, derinlikli şiirler. (Şairlerin Gazze''si, İlke Yayıncılık, 2009) İnanıyorum ki, o vahşet, gazete ve televizyon haberleriyle, köşe yazılarıyla değil, bu şiirlerle anılacaktır, yaşayacaktır.
 
Cevat Akkanat''ın özel çabalarıyla yayınlanan Daima Rabia isimli şiir antolojisini de mutlaka hatırlatalım. (Sultanbeyli Belediyesi, 2013) Aralarında Arif Ay, Cahit Koytak, Metin Önal Mengüşoğlu, Müştehir Karakaya ve Nurettin Durman''ın da olduğu kırk şairin Mısır direnişi için yazdığı şiirler.
 
Eminim ki, Suriye şiirleri de birikiyordur, yakında kitap halinde yayınlanacaktır. Edebiyat dergilerini tam manasıyla takip etmediğimiz için, bu şiirlerle karşılaşma imkânımız pek olmuyor.
 
Demem o ki, görmek, okumak, dinlemek ve paylaşmak için, yeterli sayıda şiir ve şair vardır. Yazılanlar tesir etmiyorsa eğer, sadece yazana değil, okuyana da bakmak gerekir.
 
Uzun sözün kısası: Yorgunuz, fakat ümitsiz değiliz.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.