Sosyal Medya

Kitaplarda Okuduklarımızı Unutuyorsak Hâlâ Neden Okumalıyız?

Madem kitaplardan okuduklarımızı zamanla unutuyoruz o halde niye hala kitap okumalıyız?



Iowa eyaletinin Ames kentinde yayınlanan yerel “Ames Daily Tribune” gazetesinin köÅŸe yazarı Rod Riggs, hızlı okuma kurslarının yayılmaya baÅŸladığı 60’lı yılların ortasında, bir arkadaşının bu kurslardan birine gittiÄŸini yazacak ve ÅŸu ÅŸakayı yapacaktı;
 
‘’Tolstoy’un SavaÅŸ ve Barış romanını 20 dakikada bitirmiÅŸ. Rusya hakkındaymış kitap’’. 
 
Yönetmen Woody Allen’ın, ‘Parayı Al ve Kaç’ filminde bir sahnede kullandığı replikle daha da ünlendi bu ÅŸaka. 1300 sayfalık bir romanı okumuÅŸ birinin sonradan romandan aktarabildiÄŸi tek bilgi, konusunun Rusya’da geçtiÄŸiydi. 
 
Bu ÅŸaka, bir hata olarak, sadece hızlı veya yüzeysel okumanın bir sonucu olarak kullanılageldi. Ama sorun bundan biraz daha derin.
 
Rusya’nın üç aristokrat ailesinin Napolyon SavaÅŸları dönemindeki öyküleri üzerine kurulmuÅŸ bu görkemli romanın ilk bölümünde karakterleri tanıma sürecini baÅŸarıyla geçen ve yine bu tür okurların çoÄŸunun deneyimlediÄŸi gibi ‘hiç bitmesin’ isteyerek okuyan bir okura da birkaç ay sonra sorduÄŸunuzda vereceÄŸi bilgiler, Riggs’in ‘hızlı okuyabilen’ arkadaşının yanıtından çok fazla uzun olmayabilir. 
 
Peki sadece ‘tuÄŸla kalınlığında’ kitaplarla ilgili bir sorun mu bu? 
 
Geçen yıl okuduÄŸunuz birkaç kitabı düÅŸünün. Neler hatırlıyorsunuz? Veya bu kitaplarda okuduklarınızla ilgili ne kadar ÅŸey anlatabilirsiniz? 
 
KiÅŸiden kiÅŸiye, ilgiden ilgiye deÄŸiÅŸebilir bunun yanıtı ama deÄŸiÅŸmeyen ÅŸey hep ÅŸu olacak; Bazı istisnalar olabilmekle birlikte, neredeyse hiçbirimiz, okuduÄŸumuz kitaplardan, sandığımız kadar ÅŸey hatırlamıyoruz.
 
Okuduklarımızın çoÄŸunu unutuyoruz. Bu gerçekle yüzleÅŸtiÄŸimiz anlarımızda ise, ortamlarda okuduÄŸumuz bir kitabın bahsi açıldığında küçük düÅŸmekten beyin saÄŸlığımızla ilgili endiÅŸelere kadar uzanan geniÅŸ bir yelpazede sonuçlar bizi bekliyor.
 
Tıpkı, New Yorker dergisinden Ian Crouch’un yaÅŸadıkları gibi… 
 
2013 Mayıs’ında dergide yayınlanan ‘OkuduÄŸumuzu Unutma Laneti’ yazısında, bir arkadaşının, Richard Hughes’ın, 1929’da yazdığı “Jamaika’da Bir Fırtına” adlı romanını ona hararetle tavsiye ettiÄŸini aktarıyor Crouch… Aynı günlerde birkaç kiÅŸiden daha olumlu eleÅŸtiriler duyunca, hemen internetten sipariÅŸ verir. Birkaç hafta sonra eline geçtiÄŸinde de hemen hevesle okumaya koyulur. Ä°lk sayfada yaÅŸamaya baÅŸladığı ÅŸüphe, beÅŸinci sayfaya ulaÅŸtığında tamamen kaybolur. Artık emindir; Bu romanı daha önce okumuÅŸtur. Hem, çok deÄŸil 3 yıl kadar önce… Hem de yine bir arkadaşının hararetli tavsiyesi üzerine…
 
Crouch bu ÅŸaÅŸkınlığın tetiklediÄŸi ‘acaba diÄŸer kitaplardan da unuttuklarım var mı’ endiÅŸesi yüklü bir merakla hemen kütüphanesine göz gezdirmeye baÅŸlar. Her kitaba baktığında, “Jamaika’da Bir Fırtına” romanı gibi ‘kitabı okuduÄŸunu bile unutmaktan’ biraz farklı dozlarda da olsa ‘unutmalarıyla’ yüzleÅŸir:  
 
‘’Raflardaki kitapların sırtları genelde tanıdık geliyor. Kitapların isimleri ve baÅŸlıkları, bazılarının karakterlerini, bazılarının da kabaca olay örgüsünü hatırlatıyor. Sıklıkla da o kitabın bende uyandırdığı temel modu veya hissi… Ama rafta dizili olanları veya okuyup da kütüphanelere geri iade ettiÄŸim, dağıttığım, elden çıkardığım diÄŸer yüzlerce kitabın çoÄŸu, benim için, unutmalarımın büyükçe bir kataloÄŸu haline gelmiÅŸ meÄŸer…’’ 
 
Ä°yi bir kitap okuru olan Crouch bu noktada ‘gerçekten kitap okumayı seven bir insan mıyım?’ diye kimliÄŸinden ÅŸüphe duymaya baÅŸlar. Bu endiÅŸeli merakla boÄŸuÅŸtuÄŸu günlerde imdadına, bir okumada denk geldiÄŸi, Ä°ngiliz ÅŸair Siegfried Sassoon’ın ÅŸu tespiti yetiÅŸir;  
 
‘’Ä°nsan olmanın kaçınılmazlığıyla, okuduklarımızın çok azını hatırlarız. OkuduÄŸumuz her kitabı ikinci kez okumak, bize yazarın anlattığı neredeyse her ÅŸeyi unuttuÄŸumuzu hatırlatacaktır. Okumayı bitirip de bir öyküden ve öykücüsünden ayrıldığımızda, her geçen an biraz daha solan bir izlenim kalır sadece bizde. Ve sonra yazar, kitabını, ait olduÄŸu yere, koltuÄŸunun altına alarak, bizden tamamen uzaklaşır.’’ 
 
Benzeri bir sorunu, New York Times gazetesinin kitap ekinin yayın yönetmeni Pamela Paul’un yaÅŸadığını da Atlantic dergisine verdiÄŸi bir röportajdan anlıyoruz;
 
‘’OkuduÄŸum kitapları nerede okuduÄŸumu, kapaklarını, hatta kitabı nereden edindiÄŸimi bile hatırlıyorum. Hatırlamadığım ise, o kitabın geri kalan her ÅŸeyi…’’
 
Aynı itirafında Paul, güncel bir örnek de veriyor; ‘’Walter Isaacson’un Benjamin Franklin biyografisini okudum yakınlarda. Okurken Amerikan devriminin kronolojisini de öÄŸrendim… Åžu anda, yani kitabı bitirdikten iki gün sonra, Amerikan devriminin kronolojisini sorsan büyük olasılıkla sana doÄŸru ÅŸekilde anlatamam’’.
 
Romancı James Collins de New York Times’ta 2010 yılında yayınlanan bir yazısında, uzun süre hep okumayı istediÄŸi halde fırsat bulamadığı bir kitaba, doÄŸa sporları yapmak için gittiÄŸi bir tatilde tesadüf ediÅŸini anlatıyor. Tarihçi Allen Weinstein’ın ‘Adaleti Yanıltmak’ kitabını, kaldığı mekana kapanarak, hiç spor yapmama pahasına günlerce elinden düÅŸürmeden okumuÅŸ.
 
Yıllar sonra o günleri hatırlatan bir ortama girdiÄŸinde, yeniden aklına gelir… Kaldığı tatil evini, kitabı ediniÅŸini, okuduÄŸu tatlı anları ve yerleri hatırlamaktadır. Bir türlü hatırlayamadığı ÅŸey ise kitabın içeriÄŸidir. O da, sadece o kitabı deÄŸil geçmiÅŸte okuduÄŸu çoÄŸu kitabın içeriÄŸini hiç hatırlamadığını böyle fark etmeye baÅŸlar…‘’Kitapların firari içeriÄŸi, ışığın bir camdan geçmesi gibi, gibi zihnimizin ruhumuzun içinden geçip gidiyor’’ diye hayıflanıyor yazısında Collins.    
 
Bilgisayar bilimci ve yazar Paul Graham ise, blogundaki bir yazısında, Villehardouin’in Dördüncü Haçlı Seferini anlatan tarih klasiÄŸini 2-3 kez okuduÄŸunu ancak kendisine kitapta anlatılanları yazması istense vereceÄŸi bilgilerin 1 sayfayı bile geçemeyeceÄŸini itiraf ediyor. 
 
Ä°ngiliz yazar C.D. Rose da Electric Literature’deki bir yazısında, çocukken ilk kütüphane deneyiminde okuyup muazzam derecede etkilendiÄŸi bir kitabın izini sürüÅŸünü anlatıyor. Kitabın kapağının kırmızı olduÄŸunu hatırlıyor. Öyküdeki bazı sahneleri hatırlıyor. Ama ne öykünün kendisi, ne karakterlerin ismi, ne kitabın adı ve ne de yazarın kimliÄŸi hakkında hiçbir ÅŸey hatırlamıyor.  
 
Elbette bu sorunun insan beyninin iÅŸleme sistemine ve hafıza kapasitesine bakan bir yönü var. Üstelik daha kadim çaÄŸlarda bunun ‘kehaneti’nde bulunan da olmuÅŸ.
 
Sokrates, genç aristokrat Phaedrus ile sohbetinde, Mısır’ın bilgelik tanrısı Thoth’un alfabeyi icat etmesiyle ilgili bir kıssa anlatır. Plato’nun, ‘Diyaloglar’ında kaydedilen bu sohbette aktarılan kıssaya göre, Firavun Thamus, Tanrı Thoth’a icadından dolayı çıkışır; ‘’Senin bu keÅŸfin, hafızalarını artık kullanmayacakları için öÄŸrencilerin unutmasını netice verecek. Artık, harici bir takım sembollere baÄŸlı olacaklar, anımsamayacaklar’’. 
 
Sözlü geleneÄŸin sıkı bir savunucusu olan Sokrates ve Plato’nun, iddialarını desteklemek için aktardıkları bu kıssayı, binlerce yıl sonra bilmemizin biricik sebebinin ‘yazıya dökülmüÅŸ’ olması elbette ironik. Ama türümüzün hafıza kültüründe tarih boyunca pey der pey bir erozyon yaÅŸadığı da bir gerçek.
 
Tarih boyunca bazı öyküler, bazı bilgiler de sözlü gelenekle binlerce yıl kuÅŸaktan kuÅŸaÄŸa aktarılabildi. Çağımızda ise, bırakın 10 yıl öncesini, bırakın geçen ayı, geçen hafta hararetle konuÅŸtuklarımızı, okuduklarımızı, duyduklarımızı unutan bir türe dönüÅŸtük.  
 
Ä°nternet ile birlikte farklı bir boyut yaÅŸadığımız da gerçek. Ä°nternet, bir çoÄŸumuz için beynimizin ‘harici diski’ haline gelmiÅŸ durumda. Gerçi, Wired dergisinden Clive Thompsongibi bunun yararlarına inananlar da var.
 
Thompson silikon hafızanın unutma sorununun aşılmasında çok önemli rol oynayacağına ve ‘tefekküre’ büyük bir imkan yaratacağına inanıyor. Bu düÅŸüncedekiler, sadece alfabenin icadında deÄŸil, matbaanın icadı döneminde de benzeri bir tartışmanın yükseldiÄŸini hatırlatıyorlar. 
 
Ä°nternetin genel olarak hafıza kültürümüzü, düÅŸünce yöntemlerimizi nasıl ÅŸekillendirmekte olduÄŸunu henüz bilmiyoruz ama kitaplarda okuduklarını unutma sorununun farkına varan her okurun yüzleÅŸmek zorunda olduÄŸu yakıcı soruyu biliyoruz: 
 
Madem kitaplardan okuduklarımızı zamanla unutuyoruz o halde niye hala kitap okumalıyız? 
Hepimizin, keyiften, bir konu veya kiÅŸiyi daha yakından tanımaya uzanan farklı okuma gerekçeleri olabilir. Özellikle roman veya edebiyat okumaları için ‘keyif’ ve ‘haz’ açıklaması bir yere kadar iÅŸ görebilir. Ama denemeler, araÅŸtırma kitapları, bilimsel kitaplar, biyografiler, tarih kitapları ve benzeri kurgu-dışı kitapları okumak çoÄŸu zaman ‘zahmet’, ‘emek’, ‘okuma iradesi’ isteyen bir iÅŸ. 
 
Kitap okumak elbette en önemli bilgilenme araçlarından biridir ama kitap okumanın en öncelikli amacı da malumatfuruÅŸluk yapmak için ‘bilgi istiflemek’ deÄŸildir. Öyle olsaydı, Ä°ngilizce gibi engin bir okuma evreninde yaşıyorsanız sadece Wikipedia okumak veya maalesef günümüz Türkçesi gibi bilgi üretimi açısından son derece kısırlaÅŸmış bir evrende yaşıyorsanız Twitter’da Tweet zincirleri okumak yeterdi. (Bu arada, çok kapsamlı konuları bile ortalama 10 cümlede anlatan bu Twitter serilerinin ‘bilgi seli’ olarak adlandırılması bile Türkçe bilgi evreninin günümüzdeki kuraklığı hakkında bir alarm belki de). 
 
Sığ ve basit okumalardan farklı olarak, kitap okumak, bir kiÅŸi, bir konu, bir olay veya bir öyküye zamansal, mekânsal, fikirsel ve ruhsal olarak derin ve farklı bakış olanağı sunar. Her konunun, kiÅŸinin, yerin, öykünün, olayın nüansları olduÄŸu gerçeÄŸine farkındalık yaratır. Bu da en baÅŸta bizi, esasında bir ergen hastalığı olan, üstünkörü yaklaşımlarla, ezbere ÅŸablonlarla, yaftalarla kestirip atan, ‘her ÅŸeyi bilen’, sinik, uzlaşılmaz ve köÅŸeli bir karakter olmaktan çıkarıp her ÅŸeyi anlama çabası gösteren olgun bir insan olmaya evriltir… 
 
Ä°nsanda baÅŸkalarına ÅŸefkat ve empati, bir baÅŸka insanla aynı ortamda olmanın otomatik olarak tetiklediÄŸi bir refleks deÄŸil. Bir toplumun en sığ bireyleri, arkadaÅŸlarına, akrabalarına ve çocuklara empatik yaklaÅŸabilirken, uzak komÅŸularına, deri rengi-kıyafeti-sosyal tercihleri kendisine benzemeyenlere, yabancılara ve diÄŸer kimliklerden olanlara empati kurmaya yanaÅŸmaz. Bu aslında, tarihin büyük bölümünde, kaba ve sığ olmayan bireyler için de yaygın ve genel yaklaşımdı. Ancak son 200 yılda radikal ÅŸekilde olumlu yönde deÄŸiÅŸmeye baÅŸladı.
 
Son 200 yılda ne oldu da insan türünün empati dairesi geniÅŸlemeye baÅŸladı? 
 
Biyoetik profesörü ve ahlak filozofu Peter Singer’ın ‘GeniÅŸleyen Daire’ kitabında bu soruya bulduÄŸu en önemli yanıt, ‘edebiyatın kitleselleÅŸmesi’dir. 
 
Gazeteci Janan Ganesh de, Financial Times gazetesinde, Martin Amis’in 1989 tarihli romanı London Fields’in, 2018 tarihli aynı adlı film uyarlamasının, kitabın etkileyiciliÄŸinden ve görkeminden neden çok uzak olduÄŸunu sorguladığı yazısında, buna dikkat çekiyor.
 
Bu aslında film uyarlaması yapılan bir çok büyük romanın maruz kaldığı genel bir sorun. Ganesh, romanın yazarı Martin Amis’in The Guardian gazetesine bir röportajında sarf ettiÄŸi ‘’film gözle görüleni roman ise insanın iç dünyasını yansıtır’’ sözünü aktararak devam ediyor; ‘’Kitap bize karakterlerin ne düÅŸündüÄŸünü, ne hissettiÄŸini yansıtır; film ise ne yaptıklarını…’’. Hiçbir film, karakterlerin iç dünyasını 200 bin kelimelik bir roman kadar yansıtamaz. 
 
18’nci yüzyılda doÄŸan ‘roman’, önceki çaÄŸlarda azizlerin, kralların, asillerin yaÅŸam ve kahramanlıklarıyla sınırlı öykücülüÄŸü, sıradaki insanın öykülerine doÄŸru geri dönülmez ÅŸekilde geniÅŸletti. Bu da dar yaÅŸam çevremizin dışında kalan sıradan insanlara da empatiyi büyüttü.
 
ÖrneÄŸin, kadın erkek eÅŸitliÄŸi fikrinin yaygınlaÅŸmasında ve buna erkek desteÄŸinde tarihi eÅŸiÄŸin aşılmasında, kadın kahramanların tahammül edilemez görücü evlilikleri, hane içi ÅŸiddeti veya olaÄŸanüstü tutkulu gizli aÅŸklarını anlatan romanların rolüne dikkat çekiliyor. 18’nci yüzyılın en önemli romanı kabul edilen Rousseau’nun Julie romanı, okuyan herkeste büyük bir duygusal çalkalanmaya neden olacaktı. Bir çok erkek okur, Rousseau’ya gönderdikleri mektuplarda, kadın kahramanın öyküsünün onları nasıl gözyaÅŸlarına boÄŸduÄŸunu itiraf edeceklerdi.  
 
Ä°nsan uygarlığının güncel krizlerine raÄŸmen tarihsel olarak sürekli iyi yönde geliÅŸtiÄŸini savunan ilericilik akımının sözcülerinden bir olan Harvard Üniversitesi psikoloji profesörü Steven Pinker da, ‘Ä°nsan DoÄŸasının Ä°yi Melekeleri’ kitabında iddiayı Singer’ın bıraktığı yerden alarak daha da açıyor.
 
Ona göre okumak bir ‘açı edinme teknolojisidir’. Bir baÅŸkasının düÅŸünceleri beynimizin içine girdiÄŸinde, dünyaya o insanın perspektifinden de bakabilme olanağı kazanıyoruz. Film izlerken olduÄŸu gibi karaktere dışarıdan bir gözlemle bulunmakla yetinmiyor, onun zihin dünyasının içine girerek, kitap bitene kadar, o oluyoruz. Farklı insanların açılarından bakmayı deneyimledikçe de her ÅŸeye sadece kendi tek dar açısından bakan bir insan olmaktan çıkıyoruz. BaÅŸka kiÅŸilerin de bizimkiyle aynı olmasa da tıpkı bizim gibi ‘birinci tekil’ ve ‘ÅŸimdiki zaman’ sahibi bir bilinç evrenine ve zihinsel varlığa sahip olduÄŸunun farkındalığına eriyoruz. 
 
VaroluÅŸunu, ötekine düÅŸmanlık üzerine kurmuÅŸ kitle hareketlerinin, mutaassıp örgütlerin, üyelerini, kitaplardan, en azından ideolojik çizgide olmayan kitaplardan ve hele hele romanlardan sıkı sıkıya koruma çabasının, okurluÄŸu sürekli aÅŸağılamasının nedeni budur. Ancak ‘dar görüÅŸlü’ biri, ona sunulan ‘herkes bize düÅŸman; biz herkesten özeliz’ baÄŸnazlığını kabullenir.   
 
Ä°yi bir roman, ilk sayfasından itibaren bizi, ‘kendi realitemizden’ çıkararak olasılıklar dünyasında yolculuÄŸa çıkarır. Son sayfada artık aynı kiÅŸi olmayız. Bu yüzden de, bir romanın olay özetini okuyarak, kitabı okuduÄŸunu sanmak büyük cehalettir. 
 
Kitap okumak içsel bir yolculuk olduÄŸu için, iki ayrı okurun aynı kitapta çıkacağı yolculuk da aynı olmayacaktır. Ve yine, kitabı okurken zihinsel ve ruhsal olarak bulunduÄŸumuz düzey, o kitaptan o anki yararlanma ölçümüzü belirler. Tıpkı, kitabı okuduÄŸumuz mekanlardan, okurkenki ruh halimize kadar yığınla etkinin o kitabın bizi deÄŸiÅŸtirme kapasitesini belirlemesi gibi… 
 
Bir kitabı ikinci kez okuduÄŸumuzda ilkinden farklı, yepyeni bir ruhsal ve zihinsel deneyim yaÅŸamamızın nedeni de budur. Hatta bir çok düÅŸünür ve edebiyatçı, bu nedenle klasiklerin ve iyi kitapların birden fazla kez okunması gerektiÄŸini savunur. Nabokov gibi bu konuya fazlasıyla önem verenlere göre ise ‘okur diye bir ÅŸey yoktur’. Nabokov, üniversitelerde verdiÄŸi derslerin notlarından oluÅŸan ‘Edebiyat Dersleri’nde, ‘kitap okuru’ tabirini çok nadiren ve çok gevÅŸek bir anlamda kullandığına vurgu yapar ekler; ‘’Kimse bir kitabı okuyamaz. Ancak sadece yeniden okuyabilir. Gerçek kitap okuru o kitabı yeniden okuyandır’’. 
 
Ä°yi bir kitap bizi, ‘okurken’ yaÅŸadığımız zihinsel ve ruhsal deneyim ile ÅŸekillendirmeye baÅŸlar. Okuduktan yıllar sonra ondan hatırlayacaklarımızla deÄŸil. Dot.com rüzgarında büyük ticari baÅŸarı yakalayan iÅŸ insanı ve yazar Seth Godin, 2007’de yayınlanan ‘The Dip’ kitabında, ‘’20 yıl önce okuduÄŸum bir kitap hayatımı deÄŸiÅŸtirdi. Büyük DüÅŸünmenin Büyüsü diye bir kitaptı. Bugün, kitabın içinden hiçbir ÅŸey hatırlamıyorum. Hatırladığım tek ÅŸey, ‘baÅŸarı’nın ne olduÄŸuyla ilgili bakışımı deÄŸiÅŸtirdiÄŸi…’’ diye yazıyor. 
 
Peki ‘bilim’ ne diyor bu sorunumuza? 
Aslında bilim de edebiyatçılarla ve filozoflarla hemfikir. ‘Okumak’, insanlar için, görmek veya dinlemek gibi doÄŸal bir eylem deÄŸil. Görmek ve dinlemekten farklı olarak okumayı ancak ‘öÄŸrenebilirsek’ yapabiliriz. Okumanın, beynimizin, görme veya dinleme ile aktive olan bölgelerinden farklı bölgelerini aktive etmesinin nedenlerinden biridir bu. 
 
Ä°nsan beyni, biyolojik olarak ‘olmuÅŸ bitmiÅŸ’ sabit bir organ deÄŸil. YetiÅŸkinliÄŸe ulaşınca, beynimizdeki 100 milyar nöron, artık olmaları gereken baÄŸlantı düzeyine ulaşıp aynı düzende çalışmaya baÅŸlamış hale gelmiÅŸ olmuyor. Aksine sinir hücrelerimiz her an eski elektrik baÄŸlantılarını kesip yeni baÄŸlantılar kurmaya devam eder. Nöron ilmeklerinden oluÅŸan zihni kilimimiz sürekli yeni desenler kazanır.
 
Derinlikli bir okumanın dokuyacağı kilim ile, hiçbir düÅŸünme zahmeti içermeyen sığlığın dokuyacağı kilimin kalitesi de aynı olmaz. 
 
James Collins, büyük bir ilgi ile okuduÄŸu ‘Adaleti Yanıltmak’ kitabından hiç bir ÅŸey hatırlamamasını bir türlü hazmedemeyip, okuma – beyin iliÅŸkileri konusundaki uzman nörolog Maryanne Wolf’un kapısını çalmaktan kendini alamadığını yazıyor yazısında. 
 
Proust ve Mürekkep Balığı adlı kitabıyla dünyaca ünlü bir yazar da olan Wolf, rahatlatır Colllins’i…  
 
‘’Ben, senin, o kitabı okuduktan sonra, okumadan öncekinden farklı bir insan olduÄŸuna inanıyorum’’ der Wolf. Ä°nsan beyninin, kiÅŸinin farkında bile olamayacağı muazzamlıkta bir depolama kapasitesi olduÄŸuna dikkat çeker. Hafızamız bu depolardan spesifik bilgileri bulup getirmese de okuduklarımızın hepsi oradadır ve birbirleriyle kurdukları aÄŸlarla bir ÅŸekilde bizim düÅŸünme kapasitemiz üzerinde fonksiyon icra etmeye devam ederler. 
 
Collins, ‘’Yani, okuduklarımın hiçbiri israf olmadı. Zamanımı boÅŸa harcamadım. Bunu mu diyorsun?’’ diye sorar. 
 
‘’Hepsi hala orada’’ der Wolf, ‘’Sen, bütün o okuduklarının özetisin’’. 
 
Cemal Tunçdemir - Matematiksel.org

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.