Sosyal Medya

Güncel

Leyla İpekçi: Ramazan cami avlusunda da, sosyal medyada da bir imgesel tasarım değildir!

Leyla İpekçi- Yeni Şafak



Ramazan’da özellikle sahur öncesi saatlerde, gecenin içinde kendi sesiyle tenhaya çekilen ve yazmakla yaÅŸayan benim gibiler için kelimeler kendi mecazlarıyla birlikte bazen açılıveriyor. Ucundan da olsa. Çok bildiÄŸinizi sandığınız bir kelimeye bambaÅŸka anlamlar vermeye baÅŸlıyorsunuz.
 
Önceki yazımda da belirtmiÅŸtim. Çalışırken televizyonun ekranına gözüm takılıyor arada. Lakin sesi kısık olduÄŸu için sadece alttan geçen haber ÅŸeridine bakmakla bile dünyanın cinneti iç dünyanıza geçiveriyor.
 
19 Mayıs gecesi haber ÅŸeritlerinde sık sık ‘ulusal egemenlik’, ‘kurtuluÅŸ savaşı’, ‘milli mücadele’, ‘bağımsızlık’ gibi sözcükler akıp duruyordu. Fakat ironi ÅŸuradaydı ki, aynı haberin devamında her fırsatta ülkesinin tökezlemesinden memnun olanların yaptıkları, söyledikleri, edip kıldıkları uçuÅŸuyordu. Bir kez daha dikkatimi çekti:
 
Milli mücadele ve ulusal egemenlikten en çok dem vuran yerli milli ve ulusalcı kitle deÄŸil miydi ÅŸimdi ErdoÄŸan ve din düÅŸmanlığı yüzünden ülkenin tökezlemesinden medet umanlar!
 
***
 
Din korkusu ve düÅŸmanlığı bizde Milli Åžef döneminden beri hep kışkırtılmaya müsaittir. AKP nefreti yerleÅŸik hale gelmeden önce -derin operasyonlarla özellikle kışkırtılan 28 Åžubat senaryoları misali- on yıllarca irtica tehdidi ve korku üzerine inÅŸa edilmiÅŸti.
 
2007’deki Cumhuriyet mitingleri dönemini hatırlayın. AKP’nin içerde ve dışarda barış giriÅŸimlerine, AB perspektifine dayanan demokratikleÅŸme ve vesayeti giderme paketlerine, çevre ülkelerle sıfır soruna dayanan politikaları parti kapatmalardan, e-muhtıralara ve Ergenekon için zemin hazırlıklarıyla engelleniyordu.
 
Ki dönem Gezi dönemindeki konjonktürden çok farklı olduÄŸu için, Cumhuriyet mitinglerine katılanların tamamına yakını çaÄŸdaÅŸ, Kemalist, laik kitlelerdi. “Türkiye laiktir laik kalacak” sözleri uçuÅŸuyordu elde kadehlerle. Bu kitleler hem yerli ve bağımsızlık sevdası içindeydiler hem de halkın deÄŸerlerine bu kadar karşı olmayı ve yaÅŸam tarzı dayatmasını tek siyasi söylem olarak kullanmakla bir tür yabancılıktan kurtulamıyorlardı.
 
Lakin bu kitlenin önemli bir özelliÄŸi daha vardı. Türkiye’nin barış yapmasına karşıydılar. PKK adına müzakere yapılmasından filan geçtim, onların temsilcisi bir partinin mecliste olmasına da karşıydılar. Topraklarımızı yabancılar satın alıyor diye, bağımsızlığımız elden gidiyor diye algı kirleten haberlere itibar edip çıldırıyorlardı.
 
Bugünse ‘ÅŸehit’ kelimesini duyduklarında süregelen örtülü savaşı görmeyip din nefretiyle birleÅŸtiriyorlar. Hele ‘ülkenin bekası’ sözünü duyduklarında daha da güçlü biçimde Pkk seviciliÄŸine sarılıyorlar.
 
Ellerinde tuttukları derin yapılar büyük ölçüde tasfiye olurken onlar da devlet düÅŸmanlığında ittifaklar ile tutunmaya çalışıyorlar. Fakat her zaman olduÄŸu gibi kimin eli kimin cebinde belli deÄŸil. Ä°ntikam hırsı, kibir, menfaat, tehdit, ÅŸantaj, pazarlık, kışkırtma, kirli iÅŸbirlikleri vesaire.
 
***
 
Sonraki dönemlerde yeni dönemin sesi daha gür çıkıyordu: “Artık sıra bizde” diyordu bürokraside, kültür sanatta, siyasette, medyada karşılaÅŸtığım muhafazakârlar. Her seferinde onların maÄŸduriyetlerini bilmeme raÄŸmen tedirgin olurdum bu yaklaşımdan.
 
Bir keresinde yüksek sayıda yazar çizer kanaat önderinin davet edildiÄŸi kültür sanat üzerine devlet yetkililerinin bir istiÅŸare toplantısında, bu hırs dolu ve liyakat esasından uzaklaÅŸmaya kapı aralayan yaklaşımı sorunlu bulduÄŸumu duyan bir muhafazakâr, artık sıra bizde tavrının nasıl tahakküm ve kabalaÅŸmaya gitmekte olduÄŸunun canlı örnekliÄŸini yapmış ve beni de azarlamıştı hatta.
 
80 öncesi idealist muhalif solcu kitlenin sonradan liberal ve kapitalist olmak durumunda kalınca tutunduÄŸu deÄŸerlerin nasıl çöktüÄŸüne içerden tanıklık etmiÅŸtim gençliÄŸimde. Aynı tavrın hızla muhafazakâr kesimde de yaÅŸandığını gözlemliyordum. Tabii bu daha baÅŸlangıçtı.
 
2000’li yılların başında Ä°slam’ın kalbine doÄŸru yolculuÄŸum baÅŸladığı sıralarda teravih için Ä°stanbul’un farklı semtlerinde huÅŸu içinde camilere giderdik. Televizyondaki menfaat içerimi az nitelikli manevi programlar gönle hitap edebiliyordu. Henüz astronomik rakamlı fiyatlarıyla gündeme gelmemiÅŸti kanallarda din ehlinin transfer pazarlıkları.
 
***
 
GeçtiÄŸimiz günlerde Diyanet’in Çamlıca Camii'nde ilk defa alelacele düzenlemek durumunda kaldığı (Ä°mamoÄŸlu’nun fuarı kaldırma kararından sonra) geleneksel Ramazan kitap fuarına imza için geldiÄŸimde yaÅŸadığım ibretlik bir kıssayı paylaÅŸayım sonraki yazımda. Ama ÅŸimdilik bir giriÅŸ niyetine ÅŸu kadarını söyleyeyim.
 
HuÅŸu içinde tuttuÄŸumuz oruçlardan gösteriÅŸ dolu iftar sofralarına, siyasi denge tutturma rekabetiyle yeryüzü sofralarına, derken dönüp geldiÄŸimiz evdeki yer sofralarına kadar! Sosyal medya Ramazan’ı imgesel bir tasarım olarak köpürtüp dururken…
 
Camiden çıkan kalabalık cemaatten sadece birkaç hanım ilgiliydi kitapla. Yasin var mı diye sordular. Özel bir raf için asılacak Kur'an sordular. Gönlümüze asalım, canlı Kur'an olalım gibi kelimeler içimde uçuÅŸurken stanttaki arkadaÅŸ: Bizde Türkiye’de ilk defa yapılmış bir çalışma var. Kur'an meali deÄŸil, tercümesi dedi. Lakin farkını ne arz ne de talep eden biliyordu.
 
Derken yine bir hanımlar grubu geldi. Aziz Mahmud’un mekanına el açmaya sık sık giderlermiÅŸ Üsküdar’a. Kimdir, ne yapmıştır biliyor musunuz diye sorduk. Anlatamadılar.
 
Burada onunla ilgili her ÅŸeyin bulunabildiÄŸi bir kitap var, eserleri, mirası, vs. diyene kadar gittiler. Ama iÅŸte din imgesel tasarıma malzeme olup maneviyatımızdan hızla çekilirken bir kız çocuÄŸu din diyanet bilmeden hepimize ders verecekti. (Devam edeceÄŸim inÅŸallah.)

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.