Sosyal Medya

Kürsü

Leyla İpekçi- ‘Kültürel büzüşme’ ve ‘küresel ego’ya teslim olan İstanbul

Leyla İpekçi- Yeni Şafak



Kültürel büzüşme tabirini Süleyman Seyfi Öğün hocadan ödünç alarak kaldığım yerden, yani İstanbul’un bizimle konuşma biçimlerinden söz ederek meramımı anlatmaya devam ediyorum. Kaldığım yer aslında hep aynı noktanın açılımları: Suretin ardındaki siret güzelliğinde buluşma şartlarımız üzerine düşüneyazmak.
 
Medine (nurlanmış şehir) orada. İstanbul’un bir gönül olarak hayatımızdaki dirilişinde. İstanbul’u temsilî bir gönül mahalli olarak kabul edersek edep, adap, üslup yani bir tür maneviyat eksikliğinden mustarip olarak yoz bir halin içinde yaşıyoruz.
 
Yaşantımızda şehir hayatımızı dönüştürecek izlekleri bir türlü belirleyemediğimizden, birlikte bir güzelleşme hamlesini başlatamıyoruz. Çevre ve mimaride, kamusal ilişkilerde, ulaşımda, kültürel faaliyetlerde üslup, zevk, birikim, dayanışma, vericilik gibi değerlere bir türlü sıra gelemiyor.
 
Bizi içimizden dışımıza kuşatacak belli bir estetik ve ahlaki bütüne yöneliş olmadığından kültüre dönüşemeyen kaba saba ve sığ tavırlar, alışkanlıklar, ritüeller, kamusal mekânların kullanımı, toplu faaliyetler hepsi giderek nefsimizin en alt merhalesinde üretilmiş arızi tüketim şablonlarından ibaret kaldı, kalıyor.
 
Hayatımızın toplamına yayılan bir vakıf kültürü eksikliğinden söz ediyorum İstanbul yazılarımda epeydir. Herkes çok benci oldu bu şehirde. Biraz da senci olmak lazım. Çünkü benlik arttıkça tatminsizlik ve tüketim artıyor. Kentsel dönüşümden ziyade ben’sel dönüşüm oluyor bizimkisi. Deyip duruyorum.
 
Kentsel dönüşüm, kültürel dönüşüm olmadan olmaz! Hayatın kültürü, onun iç yaşantısında yani maneviyatında gizlidir, açığa çıkarmak için gereken üslubu oluşturmak da şehrin güzel sanatını meydana getirir. Nedir şehrin en güzel sanatı? İnsan.
 
Lakin nefs-i emmare’sine hapsolan değil, nefsini kâmile mertebesine doğru yükseltme gayretindeki insan. Ruhuna, kalbine, aklına, sırrına yaklaştıkça gerçeği kuşatan kudretli ve tamamlanmış bir insan! Ki İstanbul bizi moderni klasiği, eskisi yenisiyle sosyolojik dönüşümlerinden öteye taşısın. Huzurda olan kimdir, tefekkür edelim gönülden.
 
***
 
Gelgelelim bugün İstanbul, gerçeğin ve mecazlarının tüketiminden ibaret bir siyasi kimliğe büründü giderek. Tüketmek, arkası kesilmeyecek bir tatminsizlik demek. Teşhire, pasif seyirciliğe, sahip olma hırsına endeksli bir ‘arzular demeti’ kuşkusuz ki maneviyatın yapıtaşı olabilecek kültür ve sanatı da bir tüketim kültürüne dönüştürdü çok uzun zamandır.
 
İstanbul gibi bir gönül mahallinde (kimi şehir diyebilir, kimi ülke ya da ne isterse) yaşamak sadece ayakta kalma çabası pek çoğumuza göre. Burada tutunmak mümkün oldukça yaşantının irili ufaklı manaları kendini tabir etmek ister yine de.
 
İşte edep üzere icra edilen bir celal ve cemal bir’lemesi (tevhid kültürü ve sanatı) tam burada devreye girecekken, tatminsizlik ve tüketim yüzünden şehirdeki menfaat şebekelerinin, egosu obezleşmiş kurumların güdümünde kalmaya devam ediyor kültür sanat hayatımız büyük ölçüde.
 
Hani diyorum vatanını milletini pek seven, çok seçkin faaliyet yapan kültür odaklarından bazılarına: Hakkın işini yaptığını iddia eden mühim kurumlar, dernekler, topluluklar davetli konuklara ayrılan minik meblağları dahi örtbas ederek hangi maneviyatı medeniyetin yapıtaşı olarak diriltecekler, ihya edecekler İstanbul’da ya da herhangi bir şehirde?
 
Kültürü sanatı gerçeğin içinde derinleşemeyen bir gönlün medeniyeti kurulabilir mi? Maneviyat; dini ritüellerin ihyasından ibaret değildir, gerçeği tabir etme üslubumuzun yaşantıdaki tatbikidir.
 
***
 
Arkadaşım ev geziyor İstanbul’un yeni semtlerinde. İlanlar, tanıtım katalogları, ev satış ofisleri, emlak danışmanları derken gezdiği pek çok dairede büyük bir hayal kırıklığı yaşıyor. Zira ya yeteri kadar duvar yok kitaplığını, yatağını filan dayayacak. Ya da eğri köşeler, asimetrik boşluklar, dörtgen görünüşlü üçgen odalardan ibaret kibrit kutusu gibi kısa tavanlı daireler.
 
Hayallerini ertelemeye karar veriyor. Bir de siteyi yaptıran müteahhidin dairesini göreyim diyor. Bir bakıyor ki, eleman kendine kral dairesi yapmış. Geniş, ferah, göz alıcı!
 
Bu sefer sadece hayal kırıklığıyla yetinmiyor ve başlıyor söylenmeye: “Yahu ne zaman doyacaksınız, ne zaman hilesiz iş yapacaksınız, ne zaman kendinize istediğinizi başkaları için de istemeye başlayacaksınız! Yetti artık!”
 
Evet, bir santim boşluğu ranta dönüştürmek için yapılan hileli mesainin birazını işini hakkıyla yapma gayretine veremeyen nefsimizden başka muhalefet edeceğimiz düşman yok! İstanbul’u kocaman bir küresel egoya dönüştüren bu düzen bizim içimizin yansıması değilse nedir?
 
***
 
Tabii İstanbul derken siz onu gönül olarak anlayın. Hepimizin İstanbul’u neyse, gönül onu imal ediyor, onun manasını tabir ediyor. Nefs-i emmare İstanbul’unda Medine-i münevvere (nurlanmış şehir) konuşmaları yapıp dursanız ne olur! Benlik kapkaranlık ise parlak şehir spotları neyi aydınlatır?.
 
Bambaşka yaşantılar bütününe ait ortak paydalarda buluşturabilmeli bizi İstanbul. Bir güzelliğin içinde birlikte çoğalmak, dayanışmak, paylaşmak, yekvücut olmak, hemhal olmak bu şehrin yönetimine talip olanların ameli olmalı. Suret tartışmaları yerini siret tartışmalarına bırakmalı. Şehrin sakinleri, şehrin aktifleri olmalı.
 
Ki birbirimize sıradan bireyler, yabancılar, tanımsız yığınlar, toplantıdan toplantıya yan yana gelen site sakinleri olarak bakmak yerine: Komşu, ahbap, memleketli, mahalleli, şehirli, medeni diye bakabilelim yeniden. İstanbullu olalım ol gönül içre.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.