Sosyal Medya

Kürsü

Bursa Ulu Camii / Hilal TAKMAZ



'' Bursa’da Zaman
 
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
 
İçinde gülüyor bana derinden.
 
Yüzlerce çeşmenin serinliğinden
 
Ovanın yeşili göğün mavisi
 
Ve mimarilerin en ilahisi. ''
 
Ahmet Hamdi Tanpınar
 

Bursa Ulucami’yle ilgili nette biraz araştırma yapınca pek çok efsaneye rastladım. Bunlardan bazıları halk arasında ve yazılı kaynaklarda o kadar çok tekrarlanmış ki artık bir tür darb-ı mesel halini almış. Millet olarak tarihi, hikayeler üzerinden okumayı seviyoruz çünkü. Geçen gün bir arkadaşım dedi ki; “Osmanlılar da bizim gibi normal insanlardı, yaşadılar ve gittiler. Her şeyi abartmaya ya da her olayın altında ilahi bir şeyler aramaya gerek yok bence”. Onun gibi düşünen pek çok insan olabilir. Fakat yine de resmi tarihin tekdüze ve sıkıcı anlatımına karşın sözlü gelenekten gelen rivayetlerle bezenmiş bir anlatım beni her zaman cezbetmiştir. Bu nedenle camiyle ilgili hikayelerden bazılarına bu yazıda yer vermek istiyorum.

Caminin yapılış hikayesi bu rivayetlerden en yaygın olanıyla başlıyor. Devrin padişahı Yıldırım Bayezid Han’dır. Haçlıların İstanbul’u almak için Anadolu’da ilerlediklerini haber alır. Eğer savaş zaferle sonuçlanırsa o zamanki payitaht olan Bursa’ya 20 cami yaptırmayı vaad eder. Niğbolu önlerinde haçlı ordusu durdurulur ve Osmanlılar büyük bir galibiyet kazanır. Savaş ganimetleriyle birlikte şehre dönüldüğünde, padişahın damadı olan Emirsultan hz. “Hünkarım 20 cami yerine 20 kubbeli bir cami yaptırın” diye teklifte bulunur. Bunu uygun bulan Yıldırım Bayezid Han, Niğbolu zaferinin anısına 1396 yılında Ulucami’nin temellerini attırır. 1399 da Osmanlının 100. kuruluş yıldönümünde cami tamamlanır.

Caminin mimarı Ali Neccar olarak bilinir. Ülkemizdeki camiler arasında iç cemaat yeri en geniş olanıdır. Selçuklu eserlerinde yaygın olan caminin içine şadırvan inşa etme geleneği bu camide de sürdürülmüştür. Şadırvanın üzerindeki kubbe açık bırakılarak hem yağmur sularının havuzda birikmesi hem de ışıklandırma sağlanmıştır. Son yıllarda bu kubbe camla örtüldüğü için artık yağmur sularını biriktirme işlevi görmüyor. Yine de yukardan gelen ışık şadırvanın suyunu turkuaz rengine boyuyor ve mükemmel bir görsel ziyafet sunuyor.

Ulucami’de en sevdiğim şey şüphesiz bu şadırvandır. Hem güzelliği hem de caminin her köşesine ulaşan su sesiyle insanın ruhuna hitap eder. Caminin ikinci en önemli özelliği de bir hüsnü hat sergisini andıran duvarlarındaki yazılarıdır. Ulucami’nin içinde 87’si sabit, 45’i levha halinde toplam 132 hat eseri bulunmaktadır. Evliya Çelebi’ye göre Ulucami; Bursa’nın Ayasofya’sıdır. Yine haklı çıkar Evliya.

Açıldığı günden itibaren büyük yangınlar ve depremler atlatmış olan Ulucami bugün bütün güzelliğiyle ayaktadır. Ve her ziyaretimde kıyamete kadar baki kalmasını dilediğim mabetlerin başında gelir. İslam alimlerinin çoğunluğuna göre Bursa Ulucami yeryüzündeki 5. Kutsal Mabed’tir. Bunlardan ilki Mekke’deki Mescid-i Haram, ikincisi Medine’deki Mescid-i Nebevi, üçüncüsü Kudüs’teki Mescid-i Aksa ve dördüncüsü de Şam’daki Emeviye Camii’dir.

Ulucami’nin taç kapısı ve ceviz ağacından hiç çivi kullanılmadan kündekari teknikle yapılmış minberi birer şaheserdir. Minber Kainatı temsil eder. Üzerine güneş sistemi kabartma bir formla işlenmiştir. Gezegenler, güneşe uzaklıkları ve büyüklüklerinin oranları doğru olarak yerleştirilmiştir. O yüzyılda Batıda dünyanın yuvarlak olup olmadığı tartışmaları sürüp giderken, Ulucami’deki mihraba güneş sisteminin işlenmiş olması mümkün müdür sizce?

Caminin inşa edildiği yıllarda mülki amir olan Kadızade Rumi Efendi, beceri ve bilgi alışverişi için 300 kadar sanat erbabını Tebriz’e göndermiş ve bir o kadar ustayı da oradan Bursa’ya getirtmiştir. Tebriz’den gelen kündekari sanatçılarının başı Abdülaziz oğlu Mehmet’tir. İşte yukarda bahsettiğim minber onun ve ustalarının eseridir.

O dönem İslam ve Türk alimlerinin matematik ve gök bilimlerine yönelik ilminin Batıya nazaran hayli ilerde olduğu göz önüne alınırsa minberdeki kabartmaların güneş sistemini sembolize ettiği tezi pek te tutarsız değil bence.

Caminin içinde yer alan bir başka önemli eser minberin solunda asılı olan Kabe’nin kapı örtüsüdür. 1517 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından Mısır’ın fethi ve hilafetin Osmanlıya geçtiği dönemde getirilen bu örtü bizzat padişah tarafından Ulucami’ye hediye edilmiştir. Yıllar boyu Ulucami’yi defalarca ziyaret ettiğim halde bu örtüyü fark etmemiştim. Geçen yıl her zaman olduğu gibi yine caminin içinde şöyle bir tur attım. Bu örtünün önüne cam panolar koyup koruma altına almışlar. Belki de bu nedenle dikkatimi çekti. Yanındaki açıklamayı okuyunca neden önemli olduğunu anladım.

Minberin sağ tarafında, önünde Hızır as.’ın namaz kıldığına inanılan bir vav harfi var. O da cam pano ile koruma altına alınmış. Müftülük bu gibi hurafelere inanılmaması gerektiği konusunda uyarı yapsa da halk arasında bu inanış oldukça yaygın. Ve belki Hızır’a (as) rastlarım diye orada namaz kılanlar az değil. Hemen o vav’ın üstünde eski bir Kabe tablosu var. Üç boyutlu olan bu resimde Kabe’nin kapısı nerden bakarsanız bakın, size dönük duruyor.

Kaynaklarda Emirsultan olarak anılan Allah dostunun asıl adı Muhammed Şemseddin’dir. Peygamber efendimizin soyundan gelmektedir ve Bursa’ya Türkistan’ın Buhara şehrinden gelmiştir. Yıldırım Bayezid’in kızı Hundi Hatunla evlenen Muhammed Şemseddin, halk arasında Emirsultan olarak tanınıp sevilmiştir.

Emirsultan’dan daha önce Bursa’ya gelip yerleşen ve her gün çarşıda somun satan biri daha vardı. Halkın Somuncu Baba dediği bu zat aslında büyük bir veliydi fakat henüz bilinmiyordu.

Günlerden bir gün Emirsultan hz. elinde bir çömlekle Somuncu babanın fırınına geldi, ekmeklerle birlikte çömlekteki yemeğin pişirilmesini rica etti. Somuncu baba çömleği fırına sürmeye çalıştı ama bir türlü sokamadı. Somuncu baba Emirsultan’a dönüp tatlı bir tebessümle “Anladım, bu işi bir tek sen başarabilirsin” dedi. Emirsultan küreği eline alıp çömleği fırına sürdü fakat fırın soğuktu ateş yanmıyordu. Bu kez soran gözlerle bakma sırası ondaydı. Somuncu baba “bekle yemeğin az sonra pişer” deyip durumu açıkladı. Böylece birbirlerinin haline vakıf olan bu iki veli tanışıp dost oldular.

İşte bu tanışmanın sonucu olarak caminin açılış günü Yıldırım Bayezid Han hazretleri Emirsultan’dan ilk hutbeyi okumasını rica ettiğinde, o kendi yerine Şeyh Ebu Hamideddin-i Aksarayi hz.ni geçirdi. Nam-ı diğer Somuncu Baba o gün Fatiha suresinin 7 farklı tefsirini yaptı. Namaz bitince caminin üç farklı kapısından aynı anda çıktığı ve herkesin onu görüp elini öptüğü rivayet edilir. Veli olduğu açığa çıktığı için Bursa’yı terk edip orada bir daha bulunmadı. Okuduklarım arasında en sevdiğim bu oldu.

Son olarak kızlarla Ulucami’de yaşadığımız bir anıyı anlatıp bitirmek istiyorum. Küçük çocukları camilere alıştırmanın, namazı sevdirmek için önemli bir adım olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden fırsat buldukça birlikte camilere gideriz. Cami adabını, cemaatle nasıl hareket edilmesi gerektiğini de orada bizzat yaşayarak öğrenirler. Bir gün Ulucami’de tek başıma namaz kılarken onlar biraz yaramazlık yapmış olacak ki yaşlı bir teyze, ben selam verir vermez “hadi kızım al çocuklarını da git artık” deyip bizi kovaladı. Mahcup olup hızla uzaklaşırken bir yandan onları susturup durdurmaya çalışıyordum. Bu kez orta yaşlı, mütebessim bir beyefendi bana “rahat bırak çocukları kızım, gülüp oynasınlar, çocuk onlar, burası onların da evi, gönüllerince eğlensinler” dedi. Kendisi de o esnada mutluluk içinde dolaşan torununu uzaktan izliyordu. Aynı anda iki farklı tavırla karşılaştık. Her ikisi de bizden. Her ikisi de gayet normal. Ben elbette ikinci muameleyi tercih ederim. Kendim de başkalarına aynı hoşgörüyle yaklaşmaya gayret ederim. Umarım camilerimiz hep çocuk cıvıltılarıyla dolup taşar. Ve günü gelir, o çocuklar namazı seven Müslüman gençler olup bizi gururlandırırlar.

dusuncemektebi.com

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.