Makale
Akla Dair
Modern kültürün akla yaptığı vurgu ile Kuran’ın akla yaptığı vurgu arasında mahiyet farkı vardır. Her akıl dendiğinde aynı anlamı taşımadığı bilinmelidir artık! Aklı iki şey arasındaki bağlaç olarak farz edersek eğer doğru bir konumlandırma yapmış sayılırız. İki şeyin farkını belirlediği gibi iki şeyin benzerliklerini de onunla belirleyebiliriz. Ama biliriz ki her şeyin kendine ait bir aklı vardır…
Akıl mı duygu mu?
Kadim bir bilme sorunu...
Hem akıl ve hem duyguyu aynı zeminde kullanma imkânı yok mudur?
Parça bütün ilişkisi bağlamında ele alındığında her parça kendi içinde bir bütünlüğe sahiptir. Bu yüzden her parça aslında bir diğer parçadan da eser taşır. Meselenin özü ise bu parçaların bütün içinde anlamlarının birbirlerini destekleyen ve tamamlayan özelliğe sahip olduğunun anlaşılma sorunudur. Eğer bu sorun yeterli düzeyde çözüme kavuşturulursa sorunda çözüme kavuşmuş olacaktır.
Kadim doğu bu çerçeveyi inşa ediyor. Ama Batı Aristo'dan bu tarafa mutlaklaştırdığı Kartezyen ikilemini aşamıyor. Hâlbuki hem o hem ben dediğinde mesele çözülecektir. Ah akıl ve duygu karşıtlığı üzerinden yol alanlar… Varacağınız bir yol yoktur. Yol belki de zıtların birliğinde bulunmaktadır. Belkisi biraz fazla galiba. Aslında öyledir...
Kartezyen düşünce biçimi anlayamadığını geride bırakmayı ve kesin ölçüler içinde anlamlandıramadığını ötelemeyi bir marifet addeder. O yüzden vahiy ve gaybe yönelik ilgisini tamamen kaybetmiştir. Farklı bilgi yöntemlerine ulaşırlar. Farklı süreçleri ve farklı sonuçları ihtiva ederler ve hayatı böylece parçalı hale getirmekten de usanç duymazlar.
Rasyonel ve pozitif bilme yöntemlerini öne çıkaranlar sonuç odaklıdır. İş olup bittikten sonra sebepleri üzerinden meseleyi çözüme kavuşturmak gibi bir yönteme yönelmektedirler. Hâlbuki tarihe dönüp yapıldığı zamanda da sorun çözüme kavuşturulmuş olmuyor. Elbette ki bunun da bütün içinde kendine uygun bir zemini vardır. Ve bu zemin üzerinden de anlamlı bir yönteme dönüştürülebilir. Ama hakikatin mutlak zemini olarak kabul gördüğünde ciddi sorunlar oluşturmaktadır.
Akıl ve duygu zıt mı?
Tabii ki zıt değil tam tersine tamamlayıcı olurlar birbirlerine. Mevcut kültür üzerinden yapılan yorumlar böyle bir zıtlığı içerdiği için doğru olduğu savının yanlışlığına da bir göndermedir bu aynı zamanda… Akıl ve duygu iki ayrı kategori ama zıt değil birbirini tamamlayan unsurlar olarak değerlendirmek lazım. Mutlak bir karşıtlık içinde değiller anlamındadır. Elbette ki akıl ve duygu ayrı özellikler taşır. Ama akıl aynı zamanda duygu üzerinden elde edilen bilgiyi de bir forma ve anlama kavuşturan özelliğe de sahiptir. Burada hangi kavramı hangi anlamı ile ele aldığımız önem kazanıyor... Hayatın parçalanması ve her parçanın mutlaklaştırılması bizatihi Müslümanların kabul etmeyeceği bir durumu işaret eder ve buna din dilinde şirk denilir.
Akıl kavramının kendi doğasından neşet eden bir farklı anlamlar taşıma özelliği var. Tıpkı diğer kavramlar gibi… Akıl, bağlama uygun olarak sürekli yeni bir anlamı taşıyacak özelliğe sahiptir. Bu yüzden de sürekli yeni bir anlam kazanabilme istidadı yüzünden hep söylendiği bağlama dikkat kesilerek doğru anlamı yakalamaya çalışılmalıdır.
Müslüman, akıl kavramının farklı içeriklere sahip olduğunun bilincinde olur. Ve farklı akılları kendi bağlamı içinde tanımlar. O yüzden herhangi bir aklı kendi aklı için mihenk yapmaz. O Müslümanlığın aklını mihenk kılmadan Müslümanlığın olamayacağını düşünür...
Her akıl kendi bağlamı içinde işlevsellik kazanır. Bu işlevselliğidir ki onu çoğu zaman yanlış konumlandırmaya yöneltebilir. İşte hikâye burada netleşmiş oluyor. Akıl kavramını kullandığı yerdeki bağlam üzerinden işlevselliğini doğru anlamlandırdığımızda ancak onun doğru anlamına ulaşabiliriz. Her kültürün, her felsefi düşüncenin kendine has bir aklı vardır. Bu sadece episteme üzerinden değil, farklı konum ve boyutlardaki kültür ve düşünce akımlarında da bir akıl izi bulunur. Çünkü akıl hava gibi her nesnenin vazgeçilmezidir. Bu yüzden insan edimlerinin ortaya çıkardığı her işte bir akıl düzlemi vardır.
Müslüman akıl önceliğini kendine verir. Ve sorunlarını kendi akıl düzleminde çözer... O yüzden ısmarlanmış akıllara uzak durur... Her kültürün kendi aklı olduğunu söylemiştik… İşte bu gerçeklik zemini üzerinden farklı kültürlerin sahip olduğu akıl üzerinden kendi sorunlarını çözme biçim/biçemleri vardır. Bir kültür veya düşünce akımı bir başka kültür veya düşünce akımından hareketle kendi sorununu çözmeye kalkarsa yanlış yapmış olur. Yani sorunu çözümsüzlüğe bırakmış sayılır. Bu yüzden İslam coğrafyası kendi sorunlarını başka coğrafyaların kültür ve akılları üzerinden çözüme kavuşturma girişimleri hep hüsranla sonuçlanmaktadır.
Bu noktada her akıl kendi tamlığına sahip iken aynı zamanda bir diğer akla da ihtiyaç hissedebilir. Müslüman akıl ise kendi kendine yeterlidir. Çünkü o tamlığa dair bir yaklaşıma sahiptir. Bunu sağlarken mevcut bütün bakışları kendi bakışının süzgecinden geçirir ve öyle onu sisteme taşır.
Ed din olan İslam ise mevcut bütün akılların özünü kendinde bulundurduğu için kendi içinde bir tamlığa sahip olduğu gibi her hangi bir akıl düzleminden yardım alacağı zaman da kendi bütünlüğünden hareketle o yardımı alır. Müslüman akıl dışarıdan bir şey alacağı zaman dahi önce kendi sistematiği içinde ona yeni bir yer açar ve öyle kabul eder. Yoksa hiçbir şekilde dışarıdan herhangi bir şeyi almaz ve onu içselleştirmez.
Aslında bir boyutu ile biraz müstağni bir tavır geliştirme konusunda istekli olmalı ki bu onun hakikate olan bağlılığı ile orantılı olduğu bilinç düzeyine çıksın!
Henüz yorum yapılmamış.