İçselleşmeyen bir hayat ve inanç

Follow @dusuncemektebi2
Ali Haydar Haksal / Milli Gazete
İman bir bağlanmadır. Bağlanma ve onu yaşama. İnancın en temel özelliği. Bir Müslüman, kendini bildiği andan itibaren doğal ve doğaçlama olarak bağlı bulunduğu düşünceyi içten yaşar. Ruhuyla özümser. Bağlı bulunduğu inanç ve düşünce yabancılıkları yadsır, yadırgar ve dışlar. Kendi hayatını yaşamaya bakar.
Bir millet, kendi ruhunu ve inancını yaşarsa kimi ayrıntılar önem kazanır. Basit gibi görünen bu davranışlar hayatının bir ilkesine dönüşür. Sabah yüzünü yıkamaya giden bir çocuk, herhangi bir insan üç kez yüzüne su çarpar, yıkar ve ovuşturur. Üç kez… Abdest alanların bir geleneğidir bu. Abdest almasa bile bir Müslüman’ın evinde doğan her insanın bir alışkanlığıdır bu. Neler yapacağını bilir o andan itibaren. Sofraya oturuşu, evden çıkışı belli ritüellere bağlı gibi bir durumdur yaşananlar.
Bir Müslüman’ın hayatında putlara tapınma yoktur. Bir Müslüman’ın hayatında eşyaya köle olma durumu söz konusu olmaz. Bir Müslüman’ın konuşmalarına riya ve yalan karışmaz. İkiyüzlülük olmaz. Bunlar olması gerekenler.
Bir harama karşı bir yanılma olsa, işlense ve hataya düşse ondan acı duyar. İç dünyasının vicdanıdır bu.
İnsanların günah işleme, yanlış yapma hâlleri elbette olur. Bunlar onun asıl yönünü ve kişiliğini belirlemez. Onlara karşı pişmanlık duygusu onun vicdanının sesidir. Kendisiyle o hâl arasında gider gelir. Hep iyi olmanın yolunu arar, yanlışlara düşse bile.
Bilinç elbette insan için en önemli bir edim. İnandıklarının bilincinde olma, iradeyle yaşama, ne yaptığını bilme davranışı. Bunlar içselleşen bir hayat anlayışı. Bir Müslüman için yaşama, gündelik, hayat, ibadetler, ilkeler hep iç içe ve doğasında olur. Zorlanarak yaşananlar insanı zorlar doğal olarak.
Hayat belli bir düzen içinde olunca insan ne yapacağını bilir. Bu, onun hem kararlı oluşunu gösterir hem de geleceğini ve yönünü belirler.
İnsanın kuşatıldığı bir zamanda bir hâle gibi koruyan bir hâl olur. Onu âdeta kötülüklerden, zararlı olanlardan korur ve sakındırır. Yabancı bir ruhun, yaşama biçiminin içinde insanların zorlandığı bir gerçek. Yabancı ruhların insan üzerine boca olduğu şu zamanda putlar olgular, kavramlar ve nesneler üzerinden her gün insana sindirilen bir zehir gibidir. Solunan zehirli hava gibi. Zamanla bunlar kanıksanır ve farkında olmadan içsellenir.
Müslümanların bunları kanıksaması, zehirlenmesi ve giderek hayatının bir hâline dönüşmesi çürümesine neden olur. Kendi dünyasındaki özü taşısa bile bundan etkilenir. O hayatı umursamaya ve içselleştirmeye başlar.
Günümüz Müslümanlarının içinde düştüğü durum da budur. Irkçılığın, ulusalcılığın, putçuluğun, çıkarcılığın yoğunlaştığı ve kanıksandığı ve hatta içselleştiği bir süreç. Bu akış onu kendi doğasından uzaklaştırıyor. Kendi kendisi olmanın ötesine düşürüyor.
Bundan kurtulmanın yolları gene kendi gibi olmasıdır. Belki de aile geleneğinden gelen kimi şeylerin doğası gereği yaşamasıdır. Samimi ve içtenliğin yoğunlaşmasıdır. Birbirine olan güvenin, sevginin ve bağlanışın artmasıdır.
İnancını doğası gereği gibi yaşarken bunu bir aşka dönüştürmesidir. Yüzünü yıkadığında nasıl kirlerden arınıyorsa, somut nesneleri siliyorsa soyut olanları da aynı ruh hâliyle yaşaması ve arınmasıdır.
Allah’tan başka tanrılar edinmeme, onlardan uzak durma, tapınma duygusunun ritüellerinden uzak durma, kayıtsız kalma, yoluna devam etme onu asıl yoluna koyar. Yolunu sürdürür.
İnsan namaz kılarken bir tapınmadan çok bir düşünme hâli içinde olur. Okur, bu onun kalbinin zikri olur. Namazın her ritüeli kulu, kişiyi insan ve kul olma bilincine götürür. Tapınmalardan uzak tutar. Kendi farkında oluş hâli yaşanır. İnsan ve kul olma bilinci, aşkı.
Henüz yorum yapılmamış.