Sosyal Medya

Mustafa Kutlu: Müzikte neredeydik ve nereye geldik

Müzik toplumun ruhunu yansıtır, yaşanılan hayatın aynası, derinliğidir. Tüm dünyada müzik küresel sermayenin teknolojinin ve endüstrinin emrine girdi.



Türk müziÄŸinin doÄŸuÅŸundan bu yana tüm macerasını nakledecek deÄŸiliz. Yine de kabaca bir özet gerekiyor.

MüziÄŸimiz Orta Asya’da kopuz eÅŸliÄŸinde söylenen naÄŸmelerle baÅŸladı. Ä°slâmı kabulden sonra nazariyat “edvar” kitaplarında toplandı. Farabi, Ä°bn Sina, Safiyüddin Urmevî, Kutbuddin Åžirazî, Abdülkadir Meragî gibi zatlar bu oluÅŸumun temellerini attı.

Osmanlı döneminde padiÅŸahlar tüm sanatçıları himaye ettikleri gibi kendileri de musiki ile yakından ilgilenmiÅŸ, beste yapmışlardır.

Enderun Mektebi, Mevlevîhâneler baÅŸta olmak üzere tekkeler ve Mehterhane musiki üstadlarının yetiÅŸmesini saÄŸladı. Sarayda, konaklarda ve evlerde özel hocalar “meÅŸk usulü” dersler verdi. MeÅŸk kırıla-döküle günümüze kadar ulaÅŸmıştır.

Bütün bunların yanında taÅŸrada “sıra geceleri” ve halkın gayreti ile kurulan musiki cemiyetleri âdeta konservatuar gibi çalışmıştır.

Dinî hayat ve düÅŸüncenin yön verdiÄŸi bu musikî tasavvufî yönde geliÅŸti; tekkelerde âyin ve zikirler, camilerde na’t, miraciye, ilahî, mevlid gibi türlerde millî ruhu besledi.

Tanzimattan sonra sarayda baÅŸlayan Batı müziÄŸi merakı giderek hayata dahil oldu. Tıpkı mektep-medrese ayrımı gibi musikide de alaturka-alafranga ayrımı görüldü. XIX. yarısından itibaren yaygınlaÅŸan “ÅŸarkı” formu, mesire yerlerinde tertip edilen fasıllar ile halkın musiki zevkini daha bir dünyevî hâle getirdi.

Ä°smail Kara ile otuz yıl aynı odayı paylaÅŸtık. Ä°slâmcılık çalışmaları sırasında battal boy koca Sırat-ı Müstakim ciltlerini satır satır okurken bana da arada bir bazı metinleri aktarırdı. Ä°ÅŸte onlardan bir “okuyucu mektubu”. Aklımda kaldığına göre okuyucu ÅŸöyle diyor: “Efendim, geçenlerde bir çay bahçesi duvarı dibinden geçiyordum. Kulağıma fasıl heyetinin okuduÄŸu bir ÅŸarkı çalındı. “Adalardan bir yar gelir bizlere.” Ne kadar galiz, ne kadar müstehcen bir ÅŸarkı. Böyle parçalar halkın huzurunda, umumî bir mekânda dile getirilemez. Ä°stirham ediyorum bu ve benzeri iÅŸlere mani olunuz.” Yüz yıl önce dile getirilen hissiyat bu. Nereden nereye!

Plak sanayi, gramofon ve radyo ile musiki “oda”lardan çıkıp daÄŸlara, taÅŸlara, köylere ulaÅŸtı. Klasik Türk Sanat MüziÄŸi yanında Halk müziÄŸi de üstad sanatçılar tarafından plaklara okundu. Hafızlar, mevlidhanlar, bestekârlar, icracılar fasıl heyetleri daha sonraları, iyice yaygınlaÅŸacak olan gazinolarda boy gösterdi.

Bu geliÅŸme karşısında dinî-tasavvufî musiki ile uÄŸraÅŸan üstadlar Dede Efendi’nin “Bu iÅŸin tadı kalmadı” sözünde saklı olan sitem ile kendi kabuklarına çekildiler. Cumhuriyet’in Batı müziÄŸini esas alıp alaturkayı radyoda dahi yasaklaması ile gelenekli müziÄŸimiz epeyce yaralandı.

Åžurası bilinmeli ki gerek Sanat müziÄŸi, gerekse Halk müziÄŸi aynı dünya görüÅŸünden feyz almış ve “Tarım Toplumu”nda vücut bulmuÅŸtur. Bu toplum kainatın âhengine ve mevsimlerin ritmine uygun yaşıyordu. Yemesi-içmesi-medresesi-tekkesi-hanı-hamamı-evi-sokağı-çarşısı-meydanı-mezarlığı-bağı bostanı-tüm insan iliÅŸkileri asırların yoÄŸurduÄŸu bir inanç, ahlâk ve öte dünyayı önceliyen bir incelik taşımaktaydı.

Biz sanayi kuramadık, sanayi toplumu olamadık. Ancak onu taklit ettik. Ortaya karman-çorman, iki arada bir derede kalmış çapacul bir hayat çıktı.

Dolayısıyla eski günlerden kalan müziÄŸi tekrar edip durmaktayız. Tuhaftır apartıman ve gökdelen ormanları arasında bir ilahî, bir türkü feryat edip çırpınıyor.

Üstadlar birer birer terk-i dünya eyledi. Televizyonun yaygınlaÅŸması ile eÄŸlence müziÄŸi ekranlara taşındı, en çok seyredilen saatler “assolist”lere ayrıldı.

Günümüzde radyo, konservatuvarlar, baÅŸta belediyeler olmak üzere bazı müesseselerin kurdukları korolar ile hem Türk Sanat MüziÄŸi hem de Halk müziÄŸi hayatiyetini sürdürmeye çalışsa da ne o bestekârlardan eser var ne de Anadolu’dan yeni türkü çıkıyor. Tek tük çıkan oluyor ama eskilere nazaran bunlar sadece suya tirit sayılır.

Müzik toplumun ruhunu yansıtır, yaÅŸanılan hayatın aynası, derinliÄŸidir.

“Arabesk” dahi Cumhuriyet döneminin en otantik müziÄŸi olmuÅŸtu. Köyden kente göçün yarattığı travmanın iniltisini, isyanını temsil etti; gecekondu döneminin yaÅŸantısını dile getirdi.

Ä°MÇ’de oluÅŸan izdiham, fırlayan kaset satışları bu karmaÅŸanın neticesidir. Ne zaman ki gecekondular ÅŸehrin ortasında kaldı, ÅŸehirler akıl almaz biçimde rant ekonomisine kurban edilerek azmanlaÅŸtı, ortada ne kenar semte çalışan minibüs, ne kaset ne Ä°MÇ ne de arabesk kaldı.

Müzik sanki hayatımızdan çekip gitmiÅŸti. Televizyonlarda assolistlerin programları yerlerini dizilere terketti.

Hayatta olduÄŸu gibi ekranda da “yarışma” öne çıktı.

Acaba ne olmuÅŸtu?

Åžudur: Tüm dünyada müzik küresel sermayenin teknolojinin ve endüstrinin emrine girdi. (Devam edeceÄŸiz)

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.