Sosyal Medya

Nazi Almanyası'nın öksüzleri ve Türkiye'nin keşfi Yahudi Profesörler

1930’larda üniversite reformu çerçevesinde ciddi ve planlı gayretlerle Türkiye’ye getirilen Avrupalı akademisyenlerin özel ve kendine has hikâyesi ile kıyas kabul etmese de bugün Arap Baharı’ndan sonra çeşitli Arap ülkelerinden Türkiye’ye gelen çeşitli alanlarda uzman bilim adamları bulunduğunu belirtmek gerekir. Sayıları ve nitelikleri henüz tam olarak resmedilmemişse de özellikle tarih, din, dil ve edebiyat gibi sosyal bilim alanlarında ilmî ve akademik birikimi bulunan bu ilim erbabının, coğrafyanın tanınması ve Türkiye’nin bölge ile yeniden sıkı bağlar kurması noktasında önemli bir rol oynayacağı düşünülebilir.



Suriye savaşından sonra Türkiye’ye gelen mültecilerin siyasi ve toplumsal her tartışmada ön plana çıkmaya baÅŸladığı görülüyor. Nitekim son seçim kampanyalarında da partilerin bir kısmının seçim vaatlerinde bu kiÅŸilerin ülkelerine gönderilmesi ya da burada kalmaları mevzusu önemli bir yer tutmuÅŸtu. Sadece siyaset deÄŸil, toplum da giderek artan yabancı nüfusla ilgili tedirginlikten alışkanlığa doÄŸru evrilen uzun bir süreç içinde kâh merhamet duygusu kâh korku hisleri arasında savruluyor.
 
DiÄŸer yandan Suriye savaşı nedeniyle 2011 yılından sonra Türkiye’ye baÅŸlayan göç akınının Türkiye’nin ilk göç tecrübesi olmadığı biliniyor. Türkiye, sürekli olarak dünyanın farklı bölgelerinden göç alan, özellikle savaÅŸ ve kriz dönemlerinde farklı ırk ve dinden pek çok insana ev sahipliÄŸi yapmış bir ülke. Nitekim Osmanlı da kimi tarihçilerce göçle kurulan ve göçle yıkılan bir ülke olarak tasvir edilmektedir. Osmanlı’nın toprak kaybettiÄŸi dönemlerden itibaren Müslüman ve Türk tebaanın Anadolu’ya göçleri baÅŸlamış ve Cumhuriyet döneminde buna Gürcü, Arap, Arnavut ve Bosna göçlerinin eklenmesiyle bu süreç günümüze dek devam etmiÅŸtir.
 
SavaÅŸ dönemlerinde Türkiye’ye gerçekleÅŸen göçmen akınlarının içinde 1933 yılında baÅŸlayan ve 2. Dünya Savaşı bitimine kadar devam eden göçler ve Almanya’dan gelen “mülteci profesörler” özel bir yer tutuyor. Zira bu dönemde Türkiye’ye ilk kez yurt dışından beyin göçü yaÅŸanmış ve alanlarında isim yapmış bilim adamları Türkiye’ye gelmiÅŸtir. Türkiye’nin “muasır medeniyeti yakalama” hedefi çerçevesinde yeniden yapılandırılan ve bugünkü hâlini alan modern yükseköÄŸrenimin ilk temel taÅŸları da bu dönemde atılmıştır. Bu dönemde tıp, filoloji, hukuk, müzik ve kimya gibi farklı alanlardan gelen hocaların Türkiye’de bu bilimlerin geliÅŸimine de ciddi katkı saÄŸladıkları biliniyor.
 
1918 yılında Türkiye Cumhuriyeti ile Ä°ngilizler arasında imzalanan Mondros Mütarekesi gereÄŸince Ä°ngilizler, Almanların okul hastane ve tüm kurumlarına el koymuÅŸ ve Ä°ngiliz baskısı ile ülkede bulunan askerî ve sivil yaklaşık 14 bin Alman Türkiye’yi terke zorlanmıştı. Ancak Türk-Alman iliÅŸkilerindeki bu kopuÅŸ kısa sürmüÅŸ, savaÅŸ sonrası Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluÅŸu ile diplomatik iliÅŸkiler yeniden baÅŸlamış ve göç eden Almanlar Türkiye’ye geri dönmeye baÅŸlamıştı. Çok eskilere dayanan “Alman-Türk” iÅŸ birliÄŸi çerçevesinde 1920’li yıllardan itibaren, Almanya’nın Türkiye’ye yönelik kültür politikalarının bir sonucu olarak Alman akademisyenler de Türk okullarına gönderilmeye baÅŸlanmıştı. Ancak bu dönemde gelen akademisyenler hem dönemin ÅŸartları hem de daha çok genç ve kariyerlerinin başında olmaları nedeniyle Türk akademisinde bir etki yaratamamış ve ciddi bir iz bırakmamışlardı. 30 Türk akademisine zihniyet, kadro ve idari organizasyon anlamında damgasını vuran esas deÄŸiÅŸiklik ve etkiyi ise 1933 yılında gerçekleÅŸtirilen “Üniversite Reformu” ile Türkiye’ye gelen 190 kiÅŸilik Alman, Macar ve Avusturya asıllı Yahudi ilim adamları gerçekleÅŸtireceklerdir.
 
1933 yılında Darülfünun, dönemin siyasi yönetimi ile uyumsuz bulunuyor, kurumun “medreseden kalma ezberci öÄŸretim metotları ve döneme ayak uyduramayan müderrisleri ile” uluslararası ilmî standartların arkasında kaldığına inanılıyor, bu sebeplerden Darülfünun’da reforma gidilmek isteniyordu. Gerekli deÄŸiÅŸiklerin yapılması amacıyla Mustafa Kemal tarafından Türk yükseköÄŸrenimi mercek altına alınır ve eksikliklerin belirlendiÄŸi bir rapor hazırlaması için Cenevre Üniversitesi’nden pedagoji öÄŸretim üyesi Prof. Albert Malche görevlendirilir.
 
Türkiye’nin günümüzdeki akademik yapısının “Malche Raporu” olarak anılan 95 sayfalık çalışmada yer alan tespitler ve akabinde toplanan kurulda alınan kararların bir eseri olduÄŸu söylenebilir. Nitekim Darülfünun’un halktan ve hükümetten kopuk olduÄŸunu ve bunun kurumun özerk yapısından kaynaklandığını iddia eden Cenevreli bilim adamı, üniversitenin hükümet ve Milli EÄŸitim Bakanlığı ile daha sıkı bir iÅŸ birliÄŸi içinde olması gerektiÄŸini söyleyerek bu yönde düzenlemeler talep eder. Ayrıca Darülfünun’da ansiklopedik ve ezbere bilgi öÄŸretildiÄŸini belirterek lazım gelen bilimsel reformun ancak yurt dışına gönderilecek veya buradan Türkiye’ye getirilecek akademisyenlerle mümkün olduÄŸunu söyler. Dönemin eÄŸitim bakanı ReÅŸit Galip Bey, raporda salık verilen tavsiyelerin ivedilikle hayata geçirilmesi konusunda ikna olmuÅŸtur. Atatürk’ün de bu raporu okuduktan sonra “BildiÄŸimiz baÅŸka, hakikat baÅŸka” diyerek tepki verdiÄŸi rivayet edilir.
 
Artık Osmanlı’dan Cumhuriyet’e emanet edilen tek üniversite olan Darülfünun’un kapatılması ve yerine modern bir üniversite kurulması süreci baÅŸlamıştır. Öncelikle “çaÄŸ dışı ve yetersiz” bulunan ve yaşı ilerlemiÅŸ Darülfünun müderrislerinin iÅŸine son verilir. Müderris, müderris muavini, muallim ve asistanlardan oluÅŸan 240 kiÅŸilik öÄŸretim kadrosundan 157’si tasfiye edilir. Bu hocaların yerine alınacak Alman, Macar ve Avusturyalı hocalardan oluÅŸan yeni kadrolarsa Malche ve Milli EÄŸitim Bakanı’nın da hazır bulunduÄŸu bir kurul tarafından belirlenecektir.
 
Türkiye’nin yeni çehresine uygun eÄŸitim reformlarının yapıldığı bu dönemde Avrupa’da Hitler dönemini baÅŸlatan yönetim deÄŸiÅŸikliÄŸi gerçekleÅŸmiÅŸ ve milyonlarca Yahudi ve yönetim karşıtının sonunu hazırlayacak olan Holokost’un ayak sesleri de duyulmaya baÅŸlanmıştır. Nitekim Hitler, iktidara geldikten sonra “Memuriyetin Yeniden Düzenlenmesi Kanunu” çerçevesinde ari ırka ait olmadıkları gerekçesiyle binlerce Yahudi akademisyeni üniversite kürsülerinden uzaklaÅŸtırır. Bunlardan bir kısmı ortada dolaÅŸan dedikodulardan muhtemel felaketi sezerek ülkeyi terk etmiÅŸ, diÄŸer bir kısmı da bu yasanın yürürlüÄŸe girmesinden hemen sonra kendilerine ilmî faaliyetlerini sürdürebilecekleri güvenli bir liman aramaya baÅŸlamıştır.
 
 
Yahudi bilim adamları sürgünde birleÅŸiyor
 
Alman üniversitelerinden atılan Yahudi akademisyenlerin kendilerine ilk sürgün yeri olarak Almanca konuÅŸulan Ä°sviçre’yi seçmeleri tesadüf deÄŸildir. Sürgündeki bilim adamları Avrupa’nın farklı bölgelerinden gelen meslektaÅŸlarıyla dayanışmak amacıyla burada bir cemiyet kurarlar. “Yurt dışındaki Alman Bilim Adamlarına Yardım Cemiyeti” (NdWA) isimli birliÄŸin kurucusu Frankfurt Tıp Fakültesi Patoloji Enstitüsü öÄŸretim üyelerinden Prof. Dr. Philipp Schwartz ileriki yıllarda modern Türk akademisinin inÅŸasında da önemli bir rol oynayacaktır. Bu dönemde Avrupa tıp camiasının ve akademyasının ağırlıklı olarak Yahudilerden oluÅŸtuÄŸu düÅŸünüldüÄŸünde, bu türden oluÅŸumlarda Schwarzt gibi tıp uzmanlarının öncü rol oynaması hiç de ÅŸaşırtıcı deÄŸildir. Sadece Almanya deÄŸil Avrupa’nın diÄŸer pek çok ülkesinde de tıp alanlarında -özellikle psikiyatri, cerrahi ve cinsel kökenli hastalıkların (üroloji) araÅŸtırıldığı bölümlerde- Yahudi bilim adamlarının çokluÄŸu dikkat çekmektedir. Nitekim eski dönemlerde küçük mahallelerde yaÅŸayan Hristiyan halkın, Yahudi doktorlarla çevre baskısı olmadan daha rahat iletiÅŸim kurarak onlara çekinmeden dertlerini anlatabildikleri ve evlerinde de ilaç yapma kabiliyeti bulunan bu hekimlerin Hristiyan halk tarafından pratik bulunmaları sebebiyle tercih edildikleri iddia edilmiÅŸtir.
 
Ä°sviçre’de birleÅŸen Yahudi akademisyenler kendilerine yeni ilim yuvaları ararken aynı dönemde Prof. Marche de ülkesinde sürgünde bulunan bu kiÅŸilerle irtibata geçer. Cemiyet, yapılan görüÅŸmelerin ardından Prof. Dr. Philipp Schwartz’ı görevlendirerek Türk yetkililerle görüÅŸmesi için Türkiye’ye gönderir.
 
Akademik Rönesans’ın ilanı
 
EÄŸitim Bakanı, ReÅŸit Galip Bey, Malche ve Schwartz’ın hazır bulunduÄŸu bir kurul, 7 saatlik bir toplantı sonunda, ilk etapta Türkiye’ye gelecek 30 profesörün isimlerini tek tek belirler. Gelecek hocaların en az profesör unvanına sahip, alanlarında uzman ve isim yapmış kiÅŸiler olmaları ÅŸart koÅŸulmuÅŸtur. Alınan kararlara göre hocalar ilk 3 yılın ardından Türkçe ders verecek ve mevcut literatürün Türkçeye çevrilmesine katkı sunacaklardı. Nitekim Hasan Ali Yücel döneminde gerçekleÅŸtirilen Batı klasiklerinin Türkçeye çevrilme projesinin temeli de bu faaliyetlere dayanmaktadır.
 
Üniversitede ciddi bir literatür ve kitap sıkıntısının yaÅŸandığı, öÄŸrencilerin sadece ders notlarıyla yetinmek zorunda kaldıkları bu dönemde, yabancı bilim adamları, dersler için gerekli gördükleri kitapları sürekli olarak idareye rapor etmiÅŸ ve bu kitapların yurt dışından teminini saÄŸlamışlardır. Üniversite ve fakülte kütüphanelerinin geliÅŸtirilmesi, bölüm ve enstitü kütüphanelerinin kurulması da yine bu hocaların emekleri ile gerçekleÅŸmiÅŸtir. Türk yöneticilerinse kitap ve kaynak temini konusunda hocalara destek verdikleri ve onları teÅŸvik ettikleri bilinmektedir. Bu dönemde yabancı hocaların elde edilen Ä°ngilizce, Almanca ve Fransızca kitapların tasnifinde ve kaydında kütüphane memurları gibi çalıştıkları kaydedilmektedir.
 
Avrupalı akademisyenlerin sadece üniversitelerde ders vermeleri deÄŸil halka açık “Üniversite Konferansları” ve tatil dönemlerinde her ilde “Üniversite Haftaları” düzenlemesini de öngören kurul toplantısı sonunda Prof. Schwarzt, duyduÄŸu heyecan ve coÅŸkuyu ÅŸu ifadelerle dile getirmiÅŸtir:
 
“Ben ve orada bulunanlar zamanı unutmuÅŸtuk. Biliyordum ki, bu saatler Almanya’dan rezil bir ÅŸekilde sürgün edilen kiÅŸiler için yeniden varoluÅŸ demekti. Batı’nın pisliÄŸinin bulaÅŸmadığı harika bir ülke keÅŸfediyordum. Böylece Yardım Cemiyeti’nin kuruluÅŸunun ne kadar doÄŸru bir karar olduÄŸu ortaya çıkıyordu. Bununla cemiyetin tarihî görevi de kanıtlanmış oluyordu.”
 
Sadece Yahudi bilim adamı deÄŸil, EÄŸitim Bakanı da gerçekleÅŸen mutabakattan memnuniyetini ayaÄŸa kalkarak söylediÄŸi ÅŸu sözlerle ifade etmiÅŸtir:
 
“Bugün alışılmışın da dışında, örneÄŸi olmayan bir iÅŸ yapabildiÄŸimiz bir gün oldu. BeÅŸ yüzyıl önce Ä°stanbul’u kuÅŸattığımız zaman Bizanslı bilginler Ä°talya’ya göç etmiÅŸti ve buna engel olamamıştık. Sonuç olarak orada Rönesans gerçekleÅŸti. Bugün Avrupa’dan bunun karşılığını alıyoruz.”
 
Toplantıda ayrıca, belirlenen isimlerin toplama kamplarında ya da dışarıda olup olmalarına bakılmaksızın, görevi kabul ettikleri taktirde Türk devletinin bir memuru olarak Türkiye’nin güvencesi altına alınacakları sözü verilmiÅŸtir. Nitekim daha sonra 1939 yılında Alman DışiÅŸleri MüsteÅŸarı Herbet Scurla’nın Maarif Vekili Hasan Ali Yücel’e ilettiÄŸi “Bu bilim adamlarını bize geri veriniz. Size Almanya’nın en parlak beyinlerini gönderelim” ısrarı sonuçsuz kalmış ve Türkiye kendine emanet edilen bu hocaları geri vermeyi reddetmiÅŸtir.
 
O dönemde üzerinde çeÅŸitli spekülasyonlar yapılsa da Einstein’ın Ä°smet Ä°nönü’ye iletilmek üzere yazdığı bir mektubun da bu Yahudi bilim adamlarının Türkiye’ye geçiÅŸinde etkili olduÄŸu iddia edilmektedir. Kendisi de Amerika’ya göç eden Einstein’ın Yahudi meslektaÅŸlarının yurt dışında ülkelere gidiÅŸlerini kolaylaÅŸtırmak için uluslararası itibarını kullanarak akademisyenler için referans mektupları kaleme aldığı bilinmektedir. Einstein’ın AÄŸustos 1933’te Ä°stanbul’dan kendisini ziyarete gelen diÅŸ doktoru Dr. Sammy M. Gunzberg’e Ä°smet Ä°nönü’ye iletmek üzere verdiÄŸi mektupta ÅŸu ifadeler yer almaktadır.
 
“Ben, sadık hizmetkârınız Prof. Albert Einstein. Ekselansları, Almanya’dan 40 profesörle doktorun bilimsel ve tıbbi çalışmalarına Türkiye’de devam etmelerine müsaade vermeniz için baÅŸvuruda bulunmayı ekselanslarından rica ediyorum. Sözü edilen kiÅŸiler, Almanya’da hâlen yürürlükte olan yasalar nedeniyle mesleklerini icra edememektedirler. ÇoÄŸu geniÅŸ tecrübe, bilgi ve ilmî liyakat sahibi bulunan bu kiÅŸiler, yeni bir ülkede yaÅŸadıkları takdirde son derece faydalı olacaklarını ispat edebilirler. Ekselanslarından ülkenizde yerleÅŸmeleri ve çalışmalarına devam etmeleri için izin vermeniz konusunda baÅŸvuruda bulunduÄŸumuz tecrübe sahibi uzman ve seçkin akademisyen olan bu 40 kiÅŸi, birliÄŸimize yapılan çok sayıda baÅŸvuru arasından seçilmiÅŸlerdir. Bu ilim adamları, hükümetinizin talimatları doÄŸrultusunda kurumlarınızın herhangi birinde hiçbir karşılık beklemeden çalışmayı arzu etmektedirler. Bu baÅŸvuruya destek vermek maksadıyla, hükümetinizin talebi kabul etmesi halinde sadece yüksek seviyede bir insani faaliyette bulunmuÅŸ olmakla kalmayacağı, bunun ülkenize de ayrıca kazanç getireceÄŸi ümidimi ifade etme cüretini buluyorum. Ekselanslarının sadık hizmetkârı olmaktan ÅŸeref duyan…”
 
Ancak ilim mesaisinin büyük kısmını Nazi Almanyası’ndan kaçarak Türkiye’ye sığınan 190 bilim adamını araÅŸtırmaya adayan ve kendisi de Holokost’tan kaçarak kurtulan araÅŸtırmacı Arnold Reisman’a göre Einstein’ın Ä°nönü’ye yazdığı iddia edilen mektuptan Einstein’ın haberi dahi olmamış olabilir. Reisman, Einstein’ın o dönemde Yahudi akademisyenlerin yurt dışında iÅŸ bulmalarını kolaylaÅŸtırmak için referans olarak kullanılması amacıyla daha sonra içi doldurulacak boÅŸ kâğıtlara imza attığını iddia etmektedir.
 
Reisman, Türkiye’de bir gazeteye verdiÄŸi röportajda, Türkiye’ye gelen 190 Yahudi ilim adamı hakkında fazla araÅŸtırma bulunmadığını ve kendi çalışmalarını da “yol parası”nın karşılanması hâlinde insanlarla paylaÅŸmaya hazır olduÄŸunu belirtmiÅŸti.
 
O dönemden kalan kayıtlardan anlaşıldığı kadarıyla Türkiye’de yaÅŸayan Yahudi bilim adamlarının Türk Yahudi cemaati ile fazla iliÅŸkilerinin bulunmadığı ve kendi aralarında içe kapanık bir hayat sürdükleri anlaşılmaktadır.
 
Aşiyan tepesinde yatan vefalı Alman
 
Almanya’dan Türkiye’ye gelen ve sayıları 190 olarak belirlenen Yahudi akademisyenler Atatürk döneminde modern üniversite sisteminin ve Ä°stanbul Üniversitesi’nin kurulmasında katkıda bulundular. Sürgünde ilmî çalışmalarına devam edenler arasında mimar Bruno Taut ve besteci Paul Hindemith’in yanı sıra, dünya çapında ünlü Matematikçi Richard Edler von Mises, Türk ticaret kanununun ÅŸekillenmesinde büyük etkisi bulunan hukukçu Hirch ve reflü ameliyatını ilk kez Türkiye’de gerçekleÅŸtiren 37 yaşındaki Ordinaryüs Profesör Rudolf Nissler gibi ünlü isimler de bulunuyordu. Einstein’ın doktoru olarak bilinen Nissler dünyaca ünlü pek çok önemli ameliyatı ilk kez Türkiye’de gerçekleÅŸtirmiÅŸ ve bunların literatüre girmesini saÄŸlamıştır.
 
Türkiye’ye gelen Yahudi akademisyenlerden bir kısmı 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’deki elveriÅŸsiz araÅŸtırma ve laboratuvar ÅŸartlarını öne sürerek baÅŸta Amerika olmak üzere baÅŸka ülkelere göç etmiÅŸ, geri kalanları ise Türkiye’yi kendisine vatan seçerek burada kalmıştır.
 
Kendisine kucak açan ve ilmî çalışmalarda bulunmasına imkân saÄŸlayan, Türkiye’ye karşı en etkileyici vefa örneÄŸini ise ÅŸeker hastalığı ve kan hastalıkları alanında yaptığı çalışmalarla dünyaca bilinen bir üne sahip olan Erich Frank yapmıştır. Hâlen Ä°stanbul Üniversitesi’nden genç doktorların Almanya’da eÄŸitim almalarını saÄŸlayan adına burslar verilen Frank, iki ülke arasında bir köprü vazifesi görmektedir. Frank ayrıca, Almanya ve Ä°sviçre’de yayınlanan kitaplarında “Ä°stanbul Üniversitesi II. Dahiliye KliniÄŸi Direktörü” unvanını kullanarak Ä°stanbul Üniversitesi’nin yurt dışında tanınmasında büyük katkı saÄŸlamıştır.
 
Nazi Almanyası dönemi sona erdiÄŸinde “Altın Liyakat Madalyası” verilerek iade-i itibar yapılan Frank, Almanya’nın göreve dönme çaÄŸrısını, artık vatanının Türkiye olduÄŸunu ifade ettiÄŸi ÅŸu sözlerle reddetmiÅŸtir:
 
“Yurdumdan atılmış olmanın acı ÅŸaÅŸkınlığına uÄŸradığım günlerde yalnız ve yalnız Türkiye kollarını açarak beni baÄŸrına bastı. Burası benim vatanımdır, ayrılıp nimetlerine küfranda bulunamam.”
 
Yalnızca ömrü ve çalışmalarıyla deÄŸil, ölümünden sonra da vatanım dediÄŸi Türkiye’ye vefa eden Frank’a, 24 yıl hizmet ettiÄŸi Ä°stanbul Üniversitesi de kabir taşında ÅŸöyle seslenerek, bu vefalı ve içli âlime minnettarlığını dile getirmiÅŸtir: “Nur Ä°çinde Yat Erich Frank, Türk Tıbbının Minnet ve Åžükranlarıyla”.
 
Türkiye, kendisine sığınan âlim ve bilgili misafirlerine sadece yaÅŸanacak bir toprak deÄŸil, gerekirse toprağına gömülecek ebedî bir vatan da olmayı bilmiÅŸtir. Vefa edene vefa ve hürmet ile muamele edilen bu topraklarda vatansız kalmışların kendilerine yeni bir vatan keÅŸfettikleri de böylece tarihe geçmiÅŸ bulunmaktadır.
 
 
Yeni göçmenler
 
1930’larda üniversite reformu çerçevesinde ciddi ve planlı gayretlerle Türkiye’ye getirilen Avrupalı akademisyenlerin özel ve kendine has hikâyesi ile kıyas kabul etmese de bugün Arap Baharı’ndan sonra çeÅŸitli Arap ülkelerinden Türkiye’ye gelen çeÅŸitli alanlarda uzman bilim adamları bulunduÄŸunu belirtmek gerekir. Sayıları ve nitelikleri henüz tam olarak resmedilmemiÅŸse de özellikle tarih, din, dil ve edebiyat gibi sosyal bilim alanlarında ilmî ve akademik birikimi bulunan bu ilim erbabının, coÄŸrafyanın tanınması ve Türkiye’nin bölge ile yeniden sıkı baÄŸlar kurması noktasında önemli bir rol oynayacağı düÅŸünülebilir.
 
Bu ülke toprağının sadece üzerinde deÄŸil, altında da huzur bulacağına inanan, ruhunu ve bedenini AÅŸiyan tepesine emanet eden Erich Frank’ın “Batı’nın pisliklerinin bulaÅŸmadığı bu ülke” dediÄŸi Türkiye, bu sefer tarihin tekerrür sahnesinde sadece kovulmuÅŸ bilim adamlarına deÄŸil, Batı’nın pisliÄŸinin bulaÅŸtığı coÄŸrafyalardan gelen genç, yaÅŸlı, çocuk, okumuÅŸ okumamış, kadın erkek misafirlerini ağırlıyor.
 
Bir araÅŸtırma çerçevesinde oldukça kısa bir zamanda ve kısıtlı bir mekânda tesadüfen tanıştığım tarihçi, arkeolog, diplomat ve edebiyatçılar bana, Türkiye’deki mülteci meselesinin, içinde dilenciler, aÄŸlayan çocuklar ve muhtaç bir halkın geçtiÄŸi haber karelerinden ibaret olmadığını açıkça göstermekle kalmadı; koca bir hikâyeyi tek bir kadraja ve resme hapsetmenin hem o hikâyeye hem onun kahramanlarına hem de o hikâye ile hafızasını zenginleÅŸtirecek kültüre bir haksızlık olduÄŸunu hatırlattı. Nitelikli bir çalışmayla Türkiye’de bulunan Arap aklının kimlerden oluÅŸtuÄŸu, sayılarının ve vasıflarının ne olduÄŸun tespit edildiÄŸi taktirde, geçmiÅŸte Türkiye’ye sığınan Yahudi bilim adamlarının ülkeye yaptığı katkıya benzer tecrübeler yaÅŸanabilir. Bu kuÅŸkusuz hem bu toprakları onlar için bir vatan kılacak hem de onların bu toprağın yerlileri olarak kabulünde de önemli bir rol oynayacaktır.
 
 
Müellif: Zeliha Eliaçık / Kaynak: Nihayet  Dergisi -Aralık 2019
 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.