Sosyal Medya

İhsan Fazlıoğlu: Tarih hem ibret'tir, hem kuvvet

Bir milletin geçmişi yani tarihi üzerinde, en hafif tabirle, operasyon yapabilmek için göz önünde bulundurulması gereken ilk ilke, o milletin tarihinin yok-sayılması, bu mümkün değil ise değersizleştirilmesidir. Çünkü bir milletin gelecek'ini belirlemek o milletin geçmişini yani tarihini tanımlamaktan geçer.



Anglo-Amerikan sömürgeci zihniyet, en güzel ve en yetkin bir biçimde, Daniel Dofee'nün Robinson Cruse adlı romanında cisimleÅŸir: Ä°ngiltere dışındaki topraklar boÅŸtur; oralarda hiç birÅŸey yoktur. Cruse [Tanrı'dan sonra birinci olan Anglo-amerikan yani Ä°nsan] orayı isti'mar eder [Arapça'da sömürmek karşılığı, kökü 'bayındır kılmak' olan bir fiilin kullanılmış olması ilginçtir], oraya medeniyet götürür; sıfırdan baÅŸlayarak, dönüÅŸtürerek, kendisine ait kılarak, benzeterek [=sömürerek]. Yer ise adadır, dolayısıyla anakaranın, baÅŸka bir deyiÅŸle anavatanının doÄŸal bir devamı deÄŸil, deniz aşırıdır; öyle ise anavatanın doÄŸallığını bozmayacak, bozamayacak, tersine onu besleyecek, maddî ve manevî [=zihnî] bir yapaylık'a kavuÅŸturulmalıdır.
 
Bir milletin geçmiÅŸi yani tarihi üzerinde, en hafif tabirle, operasyon yapabilmek için göz önünde bulundurulması gereken ilk ilke, o milletin tarihinin yok-sayılması, bu mümkün deÄŸil ise deÄŸersizleÅŸtirilmesidir. Çünkü bir milletin gelecek'ini belirlemek o milletin geçmiÅŸini yani tarihini tanımlamaktan geçer. Ä°ÅŸte bu nedenledir ki, Türk milletinin tarihini tanımlamak; 'siz ne idiniz ki' sorusunun yanıtını bulmak; kısaca dendikte, 'ne olacaksınız' sorusunun yanıtını vermek demektir. Son zamanlarda, deÄŸiÅŸik mahfillerde tekrar gündeme getirilmeye çalışılan, en basit deyiÅŸi 'Türkler göçebedir' biçiminde özetlenebilecek Selçuklu-Osmanlı tarihini menfi tanımlama çabaları, esas itibariyle, Türklerin geleceÄŸini tayin için Türklerin tarihini boÅŸ [=yahut deÄŸersiz] kabul etme giriÅŸimidir. Böyle bir kabul yabancılara operasyonları için imkan verecek; iÅŸbirlikçi yerlilere de vicdan rahatlığı saÄŸlayacaktır: "Zaten biz ne idik ki ne olacağız".
 
Ä°ÅŸte tam bu nokta sorunun en can alıcı, kırılma noktasıdır: Yabancıların "Siz ne idiniz ki ne olacaksınız" deyiÅŸindeki Sizi, yerlilere söyletmek, dolayısıyla Biz haline dönüÅŸtürmek: "Biz ne idik ki ne olacağız". Sizin Biz haline dönüÅŸmesi; bizzat yerlilerin kendi geçmiÅŸlerini yok saymaları [=ya da deÄŸersiz kılmaları], en azından geçmiÅŸlerinden utanmaları nasıl saÄŸlanabilir? BaÅŸka bir deyiÅŸle yerlilere "Biz falanca veya filanca devletler, milletler olmadan 'adam/insan' olamayız; bir ÅŸey yapamayız" dedirtmek nasıl mümkündür? Elbette bu sorunun tek bir yanıtı var: EÄŸitim! Kısaca, anaokulundan temel eÄŸitime, liseden üniversiteye deÄŸin yerli çocuÄŸa, gence, kiÅŸiye "Senin bir geçmiÅŸin yok" inancını yerleÅŸtirmek; akabinde de "Sen bizsiz bir ÅŸey yapamazsın; senin gelecek'in biziz" dedirtmek; bu halet-i ruhiyeyi bir düÅŸünme ve davranış biçimine dönüÅŸtürtmek.
 
Anglo-amerikan zihniyeti için önemli olan milletlerin bağımsızlığı deÄŸildir. Tersine milletlerin mekana iliÅŸkin bağımsızlıkları iÅŸlerin iyi yürümesi için bir gerekliliktir [Dünya düzeni bu nedenle eyalet kavramını çok sever]. Korkulan, bir milletin özgürolmasıdır; yani bir milletin özünün gürleÅŸmesine imkan veren bir yaÅŸama biçimine ve bunu saÄŸlayan bir eÄŸitim ve terbiye anlayışına sahip olunmasıdır. Bir milletin özünün gürleÅŸmesi ancak ve ancak o milletin doÄŸal seyrine yani tarihine kavuÅŸmasıyla mümkündür. Köklerini tarihlerinde bulan arzuları, tutkuları, istekleri, beklentileri ve ümitleri ketlenen, engellenen milletler kendi devletlerine karşı yabancılaşırlar. Bu karşılıklı yabancılaÅŸma ise milleti sürekli bir iç-savaÅŸ halinde tutar; sonucundan da yabancılar beslenir.
 
Daniel Dofee'nün Robinson Cruse adlı romanındaki, yukarıda iÅŸaret edilen çerçeveye uygun olarak Türk tarihinin yok sayılması yahut en azından karalanması [=deÄŸersizleÅŸtirilmesi], peÅŸisıra efendilerin istekleri yönünde dönüÅŸtürülmesi, deÄŸiÅŸtirilmesi, Tanzimat'tan bu yana, Londra'ya, Kahire'ye, Paris'e, Ä°slamabad'a, Moskova'ya, Tahran'a, VaÅŸington'a, Cezayir'e gidip gelen, bir türlü bu topraklarda kök salayamayan, Ä°stanbul'u bulamayan zihnî göçebe aydınların en birinci vazifesi olmuÅŸtur: Türk milletinin özünün gürleÅŸmesi elinden alınmış; yapaylaÅŸtırılmış, sürekli bir iç-çatışma ortamı içerisine sürüklenmiÅŸ, "biz ne idik ki ne olacağız" psikozu içerisine yuvarlanmış; tüm bu hedefleri düÅŸünüÅŸ ve davranış biçimi haline dönüÅŸtürecek bir eÄŸitim [=ve dolayısıyla düÅŸünce] sisteminin cenderesi içerisine sokulmuÅŸtur.
 
Joseph Conrad, Nostromo: A Tale of Seabord adlı eserinde bu durumu açıkça ÅŸöyle dile getirir: "Dünya istesin ya da istemesin, biz dünyanın iÅŸlerini yürüteceÄŸiz. Dünya baÅŸka türlü yapamaz; sanırım biz de." Dünya böyle bir talebi geri çevirirse yanıt hazırdır: "Kimin iyi yerli kimin kötü yerli olduÄŸunu biz Batılılar kararlaÅŸtırırız; çünkü tüm yerliler bizim tanımamız sayesinde varlık kazanıyor, var-oluyor. Yerlileri biz yarattık ve düÅŸünmeyi öÄŸrettik.". Öyleyse mevcud duruma iliÅŸkin soru sormak, yani cevap taleb etmek, 'itiraz etmek' anlamına gelir. Bundan dolayı "sömürgeci iyilikseverlik dünyayı demokrasi için güvenli bir duruma getirmeyi" planlar. Bunun için de "Yerliler bizim uygarlığımız için eÄŸitileceklerdir". Bu eÄŸitimin ilk ve vazgeçilmez tek ilkesi ise, "Her ÅŸeyi Batı Medeniyeti'nin tanımladığı ÅŸekilde benimsemektir".
 
Yapılan alıntı Joseph Conrad'ın kaleminden Anglo-amerikan niyetini apaçık bir biçimde ortaya koyuyor: Tüm dünyada, [ama özellikle Türkiye'de] soru sorabilecek, cevap talep edebilecek insan yetiÅŸmesi ve böyle bir insanın yetiÅŸmesini mümkün kılacak eÄŸitim zihniyeti engellenmelidir. Yoksa hiç kimse Türk okullarında Amerikan millî marşı söylenmesinden, ÅŸükran gününün anılmasından, cadılar bayramının kutlanmasından, Türk dilinin ingilizceleÅŸmesinden, Türk gençlerinin 'yankee'leÅŸmesinden, ahlaklarının dumura uÄŸramasından, hem maddî ve hem manevî açıdan ikinci bir KurtuluÅŸ Savaşı veremeyecek hale gelmesinden/getirilmesinden ÅŸikayetçi deÄŸil. Yeter ki düzeni sarsacak bir soru soracak ve cevap talep edecek bir kiÅŸi dahi yetiÅŸmesin. Öyle ya Türkler NATO üyesidir; üye olunan düzene iliÅŸkin sorulacak her soru, talep edilecek her cevap üyeliÄŸi zedeler. Peki!, Türk olmaktan nasıl kurtulunulur? Yanıtı basit: Türk tarihinden kurtularak! Bu nasıl saÄŸlanır? Bu sorunun da yanıtı kolay: Türk gençliÄŸini Anglo-amerikan deÄŸerlerine [=protestan ahlaka] göre eÄŸitmekle, terbiye etmekle; kısaca demek gerekirse, Türk milletini içerik itibariyle yapaylaÅŸtırarak yani tarihsizleÅŸtirerek.
 
Her milletin doÄŸal yeri tarihidir. Bir milletin doÄŸal yerini bulması o milletin özünün gürleÅŸmesini, özgürleÅŸmesini saÄŸlar. Bu nedenle her millet eÄŸitim ve terbiye sistemini doÄŸal yerini verecek bir biçimde organize etmelidir. Aksi takdirde, millet yapay yerde yapaylaşır; bir süre sonra da iç-çatışmaya yuvarlanır. Sonuç: maddî ve manevî (=zihnî) imkanların tükenmesi ile birlikte o milletin de tarih sahnesinden silinmesidir. Unutulmamalıdır ki tarih yalnızca ibret alınacak deÄŸil, aynı zamanda kuvvet alınacak/devÅŸirilecek bir zemindir. 
 
 
Kaynak: Anlayış Dergisi, (Sayı 13)

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.