Sosyal Medya

Balkanlar, I. Murat ve Nobel Denklemi

Devlet arşivlerindeki bir belge, 1901 yılından itibaren verilmeye başlanan Nobel ödülleri törenine 1912 yılında Osmanlı Devleti’nin de davet edildiğini göstermektedir. 1895 yılında büyük bir miras bırakıp ölen Alfred Nobel, mirasından bir vakıf kurularak her yıl, Fizik, Kimya, Tıp-Psikoloji ve Edebiyat alanlarında ödüller verilmesini vasiyet etmiştir. Bu ödüllerin İsveç Kraliyet Akademisi tarafından dağıtılmasını isteyen Nobel, ayrıca bir Barış Ödülü ihdas edilmesini ve bunun da Norveç parlamentosunun seçeceği bir komite tarafından verilmesini istemiştir. Bu ayrımı niye yaptığı; Norveç’e bu imtiyazı niye verdiği ise hâlâ tartışma konusudur.



Aslında tartışma konusu olan diÄŸer husus da onun bu cömertçe davranışının altında yatan sebeplerdir. Bugüne kadar yüzün üzerinde ödül dağıtan kurulların seçimleri tartışmalı olsa da bu büyüklükte ve prestiji bu seviyede olan baÅŸka bir ödül ortaya konulmaması Nobel’i önemli kılmaktadır.
 
Bu konuda yapılan spekülesyonlara raÄŸmen gizemini koruyan bu ödül dağıtma törenine, Osmanlı Devleti’nin -elimdeki belgeye göre- ilk defa 1912 yılında davet edildiÄŸi anlaşılmaktadır. Stockholm Osmanlı Büyükelçisi Mustafa Åžekip Bey, Gabriel Nuradukyan Efendi’ye yazdığı bir raporda, ödül törenini anlatmaktadır. Gabriel Nuradukyan, Ermeni asıllı Osmanlı bürokratlarından olup o sıralarda kurulan Ahmet Muhtar PaÅŸa’nın Büyük Kabinesi’nin de Hariciye Nazırı’dır.
 
Sırp Katliamı karşısında saygı duruÅŸuna geçen bir yazara ödül verenlerin; tarihi gerçeklerin bilinmesine raÄŸmen hâlâ ABD Senatosu’ndan Türkleri suçlayan bir Ermeni tasarısı geçirenlerin akıllarının almayacağı bir görüntü: Stockholm’da Nobel töreninde Müslüman bir büyükelçi, Ä°stanbul’da Ermeni bir Hariciye Nazırı.
 
Mustafa Åžekip Bey, 12. ödül törenini ve kimlere verildiÄŸini anlattığı raporunda; edebiyat ödülünün de, drama ve oyun yazarı olan Leh asıllı Alman edebiyatçı Gerhart Haupthmann’a verildiÄŸini kaydeder. Bu bilgiyi veren Mustafa Åžekip Bey, aynı yıl Norveç Komitesi’nin barış ödülüne layık kimseyi bulamadığını da yazmaktadır. Nitekim isabetlidir de. Dünyada bloklaÅŸmaların baÅŸladığı ve hızla Birinci Dünya Savaşı’na sürüklenilen o devirde, herkes, adeta savaÅŸ çığırtkanı olmuÅŸ, Osmanlı’yı önce Balkanlar’dan ve sonra da tarihten silmeye niyetlenmiÅŸtir. Kısaca, barış kimsenin umurunda deÄŸildir.
 
Bugün kurumları ile Batı, barış tesis ettiÄŸini iddia etse de iç dünyalarında ötekileÅŸtirdiklerine karşı hep bir kin, bir nefret üretmeyi de ihmal etmemektedir. Eserlerini okumadığım ama tavır ve davranışlarıyla Sırp Katliamı’nın savunucusu olduÄŸunu bildiÄŸim Avusturyalı yazar Handke’ye verilen ödülü nasıl açıklamak gerekmektedir. Acaba, barışı tesis etmek maksadıyla sanatın teÅŸviki mi; yoksa sanatı araçsallaÅŸtırıp kin ve nefretini dilin incelikleri altında saklama becerisi mi ödüllendirilmektedir?
 
Nobel Komitesi’nin ödül gerekçesi genellikle bir cümleden ibaret olup, ardında yatan tartışmalar ve görüÅŸmeler açıklanmadığı müddetçe bunu bilmek mümkün olamayacaktır. Ancak her halükârda sonuçtan mutazarrır olan herkesin ÅŸöyle düÅŸünme ihtimali vardır:
 
“Babamın aÄŸzından, insanlara özgü sapkınlığın, belleÄŸin, öfkenin, öç almanın her birimizin kanında var olduÄŸunu duymuÅŸtum, babam da bunu kendi babasının aÄŸzından duymuÅŸtu. Öte yandan öyle görünüyor ki, bu lanetli ovada kanı bedeninden böylesine hoyratça ayrılan tek hükümdar benim.”
 
Kimin sözleri bunlar? Mübarek naaşı Kosova’da kalmış olan Murad Hüdavendigar’ın desem inanmazsınız. Ben de inanmıyorum ama Ä°stanbul’da 2005’te 300 bin adet basılıp dağıtılan Dünya Edebiyatından Seçme Öyküler kitabında yer alıyor. Bir hizmet olarak bu öyküleri seçenler, Arnavut Edebiyatı’nın temsilcisi olan Ä°smail Kadare’nin öyküsünü de alıp bu cümleleri yüzbinler ile buluÅŸturmuÅŸlardır. Ä°smail Kadare’nin kurmaca öyküsündeki ana fikri bir yana; bu seçimi yapanların ne düÅŸündüÄŸünü bilmemize imkân yoktur.
 
Ancak Sırp Katliamının taze olduÄŸu o günlerde muhtemelen Murad Hüdavendigar’a yaptırılan ÅŸu yakarışa kanmışlardır:
 
“..Ulu Tanrım! Çevremdeki toprağı iyice altüst etsinler, çünkü kanımın birkaç damlası bile burada kalacak olursa, bu, tüm dünyanın belleÄŸinin orada yoÄŸunlaÅŸmasına yeter..”
 
Koca hükümdarı türbesinde altüst ettiren bu akıl tutulmasına ne dersiniz? Ä°smail Kadare bu sözleriyle, kendi temennisini mi; yoksa Batı’nın Balkanlar’da asla bir Müslüman izi, istemediÄŸini mi kastediyor?
 
Peki ya öyküyü seçenler.
 
 
 
Müellif: Zekariya KurÅŸun / Kaynak: YeniÅŸafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.