Sosyal Medya

Yasin Aktay: İran'ın Hegemonyasındaki ülkelerde, Şiilerin İran'a baş kaldırması

İranlı yöneticiler bu vesayetçi rollerini gizleme ihtiyacı da hissetmiyorlar zaten. Uzun bir süredir İranlı yetkililerin gururla ifade ettikleri “4 Sünni başkentine hakim oldukları” yönündeki beyanları herkesin dilinde. Dört Sünni başkentinden Bağdat, Şam, Beyrut ve Sana kast ediliyor.



Irak’ta 2 aydır devam etmekte olan protesto gösterileri Arap dünyasında devrim rüzgarlarının yeni bir dalgasını oluşturuyor. Tabii devrimlerin kısa vadede hangi aşamalardan geçtikleri sonradan kimin müdahaleleriyle nasıl rayından çıkarılarak karşı devrim dalgalarıyla kırılıp boğuldukları konusunda taze ve acı örneklerimiz var. Yine de her biri kendi içinde oldukça trajik sonuçları olan bu örneklerde bile halklardaki daha iyi yönetime doğru devrim iradesi tamamen yok edilemiyor.
 
Boğulduğu zannedilen yerlerde bile devrim iradesi her vesileyle yeniden nüksediyor. Çünkü Arap dünyasında halklarla yönetimler arasında ciddi bir kopukluk var. Yönetimler halklarını temsil etmediği gibi, halklarının iradelerini kontrol altında tutmak ve kaynaklarını başkaları adına sömürmekten başka bir işleve sahip değiller.
 
Kendi halklarına dayanmayan yöneticiler, ayakta kalabilmek için başka dayanaklar edinmek durumunda kalıyorlar ve bu da onları ülke kaynaklarını bu uğurda güçlü ve hami gördükleri yabancılara rüşvet olarak veya himaye karşılığı peşkeş çekmeye götürüyor. Kendi halkıyla savaş halinde olan Mısır yöneticisi Abdülfettah el-Sisi’nin gerek Nil üzerindeki baraj meselesinde gerek Akdeniz Münhasır Ekonomik Bölge Sınırları konusunda Yunanistan’a ve İsrail’e verdiği tavizler başka türlü anlaşılamaz. Ayakta kalmak için muhtaç olduğu kudreti halkından değil de İsrail, ABD ve Avrupa’dan alacağı düşüncesi onu halkına daha da uzaklaştırıyor.
 
Lübnan ve Irak’ta ise Batılı güçlerden ziyade İran’ın etkisine ve ülke üzerindeki vesayetine karşı halkların bir isyanı olduğu net bir biçimde görülüyor. İranlı yöneticiler bu vesayetçi rollerini gizleme ihtiyacı da hissetmiyorlar zaten. Uzun bir süredir İranlı yetkililerin gururla ifade ettikleri “4 Sünni başkentine hakim oldukları” yönündeki beyanları herkesin dilinde. Dört Sünni başkentinden Bağdat, Şam, Beyrut ve Sana kast ediliyor.
 
İran’ın bu şehirlerde iddia ettiği hakimiyetinin, tek tek irdelendiğinde hiç birinin halkına hiçbir avantaj, iyilik, fayda getirmediği çok açık. Aksine İran kontrolü ile bu şehirlerin hepsinin maruz kaldığı tek şey yıkım, yolsuzluk, istikrarsızlık, iç savaş, yönetilemezlik ve sefalet. İran’ın bu ülkelere ihraç ettiği tek model bu.
 
Oysa bu modeli ihraç etmeden önce yine Sünni İslam dünyasında İran’ın nüfuzu da, algısı da, sempatisi de çok daha yüksek seviyedeydi. Hakimiyet kurdukça kendinden uzaklaştıran, nefret ettiren bir paradoksa yakalandı İran. Arap Baharı süreci başladığında İran’ın popülaritesi bir hayli yüksekti mesela. Ancak kısa süre sonra bu devrimlere karşı tavrı itibariyle Suudi Arabistan’dan veya BAE’den daha erdemli bir tavır ortaya koyamadı, aksine devrimlerin Yemen ve Suriye halkalarını kopararak bir karşı-devrimci rol oynadı ve Arap dünyasının kendi iradesiyle, kendi ayaklarının üzerinde durma mücadelesine karşı-devrimci, tutucu, statükocu bir rol oynadı.
 
2 aydır Bağdat’ta, daha uzun süredir Lübnan’da süren protesto gösterileri sadece Sünniler tarafından yürütülüyor olsaydı bunları karalamak ve bastırmak konusunda iş çok kolay olacaktı. Oysa bu sürecin başından beri ilk defa bu protestolar İran vesayetine karşı ağırlıklı olarak Şiiler tarafından yürütülüyor. ABD ve bazı Körfez ülkelerinden bu gösterilere destek açıklamaları gelse de hareketler öyle görünüyor ki, son derece sosyolojik dinamiklere dayanıyor ve göstericiler bu tür destek açıklamalarını reddediyorlar.
 
Halkların belli bir bilinç seviyesiyle birlikte daha iyi yönetim istemeleri, bunun için belli bir seviyeden sonra yolsuzluk ve kötü yönetime isyanda patlama noktasına gelmeleri özellikle Irak örneği göz önünde bulundurulduğunda mukadder. Çünkü Irak, ABD işgalinden itibaren eş zamanlı olarak adeta bir İran işgali de yaşıyor (Sadece bu eşzamanlılık bile halklar için ciddi bir güvensizlik nedeni). İran’ın bütün kurumlar üzerinde doğrudan kontrolü var ve yöneticiler Irak halkına hiçbir iyi yaşam vaat edemediler şimdiye kadar. Dünyanın en zengin petrol kaynaklarına sahip Irak bu kaynakları halkı için verimli kullanamıyor, çünkü kaynakların önemli bir kısmı üzerinde İran’ın kontrolü olduğu düşünülüyor.
 
İsyan eden Şii gençler, yanı sıra Irak’ın diğer bütün kesimleri Irak’ın sadece ABD’ye karşı değil, İran’a karşı da bağımsızlığını savunuyor ve bunun mücadelesini veriyor. İşin ilginci bu gençler İran’ın temsil ettiği dini-teokratik otoriteye karşı isyan ederken bu isyanı genel olarak her türlü teokratik vesayete karşı da yöneltiyor olmaları.
 
O yüzden Şii din adamlarından bir aşama sonra gelen destek açıklamalarını da reddetti göstericiler. “Gölge etmeyin başka ihsan istemez” dediler. Bu tavır aslında Şii gençlerin de diğer Iraklı gençlerin de her türlü teokratik yönetime karşı geliştirmiş oldukları tavrı da gösteriyor.
 
İran’ın temsil ettiği dini teokratik yönetimin sekülerleştirici etkisi öncelikle Şii kesimler üzerinde görülüyor, ama genel anlamda “İslam Devleti” kavramına karşı da ciddi bir tutum doğurup besliyor.
 
Aşırı görsellikle, şekilcilik ve törensellikle dışa vuran velayet-i fakih iradesi pratikte yaşanan yolsuzluklarla, fakirlikle, istikrarsızlık ve şiddetle buluştukça bunun sekülerleştirici bir etki yapması çok doğal.
 
Bu durum aslında sekülerleşme tartışmaları için üzerinde özenle durulacak, oldukça esinleyici yepyeni bir tecrübe olarak yaşanıyor.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.