Makale
Mezhep başka, mezhepçilik başka
Fırkacılık ve mezhepçilik de Müslümanların gerileme sebeplerinde kesinlikle ön sıralardadır.
Bizim hak dediÄŸimiz ‘dört mezhep’, ya da Ehlisünnet dediÄŸimiz Matüridîlik ve EÅŸ’arîlik içerisinde bile bilahare mezhepçiliÄŸe kayılabilmiÅŸtir. Bunu görmemiz ve kabullenmemiz gerekir.
Dört mezhep haktır, bütün olarak bunda şüphe yok. Ama mezheplerin hak olması, onlardaki her bir kişisel içtihadın doğru ve ilelebet din olması anlamına gelmez, bu bir.
İkinci olarak, mezheplerin ortaya çıktıkları zamanda dört değil belki dört yüz hak mezhep vardı. Yani hak, bu dört mezhebin söylediklerinden ibaret değildir. Çünkü mezhep, usulüne uygun anlama ve yorumlama demektir ve İslam anlayarak yaşamayı teşvik eder, o sürekli anlaşılacak ve yorumlanacaktır.
Ama bilahare mezhepler, o mezhepleri kurdukları söylenen büyük müçtehitlerin zamanında olduÄŸu gibi kalmadı. Kurdukları söylenen diyoruz, çünkü onlardan hiçbiri bir mezhep kurmak üzere yola çıkmamıştır. Onlar sadece iÅŸin doÄŸrusunu anlamaya çalıştılar ve her biri doÄŸal olarak şöyle dedi: ‘Benim içtihadım doÄŸrudur, ama yanlış olma ihtimali de vardır. DiÄŸerlerinin içtihadı yanlıştır, ama doÄŸru olma ihtimali de vardır’. Yine her biri, ‘benim görüşümün aksine bir sahih hadis görürseniz benim mezhebim odur’ diyerek mezhepçiliÄŸin kapısını kapadı, içtihatlar arası geçiÅŸkenliÄŸi saÄŸladı. Hatta Ebu Hanife (ar) ‘kimse benim görüşümü delilimi bilmeden ve anlamadan almasın’ diyerek iÅŸin prensibini ortaya koydu.
Bunların her biri birer mezhep, meÅŸrep ve mektep olarak aklın gücünü, kendi sınırları içinde, sonuna kadar kullandılar. Ama hakikatin ölçüsü olarak sırf kendi mezheplerini görmediler. Ne zaman ki, hakikatin ölçüsü ‘bizim mezhep’ oldu iÅŸte o zaman mezhepler mezhep ve meÅŸreb olmaktan çıkıp mezhepçilik baÅŸladı. Müslümanlar mutlak hakikati deÄŸil, mezhebe göre hakikati arar oldular ve güçlerini diÄŸer mezhepleri alt etmek için harcadılar. Böylece akıl da iÅŸlevini sadece bu çerçevede görmek zorunda kaldı. Koza gibi kendini kuÅŸattı. Derken bu güç kaybı Müslümanların gerilmesine müncer oldu. Yine de büyük âlimler meseleyi her zaman doÄŸru anladılar ama mezhepçiliÄŸe bütünüyle engel olamamakla suçun bir kısmı da onlarındır.
Sonuçta bu durum ideolojik İslamların doğmasına sebep oldu. Bu tabirle neyi kastettiğimizi zaman zaman söylüyoruz: Paket program olarak, önceden bir kabul ediniyorsunuz, sonra onun doğru çıkması için delilleri eğip büküyorsunuz.
Günümüzde de yazılan çizilenlere bakın, çoÄŸunun İslam’ın temel referanslarıyla tarafsızca doÄŸruyu arama deÄŸil, kendi edindiÄŸi doÄŸruyu üste çıkarma çabaları olduÄŸunu görecekseniz. Oysa İslam’ı doÄŸru anlamada metot şöyle olmalı deÄŸil miydi?
Ben bulunduğum, beslendiğim mezhep ve meşrep itibariyle böyle biliyorum ama benim bildiğim yanlış, öbürünün bildiği doğru olabilir. O halde, bazı kanaatlerimin değişmesi tehlikesine (!) rağmen delilleri aklıselimle düşünmeliyim ki, inancım taklitten tahkike ulaşmış olsun. Bunu söylerken elbette, yetkili yetkisiz herkes içtihat etsin demek istemiyoruz, ama yaptığının doğru olduğunu anlamak da bir seviyedir ve bu seviyeye herkes ulaşabilir.
Hz. İbrahim’i Allah (cc) neden bize üsve-i hasene/uyulacak bir örnekolarak gösterir ve onun örnekliÄŸinin bir kaçını Kuranıkerim’de bize nakleder. Bunlardan biri de onun Allah’a şöyle demiÅŸ olmasıdır; ‘tabii ki senin yeniden yaratabileceÄŸine inanıyorum ama istiyorum ki, kalbim de mutmain olsun’ (Bakara 260). Bunu Allah bize niçin duyuruyor olabilir?
Åžunu da bilmeliyiz; mezhepler doÄŸru anlaşıldıklarında, yani mezhepçilik yapılmadığında hiçbir zaman fırka olmadılar, İslam’ın bir bütün olarak tutarlı anlaşılmasını saÄŸlamakla rahmet oldular. Dolayısıyla mezhepleri yok sayıp, her ÅŸeye sıfırdan baÅŸlamak da, herkes kafasına göre takılsın, dört deÄŸil, dört yüz milyon mezhep olsun demekten farklı deÄŸildir.
İslam hukukunun ilk ve yegâne kanunlaÅŸtırması sayılan muhteÅŸem Mecelle’nin olumsuzluklarından biri olarak, mezhepçiliÄŸe kaçmış olması gösterilir. 1865’te salt Hanefi görüşüyle yürürlüğe giren Mecelle altı yedi senede tıkanmaya baÅŸlamış ve 1872’de ‘Mecelle Tadil Komisyonu’ kurularak bazı maddeler diÄŸer mezheplerden, hatta dört mezhebin dışından alınmak zorunda kalınmıştır. Çünkü İslam’da devletin mezhebi olmaz, ‘Ulü’l-emr’ bütün Müslümanların sahibidir. Ama Ahmet Cevdet PaÅŸa gibi hukuk dehası insanların bile böyle bir kabulün etkisinde yetiÅŸmiÅŸ olmasını göstermesi bakımından bu örnek önemlidir.
Hulasa mezheple, mezhepçiliÄŸi ve fırkacılığı birbirinden ayırmak gerekir. Fırkacılığın ve mezhepçiliÄŸin karşısında bütün mezheplerin ve meÅŸreplerin oluÅŸturduÄŸu Cemaat vardır. Cemaat toplar, diÄŸerleri parçalar. Hep söylüyoruz, cemaat Ulü’l-emr etrafında toplanmış İslam ÅŸurasıdır. Tek lider etrafında toplanan ve hakikatin yegâne temsilcisi olduÄŸunu zanneden gruplar fırkadırlar. Onlar için ‘cemaatler’ ifadesi kullanılması yanlıştır. Fırkalar ise mezhepçilikten de öte âdeta bağımsız birer din haline dönüşebilirler.
Kaynak: Yeni Åžafak
Henüz yorum yapılmamış.