Sosyal Medya

Makale

Sevgili Peygamberim...

Salât ve Selam üzerinize olsun.

Bu mektubu, şahsı maneviyatınız nezdinde yazıyorum.

Büyük yürüyüşünüzün üzerinden 1435 sene geçmek üzere, Allah izin verirse 1436. seneyi idrak edeceğiz. Kıymetli refikiniz Ebu Bekir Sıddık (r.a) hazretleri ile birlikte çıkmış olduğunuz bu büyük yürüyüşünüzün ana fikrine kuvvetle ihtiyacımız var. İnsanlar biri birlerini yurtlarından çıkarmaya devam ediyorlar. Savunmasız insanlar katlediliyor, kadınlar ve çocuklar çaresizlik içindeler. Annesinin kucağında açlıktan, hastalıktan, çirkin katliamlardan ölen milyonlarca masum çocuk var. Bir yudum temiz su, bir lokma ekmek bulabilenin kendisini dünyanın en mutlu insanı addettiği coğrafyalar var.

İmanımızdan dolayı ‘kamusal alanlar’ hiç bu kadar dar edilmemiş, özelimize yani haremi ismetimize hiç bu kadar el uzatılmamış, insanlık namerde hiç bu kadar muhtaç olmamıştı. Bunları şahsı maneviyenizde söylemekten büyük utanç duyuyorum. Haklı olanın güçlü değil, güçlü olanın haklı olduğu günlerdeyiz. Utancım; ümmetinizin bir ferdi olarak bizlere bırakmış olduğunuz emanet ve mirasınızı koruyamamış olmanın ezikliğindendir.

Hakkınızda yazılmış binlerce ciltlik kitaplara, on binlerce beyitlik şiirlere rağmen sizi anlamamakta bu kadar ısrarcı olmamızın nedenleri çoktur. Büyük yürüyüşünüz Hicreti anlatan kitaplarda Siz bir türlü Medine’ye varamıyorsunuz. Mekke’deki evinizden çıkışınızla başlayan olağanüstülüklerle bezeli yakıştırmalar yol boyunca devam ediyor. Sizin neden Medine’ye Hicret ettiğinizin ana fikriyle hemhal olan yok gibi. Kitaplar ve şiirler, sığınmış olduğunuz mağaranın önündeki güvercin ve yumurtaları ile uğraşmaktadırlar. Örümcek ağına takılıp kalmış şairler en duygulu naatlarını hıçkıra hıçkıra terennüm etmektedirler. Peygamber sevgisini; süslü, abartılı ve duygulu bir gönül ile anlatan yazımlar, terennüm edilen şiirler elbette ki Size olan muhabbettendir. Fakat bu muhabbet, Sizi bir ‘örnek’ şahsiyet olma noktasından maalesef kopartmaktadır.

Hali hazırdaki ümmetiniz, Sizin pak hayatınızı, çetin mücadelenizi dinlerken, okurken, terennüm ederken karşılarında görebildikleri sadece ‘insanüstü’ bir Peygamber. Kendisine erişilemez birisi, insanlara nasıl örneklik teşkil edebilir ki. İnsanüstü bir varlığı örnek alabilme noktasında bilinçaltlarımızda gelişen imkânsızlığı itiraf edemiyorsak da, mesajınızı algılamada içine düşmüş olduğumuz zaafımız bizi ele veriyor. Hâlbuki Siz, defalarca ve defalarca bir ‘kul ve beşer’ olduğunuzu ilan etmiştiniz.

Bu ilanınız vahiyle de teyit edilmişti. Maksatsız veya maksatlı, iyi niyetli veya kötü niyetli, bu ‘örneklik’ makamından koparılışınız, ebedi kurtuluş mesajınızı algılayamama güçlüğümüzün en büyük nedenidir. Kıymetli sahabeniz gözünüzün içine bakardı. Sizin örnekliğinizin vuruculuğu ve ikna ediciliği aynı yaşam şartlarını paylaştığınız insanlarla beraber olmanızdandı. Hakareti ve işkenceyi, alayı ve aşağılanmayı, açlığı ve susuzluğu, zulmü ve zulmeti, savaşı, zaferi ve yenilgiyi, sevinci ve kederi hep beraber yaşadınız.

Ümmetiniz; bizler Sizin pak hayatınızı, çetin mücadelenizi dinlerken, okurken, terennüm ederken ebedi kurtuluşa ermiş gibi davranıyoruz. Ebu Cehiller, Ebu Lehebler artık yaşamıyormuş gibi, müşrikler artık kız çocuklarını toprağa diri diri gömmüyorlarmış gibi,zulüm artık yokmuş gibi, işkence, hakaret, alay, aşağılama hiç yokmuş gibi. Siz Kâbe’deki putları devirdiniz; bizler artık putperestlik çağının bittiği zannı içinde; hep’ gibi ve zan’ içinde yaşıyoruz. Ebu Lehebleri, Ebu Cehilleri sadece tarihsel kişiler gibi algılıyoruz. Onların bir sembol, bir ana fikir olduğu hiç akıllarımıza gelmiyor. Eğer onların sadece tarihsel kişiler olmadığını anlayabilseydik, onları zulmün ve sömürünün, küfrün ve şirkin sembolleri olarak görebilseydik; çağdaş Ebu Lehebleri, Ebu Cehilleri, tarihsel Ebu Leheb ve Ebu Cehillerle eşleştirebilme yetisine kavuşabilirdik.

Pak hayatınız ve çetin mücadeleniz yaşanmış ve bitmiş gibi anlatılıyor. Ümmetinizin bir kısmı sakat bir ‘sabır’ anlayışı içinde uzlaşmayı ibadet mertebesine ulaştırabilmiş, diğer bir kısmı Ehli Beytinize ağlamaktan bitap düşmüş; bu bitap düşüş içinde Zatınızı dahi unutacak hale gelmiş, diğer bir kısmı ise yorgun bedenimizi dinlendirmek için sırtınızı dayamış olduğunuz ağacınızı kesip yerine saraylar inşa etmişlerdir. Hâlbuki o ağaç sizin sarayınızdı. ‘Düşmanın silahı ile silahlanmak’ düsturunuzu, ‘düşmana benzemek’ haline çevirdik.

Hiçbir beşeri görüş, düşünüş, ideoloji ve mülahazalara nasip olmamış ve olamayacak, bütün kuşatıcılığı ile yaşanmış ‘örneklik’ realitenizi, Mekke ve Medine site devletleri özneline sıkıştırıp donduran anlayışımız ile tebliğimiz, anakronik söylemlere dönüşmekte, İslam mesajının çağlar üstü gerçeğini sadece bir iddia haline çevirebilmekteyiz. Büyük yürüyüşünüzü anlamış olsaydık; gidişin esasında bir dönüş olduğunu, safların, tarafların net bir şekilde ortaya konulması gerekliliğini anlar, konjonktürel dalgalanmalardan medet ummaz, her defasında hüsrana uğrayanlardan olmazdık.

Mekke’den çıkışınızda kıymetli refikiniz Ebu Bekir (r.a) ile birlikte iki kişi idiniz. Mekke’ye ise on binlerce kişi ile döndünüz. Dönüşünüz ile birlikte yüz binlerce kişi koştu makamınıza, kurtuluşa. Allah’ın imkân ve mümkünü bu idi. Hiç kin gütmeden, intikam duymadan herkesi sarıp sarmaladınız. Tatlı yorgunluğunuzu dindirmek için sırtınızı yasladığınız ağaç gölgesinden yüz binleri, görevini yapmış olmanın iç huzuru ile vakur bir alçak gönüllülükle izlediniz. Güç ve iktidarın, elde tutulan bir kor ateş olduğunu buyurmuştunuz; o kor ateş, ellerimizi, bedenlerimizi, sahih din algılarımızı ve vicdanlarımızı yaktı kavurdu.

Büyük yürüyüşünüzün üzerinden 1435 yıl geçti ve 1436. yıla girmek üzereyiz. Kendisini değiştirebilenlerden, ebedi kurtuluşa erebilenlerden, sizi hakkıyla anlayabilenlerden olmak tek isteğimdir. Münacatım ve duam bu yöndedir.

Salât ve Selam üzerinize olsun.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.