Arif Arcan: Sahabe Yaşıyor
Bahçesinden elma aşıran çocuklara o kadar hırslanmıştı ki; ikisini bir yakalasa, temiz bir sopa çekecekti. ‘KomÅŸuyu da hizaya getirmek lazım.’ KomÅŸusu, bahçesindeki aÄŸacını keserken yıkmış olduÄŸu çitini daha onarmamıştı. Kapı eÅŸiÄŸinde uyuklayan köpeÄŸini tekmeledi. ‘Defol iÅŸe yaramaz miskin. Evi koruyacağına sürekli uyukluyorsun.’ Çok sinirlenmiÅŸti. SakinleÅŸmek için televizyonu açtı. Kanallar arasında dolaşırken esir takası görüntülerine takılı kaldı. Kısa bir müddet sonra da uyuklamaya baÅŸladı.
SavaÅŸ meydanının tozu dumanı daha yere inmemiÅŸti. Dizlerinin üstüne çöktürülmüÅŸ, başı eÄŸdirilmiÅŸti. YorulmuÅŸ ve çok susamıştı. ‘Resulullah geliyor’ fısıldaÅŸmaları ile bir dalgalanma oldu. İslam Peygamberinin kaÅŸları çatılmıştı. ‘Esirleri rahatlatın, yarası olanları tedavi edin, susuzluklarını ve açlıklarını giderin.’ diye buyurdu. Biraz önce ölümüne kılıç kılıca geldikleri sahabenin kahredici eli birden ÅŸefkat eline dönüÅŸüvermiÅŸ, yarasını temizleyen sahabenin güleç yüzüne ÅŸaÅŸkınlıkla bakakalmıştı. ‘Fidye için imkânın var mı?’ sorusuna ‘Ben fakir bir adamım. Bu savaÅŸa da ganimet umudu ile dahil oldum.’ Cevabını verince endiÅŸelenmiÅŸ, infazının acısız olmasını dilemiÅŸ. ‘Okuman yazman var mı?’ sorusunu duyunca ilgiyi kuramamış güç duyulabilecek bir ses ile ‘var’ diye bilmiÅŸ. ‘Tamam, çocuklarımıza okuma yazma öÄŸret. Sonra serbestsin.’ Kulaklarına inanamamıştı. Boynunun aÄŸrıdığını hissedince uyuklamasını bozmadan koltuÄŸa tamamen uzandı.
Alparslan’ın ordusu muhkem bir kaleyi muhasara etmiÅŸti. Kale çok muhkemdi ve muhasara uzadıkça uzuyordu. Bir ordu komutanıydı ÅŸimdi. Sultan Alparslan’ı selamlayarak huzura vardı. ‘Sultanım bir planım var’ dedi. ‘Anlatasın’ dedi Alparslan. ‘Sultanım. Kale çok muhkem ve iaÅŸe hususunda dayanabilecek stokları mevcut. Fakat su açısından zaafları var. Åžu hemen aÅŸağıdaki dere kale içinden geçiyor. Derenin önüne bir bent yapar yatağını deÄŸiÅŸtirirsek bir süre sonra susuzluktan dirençleri kırılır, kaleyi teslim ederler.’ Alparslan’ın yüz hatları gerilmiÅŸti. ‘Komutan sen ne dersin! Kale içindeki ahaliyi susuzluktan kırmayı mı teklif edersin. Sen Peygamberimizden hiç mi bir ÅŸey öÄŸrenemedin. Var mıdır ahlakımızda böylesi bir zalimlik.’
Uyuklaması uykuya vardı. ÜÅŸüdüÄŸünü hissetti. Bacaklarını karnına çekti. Ellerini koynuna soktu.
Bosna’da dehÅŸet bir katliam ve zulüm yaÅŸanıyor. Sırplar Bosnalı kadınlara tecavüz ediyor, vahÅŸet, Avrupa’nın orta yerinde en ilkel hali ile sergileniyor. Åžimdi de Bosnalı bir komutandı. Aliya’nın yanına varmıştı. ‘Efendim, Sırplar bizim kadınlarımıza tecavüz etti. Çocuklarımızı öldürdü. Köylerimizi yaktı. Åžimdi biz de Sırpların bir köyünü kuÅŸatma altına aldık. Biz de onlara bize yaptıklarının benzerini yapacağız.’ Aliya, o aydınlık gülümsemesi ile ‘Onlar gibi davranamayız. Çünkü onlar bizim öÄŸretmenimiz deÄŸildir.Biz de zalimlerden olursak, zulme karşı savaÅŸmamızın bir anlamı kalmaz. Yeryüzünün öÄŸretmeni olabilmek için gökyüzünün öÄŸrencisi olmak lazım.’
Birden uyanıverdi. Yahudi bir esir Hamas askerine sarılmış aÄŸlamaktadır. Televizyonu kapattı, dışarıya çıktı. Arazisinin etrafındaki çitleri elleriyle söktü. Tahta çitlerin iÅŸ gören parçalarından elma aÄŸaçlarının gövdelerine saÄŸlamca merdivenler yaptı.
Arif Arcan

Henüz yorum yapılmamış.