Mehmet Bulayır: İnsan Nedir Bildin mi Sen?
İnsan, sözlüklere göre Arapça “ünsiyet etmek, alışmak” kelimesinden geliyor. Bir baÅŸka sözlük “evcilleÅŸmek” tabirini kullanmış. Aslında her ikisi de son tahlilde aynı ÅŸeye iÅŸaret ediyor olsa da ikincisi bana daha çarpıcı geldi. Bu kabule göre insan; doÄŸuÅŸta “yabani” olarak doÄŸuyor, zamanla ehlileÅŸerek “insan” oluyor demektir. Kavrama, tasavvuf terminolojisi açısından baktığımızda insan hayvanlarla aynı kategori de baÅŸlıyor hayata. DoÄŸuÅŸla birlikte sahip olduÄŸu nefsin baÅŸlangıç seviyesi olan nefs-i emmâre, tamamen içgüdüsel olarak fiziksel ihtiyaçlarına odaklı bir yaÅŸam formuna iÅŸaret ediyor. İnsan, zamanla intisap ettiÄŸi ahlaki öÄŸretilerin öÄŸütlerine uyarak mertebe kazanıyor. İnsanın “insan” olma süreci denilen bu yolculuÄŸa eÅŸref-i mahlukat olma serüveni de diyebiliriz.
Batılı biyologlar ise Homo sapiens ve bunun türevleri birtakım adlar vererek düÅŸünen, alet kullanan, sosyalleÅŸen vb. kategoriler adı altında insanı hayvandan ayırmaya çabalıyorlar. Bu ayrım, ahlaki temelden yoksun daha çok biyolojik ve düÅŸünsel temele dayanıyor. Oysa bugün biliyoruz ki hayvanların bazı türleri de kısmen de olsa akıl edebiliyor, alet kullanıyor ve sosyalleÅŸiyor. Dolayısıyla bu adlandırmalar, insan ve hayvan arasındaki ayrımı belirgin bir biçimde ortaya koyan bir tasnif olmaktan uzak.
Günümüz bilim dünyasında da hâkim olan bu düÅŸünce biçimi, yani Batılı zihin tasnifi yani sadece düÅŸünsel yetiler üzerinden insanı tanımlayan bakış açısı, doÄŸası gereÄŸi insanın her türlü heves ve hevasının tatminini meÅŸru kabul ediyor. Bu minvalde görece farklı isimlerle bir yaÅŸam felsefesi kuran, ahlakı seküler temellere indirgeyen bakış açısına sahip sosyolojilerde, insanlar ile hayvanlar arasındaki sınırın giderek daha belirsizleÅŸtiÄŸine; insan tekinin, alabildiÄŸine haz peÅŸinde ve kendi çıkarlarına odaklanmış olarak zalimleÅŸtiÄŸine ÅŸahit olmaktayız. Yine tasavvufi terminolojiyle konuÅŸacak olursak eÄŸer insanın sıfır noktasından tersine doÄŸru yani esfeli sâfiline olan yolculuÄŸuna tanıklık ediyoruz. Buna dair dünyanın bir tarafında açlıkla boÄŸuÅŸanlar dururken, diÄŸer tarafında tokluktan obezite problemiyle uÄŸraÅŸanları, her türlü cinsel eÄŸilimi meÅŸru görüp bunu teÅŸvik edenleri; kendi çıkarları için sudan bahanelerle ülkeleri iÅŸgal edip bombalar yaÄŸdıranları örnek olarak verebiliriz.
Ben böyle düÅŸüncelere dalmışken İnsan suresine bakmak geldi aklıma. Yüce Yaratıcı, üçüncü ayette ÅŸöyle diyor: “Åžüphesiz biz onu (ömür boyu yürüyeceÄŸi) yola koyduk. O bu yolu ÅŸükrederek ya da nankörlük ederek kat eder.”
Buradan anlıyoruz ki insan olmanın birinci ÅŸartı, yolda olmaktır. Yola çıkan insan için yol bir intihandır, “insan olma” serüvenidir. Yolun çukuru, yokuÅŸu vardır. Yol terletir, yorar insanı; nefesini tıkar, sonu gelmez sanırsın. Karı vardır, çığı vardır, tıkar önünü, zincir kâr etmez, tırmanamaz, yolda kalırsın. Beklemek gerekir, sabretmek gerekir, gün olur geçer fırtına, diner tipi, yetiÅŸir dağın ardında bekleyenler. Gün olur, bir daÄŸ başında lastiÄŸin patlar, deÄŸiÅŸtirir devam edersin, tamam vardık menzile derken, diÄŸeri patlar, stepnesiz çaresiz kalırsın geçenin karanlığında. KuÅŸ uçmaz kervan geçmez. Olsun, yine de bilirsin ki sabah olacak. Bir el uzanacak darda kalana. “Kul sıkışmayınca, Hızır yetiÅŸmez.” denmiÅŸtir. Ancak marifet beklemekte deÄŸil, marifet Hızır’ı beklemek iradesine sahip olmaktadır, zira ne zaman geleceÄŸi bilinmez, vakte deÄŸil vaade ram olmak gerek. Belki de bu kez gelen, Hızır vekili Azrail’dir. Gelene razı olunca insan, yolculuk istikamete doÄŸru olunca gönderenin hatırına, yolunda ölmek de bir istikamet deÄŸil midir zaten! Hz. Mevlana’nın devimiyle, “Åžeb-i arus, müjdesi olur son nefes, vuslatı bekleyene”.
“İnsan” olma yolana çıkan bilir, yolcuya istikamet gerektir. Menzili mübarek olanın seferi de mübarektir. Lakin bir o kadar da meÅŸakkatle yüklüdür. Her zorluÄŸa sapan kavÅŸakta yol ikiye varır; saÄŸdan giden darlık yokuÅŸu, soldan inen varlık ÅŸeridi. “İnsan”a giden eÅŸref-i mahlukat yolu her daim yokuÅŸ, her daim kendinden geçme, her daim kardeÅŸini kendi nefsine tercih etme yoludur. İnsandan vazgeçme denen esfel-i sâfilîn yolu, her daim benlik çukuru, her daim yasaksız, kuralsız, ÅŸehvet ÅŸeridi.
Yola çıkana bir de yoldaÅŸ gerek elbet. Lakin yoluna göre yoldaÅŸ edinmeli insan. “KiÅŸi dostunun dini üzeredir” denmiÅŸtir. Dünya gözü, kalp gözünü kirletir. Başını eÄŸmeli insan çokça, gözüne düÅŸen karanlıktan sakınmalı kalbini. Çünkü kalp kirlendi mi, akıl yolunu ÅŸaşırır. Lakin yolun imtihanı bitmez; vardın sanırsın bir tepe daha doÄŸar önünde, oldum sanırsın, olmakla olur en çetin sınavın. Bir gün yoldaÅŸ sandığın, sırtını döndüÄŸün, yardımına koÅŸtuÄŸun, düÅŸtüÄŸünde kaldırdığın, gönlünü baÄŸladığın bir gün bakarsın yeni ve zorlu bir yol kavÅŸağında soldaki yoldan sapıvermiÅŸ yokuÅŸ aÅŸağı. Elini boÅŸ bırakmış, kalbine kor düÅŸürmüÅŸ. İnsan, elbisesinden sıyrılmış, gayret kemerinden soyunmuÅŸ. İnsanın belki de en zor sınavıdır, dost sandığıyla sınavı. İnsan sandığının insanlıktan sıyrılmasına nasıl dayansın insan! Oysa kadim bilgi bize bunu öÄŸretiyor. İnsan bu yolda ya ÅŸükreder ilerler ya da nankörlük eder yolundan sapar.
Nefes aldığımız ve dolayısıyla yolda olduÄŸumuz sürece, yolun meÅŸakkatleri bitmeyecektir. Dolayısıyla bizim elimizden tutacak biri, her daim var olacaktır. Çünkü Rabbimizin vaadidir. "Her zorlukla birlikte bir kolaylık vardır".
Ve üstad M. Akif Ersoy’un ifadesiyle, "Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol. Yol varsa budur, bilmiyorum baÅŸka çıkar yol"
Mehmet Bulayır
Not: Bu makale, “Muhal ile Mümkün arasında” adlı eserden iktibas edilmiÅŸtir.

Henüz yorum yapılmamış.