Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Abdurrahman Arslan: İslamcılığı ‘Başkalarına’ Vererek, ‘Müslümanlığı’ Kendilerine Alanlar

Röportaj: Asım Öz - HAKSÖZ



Yirminci yüzyılın sonu, modernist düÅŸünceye yöneltilen eleÅŸtirilerin yoÄŸunluk kazandığı bir dönem oldu. Ä°slâmcılık, bu eleÅŸtirilerin belki de en çok etkilediÄŸi akım. Söz konusu eleÅŸtirilerin gündeme getirdiÄŸi, Ä°slâmcı düÅŸüncenin, entelektüel ve siyasi kökleriyle ilgili deÄŸiÅŸiklikler doÄŸurmaya aday tartışmalar, Abdurrahman Arslan’ın yazılarının ve konuÅŸmalarının çıkış noktası. Modern dünyanın yaÅŸadığı kırılma ve dönüÅŸüm, Müslümanları da bir yol ayrımına getiriyor. Müslümanlar ya modernitenin öngördüÄŸü süreçlere katılarak ona yeni bir ‘ruh’ verecekler ya da kendi teorik temellerine yaslanarak öncelikle bir hayat tarzı olarak kendini görünür kılmanın ve korumanın imkân ve çıkış yollarını arayacaklar. Abdurrahman Arslan’la Sabra Davet Eden Hakikat kitabı vesilesiyle yaptığımız söyleÅŸi; onun teorik ufkunun kökenlerini, yönelimlerini ve ortak meselesini görmek bakımından oldukça önemli.

Gerek süreli yayınlarda yayımlanmış makale, deÄŸini ve söyleÅŸilerinizde gerekse ilk kitabınız “Modern Dünyada Müslümanlar”dan son kitabınız “Sabra Davet Eden Hakikat”e deÄŸin giriÅŸtiÄŸiniz çaba ve cevaplamak üzere sorduÄŸunuz yeni sorular ve sorunlar; Müslümanların da içinde olduÄŸu dünyanın genelinde yaÅŸanmakta olan yeni bir dönüÅŸümün de irdelenmesine dönük esaslı bir çaÄŸrıyı içinde taşımaktadır. Yüz yüze gelinen sorunların derinliÄŸinin ve kapsamının tespit ve çarelerini arama gayreti nasıl bir seyir izledi/izliyor?

Birkaç boyutta ele alınması gereken bir soru bu. Zira sözünü ettiÄŸiniz sorunun önce kendisi üzerinde düÅŸünülmesi gerekiyor; acaba böyle bir sorunla karşı karşıya mıyız, diye sormamız gerekiyor. Ancak ondan sonra sorunun derinlik ve kapsamını tahlil ve tartışmaya konu edebiliriz. Ama açıkçası bu konuda bir ilgisizliÄŸin, kayıtsızlığın olduÄŸunu söylemek mümkün Fakat ÅŸu da var ki meselenin baÅŸlangıcında bulunuyoruz, dolayısıyla tespitle ilgili çabaların yaygın olmadığını görmek kanımca umut kırıcı olmamalıdır. BilindiÄŸi gibi tespit yapılmadan veya bu hususta artan bir rahatsızlık olmadan, dolayısıyla bir mutabakat oluÅŸmadan çare arayışları her zaman cılız kalmaya mahkûmdur. Åžimdilerde tespit gayreti, hatta buna yönelik yeterli bir ihtiyaç duyulmadığından, tabii olarak çare arayışlarına da fazla rastlamıyoruz. Açıkçası 20. asırdaki alışkanlıklarımızı müthiÅŸ bir rehavet içinde 21. asırda da sürdürme eÄŸilimi olduÄŸunu söyleyebiliriz. Oysa bunun, kiÅŸisel kanıma göre tam tersi olmalıydı; 21. asırda ortaya çıkan köklü ve kapsamlı deÄŸiÅŸimler karşısında Müslümanların daha fazla uyanık ve teyakkuz durumunda olmaları gerekirdi. Bugün maalesef 19. asırdaki Müslümanların zor ÅŸartlar içinde dahi gösterdiÄŸi gayret ve arayışı içinde bile deÄŸiliz. Bu rehavetin, bu duyarsızlığın ve bu sorumsuzluÄŸun sebeplerine eÄŸilmemiz gerekiyor. Zira bir dünya görüÅŸünün yaÅŸadığı “meÅŸruiyet” kaybıyla ortaya çıkan ciddi meseleler karşısında Müslümanlar bu kadar ilgisiz kalamazlar. Üstelik 21. asırda cereyan eden bu hadiseler karşısında anlama ve çare gayretleri artık önceki asrın entelektüel alışkanlıkları, kabulleriyle olmamalıdır; zaten olması da mümkün deÄŸildir. Aksi halde ortaya çıkan deÄŸiÅŸimleri ve bu deÄŸiÅŸimlerin bizi nereye götürdüÄŸünü anlamak mümkün olmaz.

Ä°çinde yaÅŸadığımız dönemin tarihsel bir kırılma anına tekabül ettiÄŸini ifade ediyorsunuz “Sabra Davet Eden Hakikat”in giriÅŸinde. Bu tarihsel kırılmayı hangi olaylar ve süreçler içinde okumayı anlamlı buluyorsunuz? Bu okuma ve anlamlandırma sürecinde karşılaÅŸtığınız “yeni durum”un belli baÅŸlı nitelikleri nelerdir?

Bu kırılma ya da bu kırılmanın kökeninde dünyayı aÅŸağı yukarı dört yüz seneden bu yana ÅŸekillendirmekte olan bir “hakikat” telakkisinin meÅŸruiyetini yitirmesi bulunmaktadır. Dünyayı, insanı, toplumu ve hayat dediÄŸimiz evrenin kendisiyle meÅŸrulaÅŸtırıldığı; onun aracılığıyla açıklanmaya ve anlamlandırılmaya çalışıldığı bir hakikat telakkisi artık kurucu iÅŸlevini yitiriyor. Ä°çinde yaÅŸadığımız sosyal dünyamız giderek kırılmayla beraber dönüÅŸüme uÄŸrayan bu yeni “durumun” kendini görünür kıldığı bir dünya halini alıyor, yeni anlamlar kazanıyor. Bu “yeni durum” ise doÄŸrunun, hakikatin olamayacağını, her ÅŸeyin “izafi” ve “anlık” olduÄŸunu ilan eden bir zihniyetin ÅŸekillendirdiÄŸi; daha çok bedensel taleplerin, dolayısıyla “hazzın” ve “temaÅŸanın” öne çıktığı bir hayat telakkisini ifade ediyor. Beden “evi” terk ediyor; kamusal alan onun yeni evi ya da gösteri mekânı halini alıyor. Ve elbette ki buna baÄŸlı olarak mahremiyet de dönüÅŸüyor. Bu da tesettürle ya da sakal, cüppe ile aşılacak bir sorun deÄŸil.

Bu kırılmayı ve onun sebep olduÄŸu her deÄŸiÅŸimi yeni baÅŸtan bir defa daha kendimize ait hakikat telakkisinden hareketle tahlile tabi tutmamız gerektiÄŸine inanıyorum. Onu Ä°slam’ın hakikat telakkisine göre yeniden anlamlandırmamız lazım. Bu insanın olduÄŸu kadar eÅŸya dünyasının kendi asliyetine iade edilmesi demektir. Ya da hayatı “restore” etmek, “yeniden” kurmak demektir.

Hemen bütün düÅŸünsel gündemlere hâkim gibi görünen neoliberal söylem ve bu söylemi besleyen felsefi temeller nelerdir? Müslüman düÅŸünürlerin ve siyasilerin bu söylemi kolaylıkla ve meÅŸrulaÅŸtırarak içselleÅŸtirmeleri ya da benimsemeleri nasıl bir zihniyet haline iÅŸaret ediyor?

Karşı karşıya olduÄŸumuz bu yeni hakikat telakkisi, aslında hakikatin olmadığını ilan eden bir hakikat telakkisidir. Bu her ÅŸeyin her ÅŸeye ya da her ÅŸeyin kendisine uyum saÄŸlamasını kolaylaÅŸtıran önemli bir hususiyetin sahibidir. Ancak kendine uyum göstermeyen bütün düÅŸünce ve ideolojileri de sahnenin dışına sürmeye ya da iÅŸlevsiz hale getirmeye çalışmaktadır. Bu yeni ve hakikatin olmadığını ilan eden telakkiye, isterseniz diyelim ki ideolojiye zaman kaybetmeden kolayca uyum gösteren klasik liberalizm oldu. Dünün klasik liberalizmi bugünün neoliberalizmi olarak bir kez daha her ÅŸeyi kasıp kavurmaktadır; bütün deÄŸerlerin içerik anlamını boÅŸaltmakta, her ÅŸeyi kendine göre düzenlemekte ve kendi kalıplarına dökmektedir. Pozitivizm ve modernizmi anlam kaybına uÄŸratırken kaba doÄŸrularını yıkmakta; ancak yaptığı bu “put kırıcılık” bugün eski putların baskısı altındaki insanlarına da özgürlük olarak görünmektedir. Yakın dönemde yaÅŸadıkları baskılar, zihnen öteki dediÄŸini çeliÅŸkili bir ÅŸekilde taklit ederek düÅŸünce üretmekle meÅŸgul Müslüman entelektüel muhayyile için sahici olmayan bu yeni özgürlük “konsepti” ve/veya dünya “algısını” içselleÅŸtirmek kolay olmaktadır diyebiliriz. Fakat mesele aynı zamanda zihinsel bir dönüÅŸümle birlikte cereyan ediyor; zaten bu da kaçınılmaz bir ÅŸeydi. Ahlaktan ve merhamet­ten, hatta eÅŸitlikçilik ideolojisi cihetinden eÅŸitlikten arındırılmış bu yeni özgürlüÄŸün bu kadar kolay, çabuk ve tahlil edilmeden, ArÅŸimet’in hamamdaki hali gibi Müslümanlarca keÅŸfedilip benimsenmiÅŸ olmasında sanırım Ä°slam’dan çok, dünyevi endiÅŸeler daha ağır basmaktadır. Bu “alt-yapı”nın “üst-yapı”yı belirlemesi deÄŸildir; daha vahimi Müslümanın dünya ve nefsiyle olan iliÅŸkisinde ciddi bir deÄŸiÅŸim olduÄŸuna iÅŸaret etmesidir.

Ä°slâm’ı, görecelik temelli çoÄŸulculuk anlayışına entegre etmenin ve bu yüzyılda hayatı “pazar ekonomisine” dönüÅŸtüren neoliberal ideolojinin tahlil edilmesinde önemli açılımlar sunacak iki örnek var güncel olarak. Ä°lki muhafazakâr iÅŸadamlarının kendilerini gerçek burjuva olarak tanımlamaları diÄŸeri ise kapitalizmin Müslümanların yitik malı olduÄŸu yönündeki yaklaşımlar. Bu güncel örneklerden de hareketle bu meÅŸrulaÅŸtırma durumunun gün geçtikçe derinleÅŸtiÄŸi kanaatine ulaÅŸabilir miyiz?

Evet, ulaÅŸabileceÄŸimizi söyleyebilirim. Ancak sözünü ettiÄŸiniz bu muhafazakâr iÅŸ adamlarını ve onların daha yeni keÅŸfettiklerini zannettikleri burjuvalığı fazla ciddiye almamak gerekiyor. Önce ÅŸunu söyleyelim ki, muhafazakârlık ÅŸeklinde kavramsallaÅŸtırılan “o” neyse; kimi, neyi, niçin ve ne ÅŸekilde ifade ediyorsa, bilinmelidir ki Ä°slam’da onun bir karşılığı yoktur. Müslüman olmaklık ayrıdır, muhafazakâr olmaklık ayrıdır. Tali ÅŸeylerdeki benzerlikler bu ayrılığı ortadan kaldıramaz. Önce muhafazakârlık dediÄŸimiz meselenin Batı’da kilise karşıtlığı yaparak ortaya çıkan liberalizmden sonra oluÅŸmuÅŸ bir ideoloji olduÄŸunu hatırlamakta fayda var. Ä°slam ve Müslümanlık, muhafazakârlık kategorisinde yer alması imkânsız anlamlara sahiptir.

Bunun yanında burjuva olmak da öyle övünülecek bir ÅŸey deÄŸildir; zira Batılı tecrübe içinde burjuvazinin kökeninde sadece görgüsüzlük ve sömürü yoktur, bunlarla beraber aynı zamanda hırsızlık da vardır. Bizimkisi ise burjuvalık deÄŸil, Batı dışındaki toplumların efendiliÄŸe özenen sonradan görmüÅŸ sözüm ona zenginleridir. KeÅŸke bunlar neoliberalizmden felsefi düzeyde az da olsa haberdar olabilselerdi, belki o zaman adaletin tedavülden kaldırıldığı, adına piyasa denen haramilerin dünyasında merhametin olmadığını görebilirlerdi. O zaman Ä°slam’ı dünyevi ideallerine alet etmekten eÄŸer hâlâ kalmışsa hayâ edebilirlerdi. Bu “Müslümanlar zengin olmamalıdır!” demek deÄŸildir. Ä°nsanoÄŸlu zenginliÄŸi ne burjuvaziyle ne de modern dönemle beraber gördü. O insanla birlikte; kâh müminler kâh Karunlarla birlikte mevcuttu. Sözüm ona bu burjuvalar Müslümanlara zenginlik dersi veremezler; Ä°slam adaletin olmadığı bir dünyadaki zenginliÄŸi, hâkim sistemin saÄŸladığı bir “gasp” olarak nitelendirmektedir. Bunu asla unutmayalım.

Günümüz dünyasına özellikle Müslüman dünyasına, kendi dünyamıza baktığımız zaman dünyevileÅŸmenin birtakım temel parametreleri dediÄŸimiz neler görebiliriz?

Müslümanların hayata dair ideallerinin kahir ekseriyeti artık Ä°slam’ın deÄŸil, modern zihniyet dünyasının Ä°slam’la bezenmiÅŸ idealleridir; bu da bu dünyevileÅŸmenin açık göstergesi sayılır. Bu yüzden günümüzde Müslümanların kendileriyle ilgili bir gelecek tasarlama hususunda yine kendilerine ait bir iradenin belirleyici rolünden bahsetmek mümkün deÄŸil. Müslümanların hayatının akışının ana mecrasını belirleyen; Müslümanın zevkini, sevincini, mutluluÄŸunu, umudunu belirleyen ve anlamlandıran artık modern ideallerin kendisidir. Söz gelimi namazını elbette ki kılacak, ancak vakit ayırarak deÄŸil, bunu vakit bulduÄŸunda yapacaktır. Dindarlığını belli günlerde belli aylarda yoÄŸunlaÅŸtırarak; mesela Pazar sabahı namazını Eyüp’te kılmaya gidecek, çocuÄŸunun gözünde Pazar’ı Cuma’dan daha sevinçli güne dönüÅŸtürecek, hem de bunu bir karnaval havasında yapacaktır. Bu dindarlık gibi görünse de dindarlık olmaktan çok, dindarlığın yeni bir çeÅŸididir. Çünkü bugün Müslüman artık Ä°slam’ı ve amellerini içinde yaÅŸadığı sosyal iliÅŸkiler dünyasının, isterseniz buna hayatın diyelim, öngördüÄŸü baÄŸlamlara göre düÅŸünmekte ve o baÄŸlamlardan hareketle bir Ä°slam anlayışına varmaktadır. Burada hayattan kovulan “sünnet”, hayata önderlik yapan Müslümanın rasyonelleÅŸmiÅŸ aklıdır artık.

Ä°çinde bulunduÄŸumuz yüzyılda Ä°slâm’ın bir din olarak deÄŸil, artık bir “sorun” olarak gündemde bulunduÄŸunu ifade ediyorsunuz. Yirminci yüzyılda da benzer bir sorun görme hali vardı. Hatta daha öncesinde Hz. Peygamber’in döneminde de. Elbette birtakım farklılıklar olacaktır. Sanırım siz de bu farktan hareket ediyorsunuz. Ä°slam’ın sorun olarak görülme nedeni nedir?

Ä°slam kendi hakikat telakkisiyle her ÅŸeyi meÅŸruiyet krizine sokmaktadır. Bir düÅŸünce sistemi ya da ideoloji, meÅŸruiyetinin tartışmaya açılmasına asla tahammül gösteremez. Çünkü hakikat telakkisi her zaman ve her toplumda kurucu iÅŸlev üstlenerek hayatı kendine göre düzenler ve anlamlandırır. Bu nedenle meÅŸruiyet krizine sebep olan her ÅŸeyin ortadan kaldırılması gereken bir soruna dönüÅŸmesini anlamak zor deÄŸil. Ä°slam’ın meÅŸruiyet krizi yaratan bir “öteki” olarak muamele görmesinde kanımca bu husus önemli bir noktadır.

Hayrettin Karaman içinde bulunduÄŸumuz yüzyılda her Müslümanın Ä°slamcı olması gerektiÄŸine vurgu yapıyordu. BaÅŸka isimler (Tanıl Bora, Ä°smail Kara) ikisi arasında esaslı bir ayrım yapıyordu. Peki, siz Ä°slamcılık ile Müslümanlığı birbirinden nasıl ayırırsınız?

Her ne kadar burada verilecek cevap Ä°slamcılığın tanımına baÄŸlı kalacak olsa da ben Ä°slamcılık ile Müslümanlığı birbirlerinden ayırmanın mümkün olmadığına inanıyorum. DüÅŸünce ve hayatın pratiÄŸinde böyle bir ayrım yapmak neredeyse imkânsızdır bana göre. KeÅŸke bunları ayırabilmek varsayıldığı gibi bu kadar kolay olabilseydi; o zaman karşı karşıya olduÄŸumuz mesele de fazla karmaşık ve zor deÄŸil, içinden kolayca çıkabileceÄŸimiz bir mesele demek olabilecekti. Oysa geçmiÅŸi neredeyse iki asrı aÅŸmış bu karmaşık ve travmatik meselenin, herkes de biliyor ki basitçe bir isimlendirme ile hallolması mümkün deÄŸildir. Ä°slamcılığı “baÅŸkalarına” vererek, “Müslümanlığı” kendilerine almak isteyenler modern dediÄŸimiz hadiseyi hâlâ basitçe bir BatılaÅŸma ve/veya Batılılara benzeme meselesi olarak anladıklarından, belli ki Ä°slamcılığı hâlâ “tarihsel” bir sorun olarak görmekten kurtulamamaktadırlar. Oysa Ä°slamcılık bir tercih meselesi deÄŸildir; söz gelimi marketten bir ÅŸeyi alıp almama deÄŸildir. Ä°slamcılık Müslümanın modern dünya içindeki hali, düÅŸüncesi ve tavrıyla ilgilidir. Modern dünyayla yüz yüze gelen Müslümanın ret veya kabulünü de içeren entelektüel tutumunu, tavrını ifade eder. Ä°slamcılık “öteki” karşısında Müslümanın aldığı pozisyonu ifade eder; bu tarafsız kalma ÅŸansı olmayan bir durumdur. Bu farklı bir düÅŸünce, yaÅŸama ve hayat evreni karşısında Müslümanın pratik düzlemde kendi kimlik bildirimi, bu kimliÄŸi amel düzeyinde koruma ve hariçten gelen farklı bir duruma aynı zamanda iÅŸaret etme halidir. Ä°slamcılığı isimlendirmelerde deÄŸil, Müslümanların zaman ve mekân algısını alt üst eden “modern olan”la imtihanındaki düÅŸünce, tutum ve amellerinde aramak gerekiyor. Zamanını ve mekânını modernitenin düzenlediÄŸi bir hayatın içinde “Ben Ä°slamcı deÄŸilim!” demek, fazla bir anlam ifade etmez; o istese de istemese de böyle bir hayatta düÅŸünce, tavır ve tutumuyla Ä°slamcı olmaktan kurtulamaz.

Seksenli yılların sivil toplum tartışmalarından kitabınızda yer alan ‘Sivil Müslüman’ kavramına deÄŸin sivillik odaklı tartışmalar Müslümanın zihnini nasıl bir deformasyona uÄŸrattı? Neyi tecrübe etti Müslümanlar bütün bu süreçte? Müslüman entelektüeller üzerlerine düÅŸeni yapabildiler mi bu süreçte?

Bu yıllarda baÅŸlayan “sivillik” tartışmalarından Müslümanların kendileri için herhangi bir netice çıkardıklarını hiç sanmıyorum. Müslümanın zihni artık yaratıcı olma vasfını bir süreden beri yitirmiÅŸ haldedir; o sadece taklit ederek düÅŸünce üretmekte. Bu yüzden de taklitçi bir zihnin kendisi için bir netice çıkarmasını beklemek o zihne haksızlıktır. Aksi halde yaÅŸadıklarına bu kadar yabancılaÅŸmasını izah etmek imkânsız olurdu. Müslümanlar bir kere siviliteden başından itibaren sadece asker/devlet karşıtlığını anladılar ki, bunun da meselenin felsefi özüyle fazla iliÅŸkili olabileceÄŸi söylenemez. Bu yüzden de mesele tartışılırken, meselede aynı zamanda meselenin bizzat kendisi Müslümanları zihnen sekülerleÅŸtirdi; Müslümanın zihni Ä°slam’ın hüküm ve otorite bildiren deÄŸerleri karşısında giderek “ihtiyari” bir tutum edinmeye baÅŸladı. Bu kadar kolaycılığın ve basit indirgemeciliÄŸin neticede Müslümanların entelektüel birikimine bir ÅŸey katacağını beklemek kanımca biraz hayalcilik olur. Ancak bunun Müslümana illaki bir ÅŸey kattığını söylemek gerekirse; evet bu tartışmalar Müslümanı daha çok bireyci hale getirdi ve Ä°slam’ı da Müslümanın kendi bireyselliÄŸi baÄŸlamında anlamasına sebep oldu diyebiliriz.

Müslümanlar arasında yapılmaya baÅŸlanan ve çoÄŸu zaman Batılı bir itirafı çaÄŸrıştıran kendi kimlik ve kiÅŸilikleri, dünya görüÅŸlerini bir tür redd-i miras diyebileceÄŸimiz biçimde yadsımalarını nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?

Müslümanların en azından bir kısmı kendi Müslümanlıklarını artık baÅŸka paradigmadan ya da onun deÄŸerlerinden hareket ederek anlamlandırmaktadırlar. Bu zihinsel bir dönüÅŸümü ifade ediyor. Nihayette zihin de içinde yaÅŸanan sosyo-kültürel ortamda ÅŸekillenmeye mütemayil bir ÅŸeydir, eÄŸer özen gösterilmezse günümüzün iletiÅŸim ortamında açıkça görüldüÄŸü gibi çabucak dönüÅŸebilir. Bizim Müslüman olmaklığımız her zaman Müslümanca düÅŸünmemizin teminatı olmayabilir. Bugün bu durumu yaşıyoruz; bu yüzden kolayca kendi aidiyetimizi baÅŸkalarına ait kimliklerde arayabiliyoruz ve o kimlikler aracılığıyla kendimizi ifade edebileceÄŸimize, anlatabileceÄŸimize inanıyoruz. Oysa bu bir yanılgıdır.

11 Eylül sonrasında Batı’nın Müslümanlara dönük kavrama biçiminde hangi deÄŸiÅŸiklikler oldu? ABD’nin dünyada ve OrtadoÄŸu’da yaptıklarının/yapma niyetini ortaya koyduÄŸu faaliyetlerin bu olayla irtibatı var mı? Müslümanlar cihetinden olaylara bakıldığında Bush’tan Obama’ya nasıl bir manzara ile karşılaşıyoruz? Anglosaksonlar için OrtadoÄŸu’nun, öyle görünse de petrol havzası olmanın ötesinde anlamı olan bir yer olduÄŸunu ifade ediyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

Batı’nın hakikat telakkisinde meydana gelen kırılma Batı’yla birlikte bütün dünyayı bir güven bunalımına sokmuÅŸtur. Kendinden emin olamama hali, hem bir içe kapanma halini hem de her ÅŸeyi kendine karşı bir tehdit olarak algılamaya sebep olur. Batı’nın üstünlüÄŸünün tartışma götürmediÄŸi bir zamanda Ä°slam’ı tehdit olarak görmesi, Ä°slam/Müslümanlarla ilgili olmaktan önce kendi bünyesinde yaÅŸadığı bu güven kaybıyla ilgilidir. Batı kendi dışındaki dünyayla erken modern dönemde kurmuÅŸ olduÄŸu “dili” terk etmelidir, yeni bir dil üzerinden yeni bir iliÅŸkiye ihtiyaç var. Obama bu yeni dili temsil etmeye çalışıyor; ancak eski alışkanlıklardan kurtulmak kolay deÄŸil.

Ä°lk kitabınız “Modern Dünyada Müslümanlar”da Mayıs 1968 sonrasında meydana gelen bir olay olarak Ä°ran Ä°slam Devrimi’nin “geleneksel” olma hususiyetine vurgu yapıyorsunuz. Bu kitabınızda da “1979 Ä°ran Devrimi, daha sonra deÄŸinmeye çalışacağımız gibi, her ÅŸeyden evvel ‘geleneksel Ä°slâm’ın, modern dünya karşısında sürdürdüÄŸü itirazının haklı ve doÄŸruluÄŸuna iÅŸaret etmesiyle, Müslüman dünya için ayrı bir önem taşıdı.” diyorsunuz. Oysa geleneksel Ä°slam’ın teorisini ortaya koyan Seyyid Hüseyin Nasr, bu devrimi modernist olarak nitelendirmiÅŸti. Geleneksel Ä°slam kavramını çekincesiz olarak sahiplenme durumundan hareketle ÅŸunu merak ediyorum: Siz bu kavramsallaÅŸtırmayı hangi sebebe binaen yapıyorsunuz? Ä°çeriÄŸini nasıl anlamlandırıyorsunuz?

Önce belirtmem gerekir ki, S. H. Nasr’ların temsil ettiÄŸi “Traditionalist” ekolden deÄŸilim. DoÄŸrusu bu ekolün neyi savunduÄŸunu da hak ettiÄŸi kadar bilmiyorum. Sözünü ettiÄŸiniz meseleyi her ÅŸeyden evvel sadece Müslümanlarla ilgili olarak dile getirmeye çalıştım. Hani Ä°slamcılığın “iÅŸe yaramaz” bulduÄŸu ve kolayca “gelenek” kategorisine alarak haksız bir ÅŸekilde eleÅŸtirdiÄŸi Ä°slam’ın “âlim” ve “medrese” anlayışının, hiç de onun varsaydığı gibi “miskinliÄŸi” temsil etmediÄŸine vurgu yapmak istedim. Bunun yanında yine bu anlayışın Ä°slamcılıktan daha “baÅŸarılı” olduÄŸuna dikkat çekmeye çalıştım. Burada baÅŸarıyı asla devrimle özdeÅŸleÅŸtirmiyorum; tersine Ä°slam’ın eÄŸitim ve öÄŸretimini, halkın içinde olmaklığı, Müslümanların nabzını elde tutmaklığı kastediyorum ve tabii ki en önemlisini, ilmiyle amel etmeyi… “Aydın”da bunu bulmak kolay deÄŸil. Bu devrimin modernist boyutunu, siyasal ufkunu tartışma ayrı bir husustur ve elbette ki tartışılmalıdır. Burada “geleneksel Ä°slam” derken kendimce önemli bulduÄŸum ve birbirlerinden ayrıştırılmaları mümkün olmayan iki hususa dikkat çekmek istemiÅŸtim. Bunlar “bilgi” ve “toplumsal önderlik” meseleleridir. Geleneksel Ä°slam’da bunları ayrıştırılmamış olarak buluyoruz. Âlim, yani müçtehit bunu temsil ediyor; sadece bunu deÄŸil bir de Peygamber varisi olma gibi bir özelliÄŸi var. Peki, ÅŸimdi size soruyorum; “Müslüman aydın”ı nereye “istihdam” edebiliyoruz ve ne türden bir görevle kendini görevlendirmiÅŸtir. Âlimin konumuna talip olduÄŸu bir gerçek, ama meÅŸruiyetini nerden almayı düÅŸünüyor bu belli deÄŸil. Onun beslendiÄŸi köken, ihtiyaç duyduÄŸu meÅŸruiyeti ona saÄŸlayamaz. Ä°ran’daki çekiÅŸme de aslında bu deÄŸil mi?

Peki, bu konudaki eleştirileri nasıl karşılıyorsunuz?

Bu konudaki eleÅŸtirilerin bir kısım ilahiyat ve imam hatip camiasından gelmesi, herkes için sürpriz olsa bile benim için hiç sürpriz olmadı. Bekliyordum ve beklentim doÄŸru çıktı. Bu demektir ki Allah’ın izniyle doÄŸru yoldayız. Laikleri eleÅŸtirirken Ä°slam’ı Ä°slam adına modernleÅŸtirenlerden tepki gelmesi kaçınılmazdı ve bu da zaten olmakta.

Müslümanların modern dünya ile karşılaÅŸmaları neticesinde ortaya çıkan iki eÄŸilim yani “modernist Ä°slam”/Müslümanlar, diÄŸeri de “geleneksel Ä°slam”/Müslümanlar olduÄŸunu ifade ediyorsunuz. Bu iki farklı anlayışa mesafeli duran Müslümanların çabalarını ve zihni faaliyetlerini nasıl deÄŸerlendireceÄŸiz?

Ä°slamcı düÅŸünce ciddi bir kırılmadan geçiyor. Bunun tamir edilmesi gerekiyor. Bu da ancak kökene dönmekle mümkündür. Bu Ä°slamcılığın dediÄŸi anlamdaki bir öze dönüÅŸ deÄŸil, Ä°mam Gazali’nin yaptığı ÅŸekilde bir kökene dönüÅŸ olmalıdır. Modernist Ä°slam’ın hariçten devÅŸirdiÄŸi argümanları, kendini onlarla meÅŸrulaÅŸtırdığı sebepler bugün büyük nispette geçerliliÄŸini ve anlamlarını yitirdiler. Modern çaÄŸda deÄŸil, artık postmodern çaÄŸda Ä°slam’ı düÅŸünmeliyiz. Bu çaÄŸ “Ä°slam’ı asrın idrakine söyletme”nin yanlışlığını artık anlamamız gerektiÄŸine iÅŸaret ediyor. “Hayat” ve “toplumu” yeniden kurmanın söz konusu edildiÄŸi zamanlarda kökene dönmek, “geleneÄŸi” restore etmek demektir. Buna ihtiyacımız olduÄŸuna inanıyorum; zira bu hayatımızdan çıkmış olan sünnetin yeniden ihya edilmesi olacaktır.

“Ä°slam felsefesi” tabiri oldukça tartışmalı bir kavram. Bazıları bu kavramı kabul ederken bazıları reddediyor. Sizi Müslümanların kültürel tarihindeki felsefe yapma biçimi ve buna dönük olarak getirilen ya da ortaya konulan eleÅŸtirilerin bugün için de geçerliliÄŸini bütünüyle koruduÄŸu kanaatine ulaÅŸtıran nedir?

Çok haklısınız. Tartışmalı bir kavram ve Müslümanın meramını anlatmaya hiç de elveriÅŸli deÄŸil. Bu hususta söylemeye çalıştığım ÅŸudur: Müslümanlar, hatta Müslüman olmayan sözgelimi Taocular, Hindular farklı dünya görüÅŸüne sahip insanlar Batı, yani Grek tipi felsefe yapmak zorunda deÄŸillerdir. Böyle bir felsefe anlayışı, felsefe dediÄŸimiz o soylu insani faaliyeti kısırlaÅŸtırır, tek tipleÅŸtirir. Batı felsefesinin periferisine atar. Bu durumda bizim, Ä°slam, Taocu ya da Hindu tefekkür tarzından, yani bunların yaptığı “felsefe”den bahsetmemiz imkânsız olur. Felsefe yapmak varlık dünyasını, beÅŸeri olanı yorumlama faaliyetiyse, bu aynı zamanda bir anlamlandırma faaliyetidir. Hiçbir yorum hiçbir anlamlandırma faaliyeti onu yapanın dünya görüÅŸünden yani “hakikat telakkisinden” bağımsız geliÅŸmez… Müslüman da kendi hakikat telakkisine göre bu faaliyette bulunmaktadır. Bu Batı felsefesine benzemek zorunda mıdır; zaten istese de benzeyemez. Zira bu tefekkür biçiminin ya da bu akletme faaliyetinin insan ve varlık anlayışı farklı kabullerden hareket etmekte. Müslümanların felsefe yapma biçimi kendi başına bir disiplin olarak ortaya çıkmıyor. Bir kelam olarak, bir tasavvuf olarak, bir fıkıh olarak her alanda söz konusudur diye düÅŸünüyorum. Batı felsefesini de katarak konuÅŸursak, hangi felsefi çaba akidevî bir mesele olma özelliÄŸi taşımaksızın ortaya çıkmakta; hangi felsefi çaba, yorum veya sorun bir hakikat telakkisine sırtını dayamadan düÅŸünce haline gelebilmektedir. Hiçbiri.

Gazali’nin hem yeni gelenekçiler (Dücane CündioÄŸlu) hem de kültürel çalışmalar içinde bulunan Hilmi Yavuz tarafından özellikle “Ä°slam’ın Zihin Tarihi” kitabında yeniden keÅŸfedildiÄŸini görüyoruz. Sizinle yapılan son söyleÅŸilerden birinde “Yeniden Gazalilere ihtiyacımız vardır.” diyorsunuz. Gazali’yi niçin bu kadar önemsiyorsunuz? Ona dönük eleÅŸtirilere, özellikle tasavvuf odaklı eleÅŸtirilere nasıl bakıyorsunuz?

Bu hususta bir kabulden hareket ediyorum. KiÅŸisel kanıma göre Müslüman muhayyile modernite tarafından ciddi ÅŸekilde kirlenmiÅŸtir. Müslüman düÅŸünce faaliyeti bu nedenle sürekli ÅŸekilde Ä°slami düÅŸünce adına Ä°slam’ı rasyonelleÅŸtirmeye çalışmakta. Bu çaba Müslümanı ait olduÄŸu kökenden kopararak mevcut hayata daha uyumlu hale getiriyor. Oysa bu hayat tarzına iÅŸlerlik kazandıran kurucu kabuller Ä°slam’a ait deÄŸil. Fakat buna raÄŸmen Müslüman da aslında bunu istiyor. Gazali, felsefecilerin akıl üzerine inÅŸa etmeye çalıştıkları Ä°slam düÅŸüncesinin yerine, saf bir iman üzerine inÅŸa edilmiÅŸ bir akılla cevap vermiÅŸti. Yani Müslüman muhayyileyi ait olduÄŸu kökene iade etti. Bunun müthiÅŸ bir önem taşıdığını söylemeliyim. Bunun yanında kiÅŸisel olarak aklı kirlenmiÅŸ ve nefsi fazlasıyla kışkırtılmış Müslüman ve onun muhayyilesini tezkiye etmeden Müslümanca düÅŸünmenin, Ä°slami bir düÅŸüncenin inÅŸasının mümkün olamayacağına inanıyorum. Bunun olabilmesinin imkânlarının da tasavvuf da olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Bunu tarikatların çürümüÅŸ dünyasında aramayı deÄŸil, ilk dönemlerin zühd ve takva ehli ilim ehlinin tasavvufla ilgili zengin birikimlerinde bulabileceÄŸimizi görüyorum. Tarikatların çürümüÅŸlüÄŸünü asla göz ardı etmememiz gerektiÄŸini biliyorum. Ama herkes de biliyor ki tasavvuf sadece tarikata indirgenemez. Bizim bilgi faaliyetimizde tasavvufun önünü açtığı imkânlar ihmal edilirse, ne yeni bir sosyal dünya ne de yeni bir hayat tarzı kurmak kanımca mümkün olmayacaktır. Artık herkes farkında ki artık Ä°slam bir forma/ÅŸekilselliÄŸe indirgenmiÅŸ, bir kabuk haline geliyor; yani kılık kıyafete indirgendi. Onun içindeki insanın enfüsi dünyasında Ä°slam’ın zenginliÄŸi yok. Bu insan ameli bir mesaj taşımıyor.

Tabii bu noktada sizin modernite eleÅŸtirilerinizde karşımıza çıkan tasavvuf olgusu var. Tarikat ve tasavvuf ayrımı da yapıyorsunuz. Tezkiyeyi sadece tasavvufla mümkün görmenizden hareketle düÅŸünce dünyanızda tasavvufun nasıl bir yer tuttuÄŸunu açıklar mısınız?

Çok basit bir ÅŸekilde ifade edersek, modernite sadece dünyanın ve hayatın deÄŸil, aynı zamanda imanın da akılcılaÅŸtırılmasıdır; yani rasyonelleÅŸtirilmesidir. Bizim epistemolojik geleneÄŸimizde tasavvuf “irrasyonel” olanı temsil etmez. Bu da onu Batı’nın spiritualizminden ayırır. Tasavvuf bu yüzden Batı akılcılığının “nefsi emmare”den bağımsız olmadığını söylerken onun büyüsünü bozmaktadır. Fakat aynı zamanda da modern bilginin masum olmadığını, Fransız filozofu Foucault’dan çok önce, bu bilginin “nefsin iktidarına” içkin olduÄŸunu söylemiÅŸ olduÄŸunu unutmamalıyız.

Müslümanların modernist, postmodernist ve neoliberal ideallerle nitelikli biçimde hesaplaÅŸmaları için gerekli olan tefekkür ve tahayyülün içerimleri neler olmalıdır sizce?

Sözünü ettiÄŸiniz bu üç ideolojinin ve onlara ait ideallerin farklı olmadığını, aslında köken olarak aynı paradigmanın farklı yansımaları olduklarını hatırda tutmakta fayda var. Bunların taşıdıkları kurucu özellik; birbirlerine muhalif, eleÅŸtirel ve farklı yönleri olmasına raÄŸmen muhalefet ve eleÅŸtirilerini nihayette aynı paradigmanın temel kabullerinden hareketle yaptıklarını biliyoruz. Kendi aralarındaki farklılık bizi yanlış bir kanaate sevk etmesin, hepsi de “paradigma-içi” muhalefet olma özelliÄŸi taşırlar. Bizim için buradaki sorun, bize ait “paradigma-dışı” bir bilgiyi nasıl elde edeceÄŸimizdir. Bu ise önce hâkim paradigma dışına nasıl ve hangi “araçlarla” çıkacağımız meselesini gündeme getirmektedir. Bu mümkün hale geldikten sonra ancak o zaman Ä°slam’ın idealleriyle, moderniteye ait oldukları halde Ä°slamileÅŸtirdiÄŸimiz sahici olmayan idealleri birbirinden saÄŸlıklı bir ÅŸekilde tefrik edebilme imkânı bulabileceÄŸimize inanıyorum. Bu tefrik yapıldığında uzaklara, çok uzaklara “sürgüne” gönderdiÄŸimiz “ahiretimizin” aslında bizimle hep birlikte olduÄŸunu görebileceÄŸiz. Bu dünyanın ve dünya hayatının Ä°slam’ın paradigmasında ve Müslümanın muhayyilesinde olması gereken asli yerine iadesi demektir. Aksi halde dünya hayatına ve dünyaya olan bugünkü baÄŸlılığımız giderek daha fazla artacaktır.

SöyleÅŸi için teÅŸekkür eder; kitabınızın hayırlara vesile olmasını dileriz. 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.