Sosyal Medya

Kürsü

Niçin kınadığımız şey başımıza gelir?

"Hatta kınadığınız o şey başınıza gelmeden ölmezsiniz, buyuruyor Allah’ın Kutlu Elçisi. Bir yanıyla kınadığımız şey, o fiil, o nitelik, o hususiyet, bizim hassasiyetle kaçındığımız bir şeyken, nasıl oluyor da kendimizi tam da onu işlerken buluyoruz? O şeyi kınamakla, ona olan soğukluğumuzu, antipatimizi, giderek nefretimizi göstermişken, nasıl oluyor da o şeye bulaşıyoruz?"-Ahmet Murat



Aslında bu meselenin tam da bahsettiğimiz hassasiyetle bir ilgisi var. Bir insandaki bir nitelik hakkındaki hassasiyetimiz, o niteliğe yönelik bir dikkat keskinleşmesinin sonucudur. O niteliği fark etmek, ancak o niteliğe yönelik bir hassasiyetle mümkün. Bu hassasiyet olmasaydı, o niteliğin farkına varmayacak ya da varsak bile bizde o nitelik kınamaya yol açmayacaktı.

Söz gelimi arkadaş grubumuzun bir üyesinin cimriliğini kınıyor olalım. Onun cimriliğini fark etmek için, bizim de bir miktar cimri olmamız lazım. Çünkü onun paylaşmaktan kaçınması, bizim paylaşmaktan kaçınmamızda aydınlığa kavuşur. Onun cimriliğini fark etmek, o cimrilikten rahatsız olmakla mümkün. Onun cimriliğinden rahatsız olmak da, bizim yeterince cömert olmayışımızla, daha da doğrusu paylaşırken içten içe yaşadığımız bir huzursuzlukla ilgili. Yeterince eli açık olsaydık, cömertlik yapmak için kendimizi bir başkasının cömertlik sınırlarıyla mukayyet görmeyecektik.

“Yirminci yüzyılda bir veli” olan Ahmed el-Alavi hazretleri, “Kibirliden rahatsız olan da kibirlidir” der. Aynı ÅŸey. Kibirlinin kibri, o hususiyete olan aÅŸinalığımızla belirginlik kazanır. Bizde eÄŸer kibrin esamisi okunmuyor olsaydı, kibirlideki kibri tanıyamazdık. Daha doÄŸrusu, tanısak bile o kibir bizde bir gerilime yol açmaz, belki merhamete yol açardı.

Bir baÅŸkasındaki menfi bir niteliÄŸi, ancak o niteliÄŸin bir kökü, bir ucu bizde mevcutsa tanıyabiliriz. Bir söz vardır: “Nasıl bilirsin? Kendim gibi.” Biz baÅŸkalarını kendimiz gibi biliriz. Kemal kazandıkça, hem kendimizdeki noksanlıkları, hem de baÅŸkalarındaki kemali daha ziyade görmeye baÅŸlarız. Kendi kusurlarımızı görmek, baÅŸkalarının kusurlarını gözümüzde küçültür. Aslında tam da bu sebeple, kendimizi onarmış, o kusurlardan arındırmaya baÅŸlamış oluruz. Çünkü baÅŸkalarındaki kusurları göremeyecek bir saflığa ve arınmaya ulaÅŸmak, aslında o kusurların bizdeki köklerini ve uçlarını kurutmak anlamına gelir.

Görmeyen kurtulur. Görmeyi sürdürdüğümüz sürece, bilelim ki gördüğümüz o şey, bizim onarılması ve terbiye edilmesi gereken niteliğimizi ifşa etmektedir. İnsan insanın aynasıdır. Hangi kusuru görüyorsak, bizde muğlak ve biçimsiz olarak bulunan ama içten içe bizim huzursuzluğumuzun da kaynağını oluşturan şeyi görmüşüzdür.

Aynı husus iyi niteliklerle ilgili olarak da geçerli. Karşımızdaki iyi niteliği tanıyabilmek için, yine onun bizdeki köküne müracaat etmek gerekir. Bizde ona dair bir şuur olmasaydı, onu tanıyamayacaktık. Karşımızda iyi nitelikler gördükçe, bu bizim iyi niteliklerle donandığımızı gösterir. İyi olan, iyi görür. Tersi de geçerli: İyi gören, iyidir.

Safdillik olarak gelebilir. Gelsin. Çünkü safdillik, esasen iyiyi görmenin, kötüyü görmemenin, daha da doğrusu görememenin zeminidir. Safdil olan, kendi iyiliğini dışarı taşırandır. Dünya onun kendi iyiliğini izlediği bir dekora dönüşmüştür.

Kınamanın saplantıya dönüşmesi ise daha vahim bir eşik. Çünkü kınamanın şiddeti arttıkça, o şey bizde daha da kökleşir. Bir şeyi kınamayı sürekli hale getirmek, o şeyle derinden ve güçlü biçimde meşguliyetimizin bir ifşası, demektir. O şeyi lafta, dil düzeyinde yerdikçe, kendimizi adeta o şeyle hesaplaşıyor gibi hissederiz. Ama bu sahici bir hesaplaşma değildir. Belki tersinden bu yerme, o şeyi bizde bir yandan pekiştirirken, öte yandan da bizim o şeyle sahiden, ruhsal olarak hesaplaşmamıza mani olmaktadır.

Bir ÅŸeyi yermemiz ve kınamamız zaaflarımızı da ele veren bir ifÅŸa olabilir. Yani o ÅŸeyi ne kadar önemsediÄŸimizi, o ÅŸeye nasıl meftun olduÄŸumuzu da dile getiriyor olabiliriz. Râbiatü’l-Adeviyye’ye bir adam gelmiÅŸ. BaÅŸlamış huzurunda dünyayı yermeye: “Dünya şöyle kötü, böyle bayağı, ÅŸu kadar adi. Ah ÅŸu dünyanın ettikleri.” Epey uzun da süren bu yerme seansından sonra, tarihin gördüğü en dev kadınlardan olan Rabia Sultan ona şöyle demiÅŸ: “Bitirdiysen, senin ÅŸu ana kadar ne yaptığını söyleyeyim. Senin konuÅŸmandan benim anladığım, sen dünyayı çok önemsemiÅŸ, onu çokça kafana takmışsın.”

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.