Sosyal Medya

Makale

'Tek Bir ümmet' Neden Sadece Duygusal Bir Slogan Olarak Kalıyor?

On dört asır boyunca sürekli tek bir Allah, tek bir Peygamber, tek bir Kur’an sloganını ve Müslümanların hep birlikte tek bir ümmet oluÅŸturmalarının gerektiÄŸi inancını duyduk. DiÄŸer bir yandan çok ilginçtir ki, ulemalarımız Peygamberimizin “ümmetim 72 fırkaya bölünecektir ve bunlar arasından sadece bir tanesi kurtuluÅŸa erecektir” hadisini anlatagelmiÅŸlerdir. Ä°ÅŸte böyle kendi kendimizle çeliÅŸmekteyiz. Bir yandan birlik arzuluyoruz diÄŸer yandan ümmeti birbiriyle çatışan 72 fırkaya bölüyoruz.

Hicri 2. yüzyılın sonuna doÄŸru Abdulkadir El-BaÄŸdadi “El Fark Beyn el-Firak (Mezhepler Arasındaki Farklılıklar)[1] adlı bir kitap yazmış ve o zamana kadar Müslümanlar arasında mevcut olan 100’den fazla mezhebi bu kitapta anlatmıştır. Aslında, duygusal sloganların asla birlik getirmeyeceÄŸi ve ne kadar böyle sloganlar atarsak o kadar ayrılığa düÅŸeceÄŸimizi anlamamız gerekir. Müslümanlar arasındaki siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel ihtilaflar Peygamber’in vefatı üzerinden çok zaman geçmeden baÅŸlamıştır.

Mezheplerin ÅŸekillenmesi ve farklılıkların teolojik bir temel kazanabilmesi zaman almış olsa da fetihler, sanılanın aksine anlaÅŸmazlıkları keskinleÅŸtirerek çok daha fazla güç, zenginlik ve yabancı etki oluÅŸturdu ve durumu daha da karışık hale getirdi. Bu farklılıkları anlamak ve analiz etmek için, teolojinin ötesine gitmeli ve çok daha derin sebepleri anlamaya çalışmalıyız.

Öncelikle ÅŸunu anlamalıyız ki, Ä°slam mesajı o dönemin Arap toplumunda bizim anladığımızdan çok daha köklü deÄŸiÅŸimler meydana getirdi. Ä°slam mesajı, dini, ahlaki, sosyal ve siyasi temelleri deÄŸiÅŸtirdi ve Arap toplumu o andan itibaren hiçbir zaman eskisi gibi olmadı. Lakin deÄŸiÅŸim o kadar hızlı oldu ki, Araplar bunu çok az özümseyebildiler. Daha da trajik olanı ÅŸuydu ki, bütün Müslümanlar tarafından saygıyla dinlenen yüce önder Muhammed (s.a.v) artık yoktu.

ÇeÅŸitli sebeplerden dolayı (Asr-ı Saadet sonrasında) Müslümanlar, hızla büyümekte olan Ä°slam toplumunu daha da yüceltmek, onu her tarafa ulaÅŸtırmak, hali hazırda gerçekleÅŸmiÅŸ olan Ä°slam inkılabını saÄŸlamlaÅŸtırmak adına içe dönük siyaset gütmektense dışa dönük yayılmacı bir siyaset güttüler. Kur’an’ın en temel mesajı ahlaktır ve topluma adaleti, eÅŸitliÄŸi getirmeyi hedeflemektedir. Kur’an sık sık, imanla beraber salih amelin öneminden bahseder.

Ä°kinci olarak, Kur’an vicdan özgürlüÄŸü ve insan onuru üzerine gereken vurguyu yaparak yeni, adil ve eÅŸitlikçi bir toplum vizyonu ortaya koymuÅŸtur. Aynı zamanda Kur’an, hem ümmetin hem de bireyin o zamana kadar Arap toplumunda adı duyulmamış olan vicdan özgürlüÄŸü ile saygınlık kazandığı yeni bir orta yol meydana getirmiÅŸtir. Araplar, kendi kabilesel kültürlerine derin bir ÅŸekilde dalmış ve son derece geleneÄŸe baÄŸlı bir toplumdu.

Ä°slam, kabilesel yerine evrensel ve derin bir ÅŸekilde insancıl olan yeni bir kültür getirmeye çalışmıştır. Fakat insanın kendini, Ä°slam öncesi geleneklerden yani Müslümanların cahiliye adını verdikleri o kültürden kurtarması pek kolay deÄŸildi. Onun etkisi/kalıntıları o kadar derindi ki, sadece Ä°slam’ın kabul edilmesi, mutlak manada bir sosyal deÄŸiÅŸime ihtiyaç duyan derin bir deÄŸiÅŸim meydana getiremiyordu.

Kur’an, Arap diline hem ahlaki hem de edebi yeni bir söylem getirmiÅŸtir. Büyük Arap ÅŸairleri ve diÄŸerleri bu dil karşısında hayrete düÅŸmüÅŸler, bir benzerini getirememiÅŸlerdir. Fakat bu söylem, sadece yaratıcı güzellikle dolu deÄŸil aynı zamanda ahlaken de yüksekti. Çünkü Kur’an’ın amacı, yeni bir toplum ve yeni bir insan oluÅŸturmaktı. Ä°kbal bunu ÅŸöyle ifade eder: “EÄŸer müminseniz yeni bir dünya oluÅŸturun ve eski dünyada artık yaÅŸamayın.”

Ä°nanç sahibi bu “yeni insan”, sadece Kur’an’ın tevhid, insan onuru, vicdan özgürlüÄŸü, farklılık, hakikat, merhamet, eÅŸitlik, adalet ve cesaret gibi deÄŸerlerini kabul etmekle kalmamış; birkaç sahabe hariç, bu yeni kültürü geliÅŸtirmek ve bu yeni Ä°slami hayat görüÅŸünü sürdürmek için kendini bu iÅŸe adamıştır.

Daha da kötüsü, çoÄŸunlukla doÄŸası gereÄŸi feodal ve otoriter olan yeni yabancı deÄŸerler bütün sürece zarar verirken, fetihlerin bu sürece zararı daha büyük oluyordu. Artık Müslümanlar arasında hedeflenen ÅŸey, Kur’an’ın ahlak anlayışını yerine getirmekten çok, devlette daha fazla güç paylaşımı ve yeni elde edilmiÅŸ zenginlik üzerineydi. Vizyoner/öngörülü toplum olarak tarih sahnesine çıkış süreci ciddi engellerle/gerilemelerle karşılaÅŸtı. Ä°slam toplumu; dünyalık meÅŸgalelere dalıp gidenlerle, iktidar için mücadele edip duranlarla, sadece ruhani meselelere kafa yoranlarla ve kendilerini münzevi haline getirenlerle dolup taÅŸmıştı.

DoÄŸası gereÄŸi hayli baskıcı ve otoriter olan, Ä°slami deÄŸer ve bakış açısından daha çok Roma modelini benimseyen Emevi Ä°mparatorluÄŸu iktidara geldi. Emeviler derin bir ÅŸekilde Ä°slam öncesi cahiliye dönemi kültürüne daldı ve o dönemin ÅŸiirine eÄŸilim göstererek Ä°slam öncesi ÅŸiiri diriltmeye çabaladı. Emevi döneminde yazılan Kitabu’l AÄŸani (Åžarkılar Kitabı)[2]cahiliye döneminin ÅŸiiri temel alınarak yazıldı ve çok popüler bir kitap haline geldi.

Bu cahiliye kültürünün temel deÄŸerleri, yüksek ahlaki deÄŸerlerden yoksun, tamamen dünyevi hazlardan ibaretti. Biri çıkıp “Ne var ki bunda, sonuçta Arapların zengin bir kültür mirası var. Bunun ihyası her ÅŸeye raÄŸmen meÅŸru bir harekettir.” diyebilir. Bu iddianın elbette bir geçerlilik payı var. Her ÅŸeye raÄŸmen güçlü bir Arap imparatorluÄŸu tarih sahnesindeydi ve gurur duydukları kendi milli mirasının ve kabilesel köklerinin izinden gitmek istiyorlardı.

Fakat konumuz Ä°slam toplumu olduÄŸundan, olaya farklı bir açıdan bakmak zorundayız. Bu ihya giriÅŸimlerinde trajik olan, Ä°slam öncesi kültürün yeniden diriltilmesiydi. Bundaki amaç ise Ä°slam toplumunun inÅŸa etmeye çalıştığı toplumu dikkate almadan yaÅŸam, zevk ve iktidar peÅŸinde koÅŸma eÄŸilimiydi. Ä°kinci olarak ve daha yıkıcı olan ÅŸey, artık bu Ä°slam öncesi dil ve söylemin moda haline gelmiÅŸ olmasıydı ve hatta Kur’ani lafızlar ve anlamlarının Ä°slam öncesi ÅŸiirlerde nasıl kullanıldıkları anlaşılmaya çalışıldı.

Aslında Kur’an, kendi anlam dünyası içerisinde bir hayli zengin, yeni bir dil oluÅŸturdu. Kur’an’ın söylemi, yeni bir toplum kurma yolunda yeni deÄŸerleri insanlara ulaÅŸtırmak için devrimci ve ahlaki özelliklerle doluydu. Ne yazık ki günümüzde Ä°slam öncesi ÅŸiir, Kur’an’ı anlamanın temeli olmuÅŸ durumda. Bence Ä°slam öncesi ÅŸiirin, Kur’an’ın manasını anlamada temel oluÅŸturmuÅŸ olması büyük bir felakettir. Bunun böyle olması kısmen belki de kaçınılmazdı, fakat farkında olunmadan meydana getirdiÄŸi sonuçlar, Kur’an’ın hedeflediÄŸi anlayışa ciddi zararlar verdi.

Üçüncü husus, Ä°slam devriminin ahlaki temelleri zayıflamaya baÅŸladığında alimler arasında ÅŸiddetli bir ÅŸekilde yayılmaya baÅŸlayan dini tartışmaların içeriÄŸiydi. Ä°nsanoÄŸlunun, kaderini belirlemede serbest mi olduÄŸu yoksa insanın alnına doÄŸarken mi yazıldığı gibi teolojik tartışmalar zirve noktasına ulaÅŸtı. Bunda kuÅŸkusuz yönetici zümrenin büyük çıkarları vardı. EÄŸer insanoÄŸlunun kaderi doÄŸmadan yazılmışsa, bu durumda Emevi rejimi de ilahi olarak takdir edilmiÅŸ olacak ve onun baskıcı ve sömürgeci temeli de otomatikman sorgulanamaz hale gelecekti; diÄŸer bir deyiÅŸle her ÅŸeye raÄŸmen bu, Allah’ın takdiri olacaktı.

Ä°fade ettiÄŸimiz gibi, Kur’an vicdan özgürlüÄŸüne vurgu yapar. Hatta Adem’in önünde secde etmeyen ÅŸeytana bile seçme özgürlüÄŸü verilmiÅŸtir. Artık insanoÄŸlu, ilahi irade karşısında nasıl hareket edeceÄŸi alnına daha doÄŸmadan yazılmış bir oyuncak gibi görülmeye baÅŸlandı. Alimler siyasi eÄŸilimlerine göre kutuplara ayrılmış durumdaydılar. Emevi iktidarına meydan okumak istemeyenler, bu siyasi formüle sığındılar ve siyasi faaliyetlerden kaçındılar ve hatta yönetici zümrenin parçası olarak menfaat elde etme peÅŸine düÅŸtüler.

Tabii ki gerçeÄŸi haykıran, cesur, iktidarın bir parçası olmayı reddedecek düzeyde ahlaklı ve kendilerini Ä°slami deÄŸerleri ve Ä°slami bakış açısını yaymaya adamış alimler de vardı. Ne yazık ki bu türden alimler yok denecek kadar azdı.

Dördüncü olarak ise, Abbasiler, Emevi iktidarına meydan okumak için kültürel alanlarda olduÄŸu kadar siyasi alanlarda da kendilerini Arap egemenliÄŸi ile marjinalleÅŸmiÅŸ hisseden Ä°ranlı muhaliflerin yardımı ile gizli bir hareket baÅŸlattılar. Ä°ranlılar Ä°slam’ı kabul ettiler, ama hiçbir zaman siyasi ve kültürel sürecin parçası olmadılar. Ä°ranlılar hiç vakit kaybetmeden kendilerine siyasi süreçte önemli bir yer sözü veren Abbasilere yardımda bulunmayı kabul etti ve Ebu Müslim Horasani, Abbasilerin lehine askeri ve kitlesel destek saÄŸladı.

Ä°ranlıların kendisi, gurur verici kültürel ve siyasi mirasa zaten sahipti. Arapları hep kaba ve kültürsüz bedeviler olarak görüyorlardı. Abbasiler iktidarı ele geçirdiÄŸinde ve Emevilerin saltanatı sona erdiÄŸinde pek çok Ä°ranlı kadın, Arap kocalarını öldürmüÅŸtür. Fakat elbette bu pek uzun sürmedi. Abbasiler sonuçta Arap’tı ve iktidarı en azından kısmen de olsa Arap olmayanlarla paylaÅŸmaya niyetleri yoktu.

Böylece yaptıkları ilk ÅŸey, Abbasi iktidarının siyasi temelini inÅŸa eden Ebu Müslim Horasani’den titizlikle kurtulmak oldu. Fakat onlar baÅŸka bir ÅŸekilde de olsa Ä°ranlıları ödüllendirecek kadar da akıllıca davrandılar. Pek çok Ä°ranlı entelektüel önemli bürokratik mevkilere atandı. Bundaki amaç, Ä°ranlılara iÅŸtirak hissi vermek içindi. Siyasi açıdan olmasa da kültürel ve entelektüel alanlarda hakim oldular.

Bunun elbette kendi sosyal ve ahlaki sonuçları oldu. Ä°slam’a yaklaşımda büyük sosyal ve entelektüel deÄŸiÅŸimler yer almaya baÅŸladı. Mutezile hareketi Abbasi himayesinde yeni bir canlılık kazandı ve Kur’an’ın mahluk olup olmadığı gibi tartışmalar patlak verdi ve Müslümanlar böylesi entelektüel tartışmalarda daha önce olmadığı derecede bölünmeye gittiler. EÄŸer Emevilerin Müslümanlar arasında insan iradesi konusunun tartışılmasını bilerek teÅŸvik ettiÄŸini söylersek, Abbasilerin de Kur’an’ın mahluk olup olmadığı hakkındaki tartışmayı bilerek teÅŸvik ettiÄŸini söyleyebiliriz.

Her iki ihtilaf da felsefi ve entelektüel öneme sahip olmuÅŸ olabilir de olmayabilir de. Fakat bu tartışmalar dikkatleri siyasi, sosyal ve ekonomik meselelerden uzaklaÅŸtırmıştır. Alimler bu meseleleri tartışmışlar ve kutuplaÅŸmalar baÅŸlamıştır. Aynı zamanda Abbasiler, Grek medeniyetinden felsefeyle alakalı kitapları ve bunun yanında Ä°ran ve Hint kaynaklı kitapların Arapçaya tercümesini desteklemiÅŸlerdir. Beytü’l Hikme (Hikmet Evi)[3] büyük entelektüel heyecan dalgasının ve aydınlanmanın merkezi haline geldi. Araplar fen, matematik, teknoloji ve diÄŸer birkaç bilimde öncü haline gelmeye baÅŸladılar.

Bu, gerçekten de Arap olan ve Arap olmayan (çoÄŸunluÄŸu Ä°ranlı) pek çok Müslüman düÅŸünür tarafından dünyaya hediye edilmiÅŸ büyük bir entelektüel katkıydı. Åžüphesiz bu eÅŸi benzeri görülmemiÅŸ, düÅŸünsel bir heyecan dalgasıydı. Bu aynı zamanda ümmet içinde daha büyük çapta ihtilaflar meydana getirdi ve yeni yeni mezhepler zuhur etti. Bunların belli baÅŸlı olanları Ä°smailiye ve Batıniler olarak da bilinen Karmatilerdir. Bu mezhepler, Kur’an’ın mesajının gizli olduÄŸuna ve gizli mesajları yorumladıklarına, Kur’an’ın zahiri anlamının kendi mezhebindekilere deÄŸil, halka hitap ettiÄŸine inanan mezheplerdi.

Ä°smailiye mezhebi bir kaç mezhebe ve alt kollara bölündü. Ä°smailiye mezhebinin alt kolu olan Karmatiler aşırı bir mezhepti. Kur’an’ın gizli anlamını tevil ettiklerinden ÅŸeriat hükümlerinin kendileri için geçerli olmadığını iddia ediyorlar ve bu hükümlerin kendileri için uygulanmaması gerektiÄŸine inanıyorlardı. Aynı zamanda, KarmatiliÄŸin sürekli savunduÄŸu ÅŸey bir “dai”[4]nin emri altında komün bir ÅŸekilde yaÅŸamaktı.

Mezhebin bütün üyeleri, ortak bir mutfağı idare eden “dai”ye kazançlarını verirlerdi. Özel eÅŸya olarak sadece yay ve kılıç gibi ÅŸeylere izin verilirdi. Karmatiler Bahreyn’de 30 yıl gibi bir süre devlet kurmayı baÅŸarmışlardır. Nasir Hüsrev, Almanyada Zakir Hüseyin tarafından kritik edilerek yayına hazırlanan Sefername adlı eserinde, Bahreyn’deki Karmati devletini ayrıntılı bir ÅŸekilde anlatır ve ortak eÅŸe sahip olmak gibi kendilerine atfedilen haksız suçlamaları reddeder. Bazı alimlerin, Abbasiler tarafından öldürülen Hallac-ı Mansur’un aynı zamanda Karmati hareketine üye olduÄŸunu ve sadece Karmati olmasıyla beraber Ene’l Hak dediÄŸi için öldürülmediÄŸini, bunun yanında Abbasi rejimini devirmek için komplolar düzenlediÄŸi için öldürüldüÄŸünü iddia ettiklerini de burada belirtelim.

Karmatiler aynı zamanda Mısır’da Fatımilerin rakibiydi. Tahir Karmati, Kabe’den Hacerü’l-Esved’i alıp 30 yıl yanında tuttuÄŸu süreçte Suriye’de kendi rejimini kurdu. Fatımiler, Tahir Karmati’yi Hacerü’l-Esved’i bırakması ve Kabe’ye geri koyması konusunda güçlükle ikna ettiler ve böylece bütün Ä°slam dünyasını büyük bir sıkıntıdan kurtarmış oldular.

Aynı zamanda Sünni Ä°slam’da keskin bir kutuplaÅŸma vardı. O zamanlar dünyanın felsefi ve en büyük entelektüel merkezi olan BaÄŸdat’a dünyanın felsefi hazinelerinin aktarılması yüzünden büyük alimler, yeni entelektüel akımlara keskin tepkiler gösterdiler. Felsefe silahını kullandılar ve “kelam ilmi” olarak adlandırılan diyalektik bilgiyi geliÅŸtirdiler.

Onlar kelam ilmi sayesinde filozofların bütün iddialarını çürütmeye baÅŸladılar. Gazali ve Ä°bni RüÅŸd arasındaki tartışma çok ünlüdür. Gazali Tehafütü’l-Felasife (Filozofların Tutarsızlığı) adlı risalesini yazmış, Ä°bni RüÅŸd de karşı risale olarak Tehafütü’t Tehafüt (Tutarsızlığın Tutarsızlığı)’ü yazmıştı. BaÅŸka bir alim olan EÅŸari ise bütün teolojik meselelere karşı aşırı tavır aldı ve sadece entelektüel elit arasında sınırlı bir ÅŸekilde takip edilen filozoflara karşı EÅŸari gibi alimler büyük bir takipçi kitlesine ulaÅŸtı ve büyük teolojik liderler olarak kendilerine yer buldular.

Gazali Ä°hya-i Ulumid-din kitabını yazdı. Bu kitap Ä°slam dünyasında klasik bir EÅŸari teolojik eser olarak kabul gördü ve bu kitaba bütün geleneksel alimler tarafından saygı duyuldu. Bazı alimler, Gazali’nin eserinden sonra Ä°slam dünyasında içtihad kapılarının kapandığını iddia etmiÅŸlerdir. Fakat bu, aşırı basitleÅŸtirilmiÅŸ bir durum gibi görünmektedir. Bunun için oldukça karışık sebepler vardır. BaÄŸdat’ın düÅŸüÅŸü, büyük tarihçi Toynbee’nin evrensel Ä°slam devleti olarak adlandırdığı Abbasi rejiminin sonu ve zayıf bölgesel devletlerin geliÅŸmesi bunlar arasındadır.

Burada not edilmesi gereken ÅŸey ÅŸudur ki, Ä°slam dünyasındaki ihtilafları önlemek için alınacak bazı tedbirlerle bu kutuplaÅŸma engellenebilirdi. Geleneksel ilahiyatçılar ve alimler, entelektüel ve felsefi hareketlere çok sert bir ÅŸekilde tepki gösterdiler. DiÄŸer taraftan bazı filozoflar da aşırılıklara kaçtılar ve Karmatiler az önce bahsettiÄŸimiz gibi, kendi aralarında ÅŸeriat kurallarını askıya aldılar.

Ä°lk olarak Batı Afrika’da ve daha sonra da Mısır’da Fatımi rejimini kuran Ä°smailiye’nin bir bölümü zahiri ve batıni arasında denge kurmada ihtiyatlı davrandılar. Fakat aynı zamanda, teolojik cephe konusunda Fatımilerin Abbasilerle olan siyasi rekabetinin daha az ayrıştırıcı olduÄŸu ortaya çıktı. Ana akımdan/hakim görüÅŸten alimler tarafından onlara karşı haksız suçlamalarda bulunuldu. Aslında, Kabe’ye Hacerü’l-Esved’in geri getirilmesinde Karmatileri ikna eden Fatımilerdi.

Bununla beraber baÅŸka bir ihtilaf daha vardı. Sufiler deneyimlere ve ruhsal konulara vurgu yaparlarken, filozoflar ve entelektüeller de düÅŸünsel çabalarla gerçeÄŸi kavramaya çalıştılar. Bununla, Kur’an’ın “Orta Yol” kavramı kayboldu. Kur’an oldukça kapsamlı, eÅŸsiz bir yaklaşım ortaya koymuÅŸ bir kitaptır. Bu yaklaşım, hayatın bütün önemli unsurlarını -ruhsal, düÅŸünsel, ahlaki ve maddi olarak- temel alan yaklaşımdı.

Kur’an, müminleri; yaÅŸadıkları süre boyunca dünyadan el-etek çekmeden onun geliÅŸimine katkıda bulunmaya, Allah’ın yarattıkları üzerinde derinlemesine düÅŸünmeye, yaratıcısıyla ruhsal iliÅŸkilerini zenginleÅŸtirmeye, maddi baÅŸarılarından dolayı hiçbir zaman kibirlenmemeye, dünyada dengeyi ve düzeni saÄŸlamak için yüksek ahlaki deÄŸerleri sürdürmeye ve insanların geçmiÅŸte iÅŸledikleri kötülüklerden nasıl dersler almaları gerektiÄŸini düÅŸünmeye davet etti.

Fakat Ä°slam öncesi Arap söylemi ışığında, Kur’an’ı anlamak için yapılan teolojik tartışmalar ve çabalar bu eÅŸsiz özelliklerin çoÄŸunu yok etti. Daha da kötüsü, pek çok Kur’an müfessiri sadece kelimelerin Ä°slam öncesi kullanımına bağımlı kalmadılar; aynı zamanda Kur’an’ın tefsirini ve Kur’an’ın ruhunu tamamen yok eden Yahudi ve Hristiyan kaynaklardan gelen efsane ve israiliyatlarla Kur’an tefsirini mitolojik bir labirente dönüÅŸtürdüler.

Razi[5] gibi müfessirler Kur’an tefsiri yazmak için Aristo’nun dedüktif/tümden gelimli mantığını[6] kullanmaya çalıştılar. Bütün bunlar, verimsiz teolojik tartışmalara sebep olarak devam etti. Daha çok teolojik boyutta meydana gelen tartışmalar, sıradan Müslümanların anlayamayacağı, kompleks bir yapıya büründü. Fakihler için Kur’an, “meshi bu ÅŸekilde mi yapacağız ya da baÅŸka bir ÅŸekilde mi yapacağız; ya da elimizi kaldıracağız mı yoksa kaldırmayacağımız” gibi çeÅŸitli ve verimsiz tartışmaların kaynağı oldu. Fıkıh, yüce bir ahlakın kaynağı olacağı yerde, Müslümanlar arasında önemsiz ve gülünç meselelerin sebebi haline geldi.

Åžimdi, tarih boyunca Müslümanlar arasında yer alan keskin ihtilafların yer aldığı bir döneme ulaÅŸtık. Açıkladığımız gibi bu ihtilaflar, siyasi, teolojik ve entelektüeldi ve bu farklılıkları çözmek çok zordu. Ä°slam dünyasında halihazırdaki siyasi iklim, bu farklılıkları daha da keskinleÅŸtiriyor. Bu nedenle “tek bir ümmet” sloganı boÅŸ bir slogan oldu. Daha da kötüsü, birleÅŸtirme amacıyla yapılan her bir çaba daha da ayrışmayla sonuçlanıyor.

Arap dünyasının kendisi, siyasi menfaatleri gereÄŸi bölünmüÅŸ bir durumdadır. Arap olan ve olmayan ÅŸeklinde bölünmeler/ayrışmalar söz konusudur. Onlar, Amerika ve Ä°srail gibi ülkelerden gelen siyasi meydan okumalarda bile bir arada hareket edemiyorlar. Bu hakikat gözlerden kaçmamalı, ortak stratejiler geliÅŸtirmek için insan gerçekçi olmalı ve herhangi bir retorik tarafından savrulmamalıdır.

Müslümanlar, sık sık duygusal olmaya meyilliler ve ne kadar ayrılık meydana getiren güçler gündeme gelirse o kadar kendilerini güvensiz hissediyorlar. Ne kadar güvensiz hissediyorlarsa da o kadar duygusal tepki geliÅŸtiriyorlar. Ä°slam’a yapılan saldırılar daha önce olmadığı kadar çoÄŸaldı ve bu da Müslümanları stratejik ve akılcı davranmaktan daha çok, duygusal davranmaya sevkediyor. Bu türden saldırılara cevap vermek için büyük bir olgunluk ve siyasi akıllılık gerekir. Bizlerin duygusal tepkileri ve sokak protestoları ve daha da kötüsü, terörist ve ÅŸiddet dolu cevaplar sadece düÅŸmanımızın Ä°slam’a daha da çok saldırmasını artıracaktır.

Ümmet olarak fikir ayrılıklarımızın üstesinden gelemiyoruz. Hiç olmazsa, Ä°slam’ın zarif ve barışçıl imajını yansıtmak için, daha düÅŸünceli ÅŸekilde ve duygusal tepki vermeden stratejiler geliÅŸtirelim. Bu, kesinlikle dünyada Ä°slam ve Müslümanlar için saygıyı artıracaktır.

Kaynak: Ä°slami Yorum - üç aylık e-dergi

Ä°slamı Yorum Ä°çin Çeviren: Fatih Peyma


[1]  Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları’nda Türkçe tercümesi mevcuttur. (Çevirmen)

[2]  Kitab’ul AÄŸani hakkında bkz. http://www.nuveforum.net/573-muzik-dergileri/172211-kitab-ul-agani/ (Çevirmen)

[3]  Hikmet Evi hakkında bkz. http://www.uyanishaber.com/kultur-sanat/beytul-hikme-hikmet-evi.html (Çevirmen)

[4]  Dai: Davet eden, çağıran, bir kimseyi bir ÅŸeye sevk ve teÅŸvik eden kimse. (Çevirmen)

[5]  Razi ve Aristo kıyaslaması için bkz. http://www.hikmetyurdu.com/sayilar/sayi3/18-bozkurt-aristo.pdf (Çevirmen)

[6]  Aristo’nun dedüktif mantığı hakkında bkz. http://dusundurensozler.blogspot.com/2009/06/aristo-mantiginda-formalizm-tartismasi_4872.html (Çevirmen)

 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.